
5 maddede dadandık: Haftalık popüler kültür raporu (28 Haziran – 4 Temmuz)
Geçtiğimiz hafta boyunca dadandığımız ama çok tembel olduğumuz için yazmaya üşendiğimiz birkaç popüler kültür haberi…
1- En iyi Elvis kazansın!
Freddie Mercury, Elton John derken, müzisyen biyografileri biraz daha geriye sarıyor ve bu kez kralların kralı Elvis Presley’nin hayatını anlatan bir filmin çekileceği konuşuluyor. Yönetmeni ise ayrıca heyecan verici: Baz Luhrmann.
Tabii proje daha yolun çok başında; filmi Baz Luhrmann’ın çekeceği kesinleşmiş olsa da başrolü, yani Elvis’i kimin canlandıracağı konusunda kıyasıya mücadele devam ediyor.
Babydriver, the Fault in Our Stars gibi filmlerle adını duyuran Ansel Elgort (başka nerede oynuyordu bu çocuk ya?!), One Direction’la hayatımıza girip sonra da grupla alakası olmayanların bile kalbini çalmayı başaran Harry Styles (kendisine olan zaafımızı belli ettik galiba); Nowhere Boy’un Lennon’ı, Nocturnal Animals ile Altın Küre’yi kapan Aaron Taylor-Johnson ve Whiplash’in hırslı davulcusu Miles Teller, Elvis’i canlandıracak isimler arasında anılıyor.
Tamam, Harry’yi övdük de galiba bu işi en iyi Aaron Taylor-Johnson ve Miles Teller kotarır gibi geliyor bize. Bekleyelim görelim…
2- Ölümüne kankayız
Televizyon tarihinin en sevdiğimiz bromance’lerinden biri Breaking Bad’deki Jessie Pinkman ile Walter White’ın arasındaki o garip ilişki olabilir. Ayrıca finali de muhteşemdi, bromance’e övgü niteliğinde…
Neyse, Breaking Bad’le ilgili söyleyecek çok sözümüz var ama konu bu değil.
Instagram alemlerinde sıkça takılıyorsanız ve dizinin hayranıysanız çoktan fark etmişsinizdir: Aaron Paul ve Bryan Cranston, birkaç seferdir Instagram üzerinden aynı paylaşımları yapıyor. Yine bromance’lerine övgü yapar nitelikte.
Geçtiğimiz hafta önce, yan yana duran iki eşek fotoğrafı geldi; altında ”yakında” yazan bir cümleyle.
Sonra da dün, ikilinin kakara kikiri aylaklık yaparkenki bir fotoğrafı düştü ortamlara. ”Daha da yakında” diye yazmıştı bu sefer ikisi de, aynı fotoğrafın altına.
Bir Breaking Bad filmi için çalışmaların başladığını hatta Aaron Paul’un yeniden Jessie Pinkman rolünü üstlendiğini biliyoruz ama Walter White ve Bryan Cranston’ın projede yer alıp almayacağı açıklanmamıştı.
Haliyle bu Instagram paylaşımlarının iki açıklaması olabilir:
1- Bryan Cranston da filmde yer alacak ve tüm bu paylaşımlar, açıklama öncesinde ağzımıza çalınan bir parmak bal.
2- İkili bambaşka projede, mesela bir reklam filminde yer alıyor ve aslında çok da ümitlenmemek gerek. (Ümitlendiler…) Zira Jeff Bridges’in Big Lebowski paylaşımlarının altından bir bira reklamı çıkmıştı.
Her halükarda, ikisini yeniden bir arada görmek güzel bir şey bizim açımızdan. İtirazımız yok.
3- My preciousssss
Hakkında ser verilip sır verilmeyen projelerden biri de Lord of the Rings’in dizi uyarlaması. Burada da uzun uzun dadanmıştık, dizinin bu devasa dünyanın neresine denk geleceğini düşünürken.
Dizinin yönetmeni sonunda belli oldu. Jurassic World: Fallen Kingdom ve The Orphanage gibi yapımlardan tanıdığımız J. A. Bayona, J. R. R. Tolkien’in (J’ler, R’ler havada uçuştu) bu epik kurgu alemini televizyona taşımayı üstlenen isim oldu.
Bu arada biz üzerinde uzun uzun kafa yorduk ama dizinin hangi dönemi anlatacağı da biliniyor artık: Filmde anlatılanın 3000 yıl öncesine, yani Second Age’e gidiyoruz. Aslında olaylar ilk bu devirde kopuşa geçiyor; filmde gördüklerimize bir tür hazırlık diyebiliriz.
Adam ne güzel yazmış sahiden ya!
4- Sanat kimin içindir?
Morrissey’in aşırı sağcı yorumları üzerine yıkılan tek biz değiliz. Burada derdimizi uzun uzun anlatıp, birkaç gözyaşı dökmüştük malum.
Websitesi üzerinden hayranlarına seslenen ve Red Hand Files adlı newsletter’ı üzerinden de fikirlerini, hislerini paylaşan Nick Cave, Morrissey konusunda dertli bir hayranına verdiği bir karşılıkla, çok etik bir konunun da açılışını yapmış: ”Bir sanatçının yarattığı eser, o sanatçının kişiliği ve yaptıklarından bağımsız değerledirilebilir mi?”
Elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün. (Bayağı arabesk girdik konuya.)
Nick Cave aşırı cool bir cevap döşenmiş. ”Öncelikle, şarkıların gerçek sahibinin kim olduğuna karar vermek gerek” diyerek başlamış mektubuna. ”Ben şahsen bir şarkıyı yazdıktan sonra onu topluma devrediyorum ve o şarkı artık benim olmaktan çıkıyor.” İlerleyen satırlarda aşırı romantik ve aşırı doğru açıklamalarla devam ettikten sonra da diyor ki: ”Morrissey’in şarkıları da artık onun olmaktan çıkmıştır bir noktadan sonra, şarkıların asıl sahibi hayranlarıdır. Haliyle politik görüşlerinin de şarkılarla bir ilgisi kalmamıştır. (…) Morrissey, rencide edici politik görüşlerinin çok daha ötesine geçebilecek kadar orijinal ve özgün işlere imza atmıştır.”
Adam haklı aslında. Belki tekrar tekrar okursak bu mektubunu, The Smiths çalmaya başladığı anlardaki o buruk hissi de duymamaya başlarız. Of be Morrissey…
5- Bir zamanlar Tarantino
Quentin Tarantino, Once Upon A Time in Hollywood ve Star Trek’in yeni filmiyle birlikte yönetmenliği bırakacağını açıklamıştı. Açıklamıştı açıklamasına ama kafalarda da soru işaretleri yaratmıştı. Once Upon A Time in Hollywood filminde başrollerden birini üstlenen Brad Pitt’le birlikte GQ Avusturalya‘nın sorularını cevaplayan Tarantino, bu konudaki kafa karışıklığını gideriyor ve ”Teyatral filmler açısından yolun sonuna geldim bence. Kendimi daha çok kitap ya da tiyatro oyunu yazarken görüyorum. Böylece hâlâ bir şeyler yaratmaya devam edebilirim ama sinemaya dair elimdeki her şeyi tükettiğimi düşünüyorum.”
Brad Pitt’in cevabına bakılırsa şaka değil Tarantino’nun söyledikleri: ”Hayır, blöf yapmıyor, ölümüne ciddi!”
Vov Tarantino, 60’ına gelmeden emekli olacaksın demek…