
Akşam oldu hüzünlendim ben yine
Geceyle bir türlü alıp veremeyen, kahrolan ve kahreden şarkılar silsilesi…
Yazı: Onur Uygun
Acı çekenlerin geceyle özel bir ilişkisi oluyor. Hatta bazı zamanlar, yakında gece olacağını bilmek bile başlı başına bir ön korku yaşanmasına sebebiyet veriyor. Uyuyabilene ne mutlu, ancak uyku haram olmuşsa demektir ki artık gözü kör olasıca şarkıcıların, yazarların, şairlerin insafına kalınmıştır.
Ki ironik bir şekilde onlar da az korkmaz geceden. Genelde hep aşka yorar gece dertlerini bu sanatçı tayfası. Çok da haksız sayılmazlar; gece hem olumlu hem de olumsuz olarak aşkla yakından ilgilidir. Acı çekenlerin düşmanı olan gece, sevgililerin de hatırı sayılır bir dostudur. Her şey sevdiğiniz kişinin kimi sevdiğine bağlıdır. Sizi seviyorsa aman sabahlar olmasın; ancak başkasını seviyorsa gece uzun sürecek demektir. Patti geceye methiyeler düzedursun (aşıktır bunu yaparken, Allah bozmasın -ki bozuyor-, ancak aşıkların cezai ehliyeti yoktur), Fitzgerald’a göre buruktur gece, Zeki ancak güneş batınca aşkının suretiyle baş başa kalır. Kayahan’ın elleri gündüzleri değil geceleri tütün kokar. Sabahları bir şekilde idare eden Amy akşam olurken peşin peşin huzursuzlanmaya başlar. Ella Fitzgerald’ın anıları hep akrep ile yelkovanın 12 üzerinde birleşmesine yakın hortlar. Ajda rüya görmemek için sabahlar, Nazan geceleri fotoğraflara bakamaz. Alex gece (aşktan) sayıkladıklarını gündüzleri söyleyemez, bir araya getiremez. Gel gelelim hayatın tek yoksunluğu bu tek kişilik aşklardan ibaret değildir. Diğer ihtiyaçlar da geceleri azar, el birliğiyle sel olur coşar. Ölmüşlerimiz bizi gece ziyaret eder, hayata dair defterler geceleri açılır. “‘Geceler gündüzlerden daha acımasız’ der Gencebay” der Ezhel.
Ne var bu gecede böyle? Güneş yerindeyken her şey yolundadır da ay çıkınca mı aşk koyar? Gündüz bizi oyalayan ne varsa gece olunca bir bir eksilir ya evrenden, ondan olmalı. Yani karanlıktır sorumlusu en nihayetinde. Daracık bir çemberin dışında bizi oyalayan ne varsa hepsinin geceyle birlikte yok olacağını biliriz. Pencereden bakınca gördüğümüz şeyler kaybolmuştur. “Takma, geçer” diyen arkadaşımız da, sokaklarımızı kalabalık kılanlar da karanlığı fırsat bilip uyuyordur; ki uyumak da, bilindiği üzere, minimal bir yok olma halidir. Gıcıklığına dışarıdaki tüm sesler de kesilir ki daha da yalnız kalsın gececiler. Sorgu odasındaki kabahatli misali yalnız kalırız, derdimiz kalır, diğerleri çıkabilir. Böyle böyle her yerden kısarak küçülen evrende acımızın kapladığı alan büyür.
Bazen şunu düşünmek hoşuma gider: Dünyada benzer insanlardan oluşan, ancak var olduğundan bihaber yaşayıp giden gruplar var. Örneğin pazar sabahları erkenden kalkanlar. Hepsi bunu hissetmez ama o pazar sabahları evrende yalnızca onlar ve onlar gibiler vardır. Sokağa çıksalar yalnızca birbirlerine rastlarlar. Konuşsalar birbirleriyle çok iyi anlaşırlar; birleşseler devrim bile yaparlar. Ondan sonra hayvanı ölenler var mesela. Anlarım sanırsınız ancak hayvanınız ölmeden anlamazsınız. Piyangodan iyi bir ikramiye kazananlar var. Terk edilenler var. Bir de geceleri acı çekenler var. Milyonluk şehirlerin geceleri uyuyan binlerce sokağından birinde, yüzlercesinin arasında ışığı yanan o tek pencerenin sorumlusu.
Bari birbirlerini hissetseler. Çünkü doktor istemezler, damdan düşen birini isterler.