Aradığınız ihtişam bulunmuştur: Pose

FX yapımı Pose, sonunda Netflix’e geldi. Dizinin has oyuncularından Billy Porter Oscar’larda kırmızı halıda esti geçti ve yine yeniden Pose’a methiyeler düzmek farz oldu.

Yazıya başlamadan önce iki önerimiz olacak: Pose’a başlamaya niyetliyseniz, önce Paris is Burning’i izleyin. Yok, başlayıp çoktan kalbinizi kaptırdıysanız, yine hemen Paris is Burning’i izleyin. Gördüğünüz ya da göreceğiniz her hikayenin ne kadar gerçek olduğunu anlayacaksınız.

1990 yapımı bir belgesel Paris is Burning. 80’ler sonu New York’una uzanarak Afro-Amerikan ve Latin toplulukları içerisinde gelişen LGBTİ kültürünün izini süren belgesel, merkezine drag balolarını taşıyordu. Ayrıca baloların da dışına çıkarak, karakterlerinin günlük hayatta da izlerini sürüyor; AIDS’in en yaygın olduğu bu dönemde ırkçılık ve homofobinin kanlı canlı ortalarda gezindiğini, yoksulluğun umutları yok edemese de yaşam şartlarını nasıl yerle bir ettiğini gösteriyordu.

American Horror Story ve Glee gibi yapımları popüler kültür dünyasına armağan eden Ryan Murphy ve Brad Falchuk’un yaratıcıları arasında olduğu Pose da Paris is Burning’e bir selam çakarak, o dönemi tüm ihtişamı ve acılarıyla ekrana taşıyor.

“Acılarıyla” sözü yanlış bir fikir yaratabilir: Pose, hiçbir şekilde mağduriyetten beslenen bir dizi değil. Tam tersine, ne olursa olsun, umudu canlı tutmaya, AIDS hayatın tam orta yerinde olsa bile, ölüme ve hayata meydan okumaya dair bir hikaye anlatıyor.

Baloların olduğu sahneler (ki aslında bu balo geleneği RuPaul’s Drag Race’te de devam ediyor) çok ihtişamlı olduğu için “abartılı” çekilmiş gibi gelebilir ama yine Paris is Burning’de göreceğiniz üzere, gerçekten hiç de farklı değil. Günlük hayattaki sahnelerde de o her daim yükseklerde olan “umut” bir tür masalsı bir hava katsa da, reddediliş ve ardından yeni bir ailenin parçası olmak üzerine anlatılan hikayelerde “masalsı” hiçbir şey olmadığını ayrıca belirmeye gerek yok herhalde.

Spoiler vermeden temiz bir şekilde anlatacak olursak: Pose, aile olmaya dair bir hikaye. (Aşırı klişe geldi kulağa değil mi?) Her şey Blanca’nın, kendinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen drag annesi Elektra’ya meydan okuyup, kendi ailesini kurmasıyla başlıyor. Anneler arası savaş, sağlam bir şekilde kapıştıkları balolarda çılgın bir rekabete dönerken günlük hayatta da onlar için itici bir güç oluyor. Hedefte balolardan zaferle ayrılıp haneye yeni kupalar kazandırmak var.

Tabii her karakterin kendine ait ayrı bir hikayesi de var. Blanca AIDS olduğunu öğrenir ama kimseye söylemez, parkta dans ederken görüp yeteneğini keşfettiği Damon dans kariyerine yön vermeye çalışır, Blanca’nın en yakın dostu ve baloların “sunucusu” (sunucu biraz hafif kalan bir tanım oldu) Pray Tell, sevgilisini AIDS yüzünden kaybederken kendisinin de virüsü taşıdığını öğrenir, Elektra verdiği kararla hayatta en çok istediği şeyi tamamlar ama diğer her şeyini kaybeder ve Angel tarafında ise… İşte burada bambaşka bir hikaye başlar.

pose angel

American Horror Story’nin gediklisi Evan Peters, burada tam “golden boy” dedikleri tarzda bir adamı canlandırıyor. Trump’ın New York’taki plazasında çalışan, kariyer basamaklarında hızla yükselen, güzel karısı ve iki çocuğuyla banliyöde kendine kusursuz bir hayat yaratmış bir Amerika rüyasıdır Stan Bowes. Ama tabii sadece şeklen. Ne Stan ne de Kate Mara’nın canlandırdığı karısı Patty bu aşırı şekilci hayattan mutlu değillerdir. Stan’in gözü dışarı kayar ve yolları trans seks işçisi Angel’la kesişir. Olaylar olaylar… Ha bu arada, dizinin en güzel sürprizlerinden biri de James Van Der Beek. O kadar itici bir karakteri o kadar iyi canlandırıyor ki! Yanlışlıkla sevmeye başlıyorsunuz bir noktada. Don’t Trust the Bitch in Apartment 23’de de böyle bir rolü vardı. İticilik bir insana bu kadar mı yakışır!

pose james van der beel

Dizinin birinci sezonu, Ertem Eğilmez’in Arzu Film yapımları gibi, tam bir duygu seli yaşatarak bitmişti. Havada kalan ve merak uyandıran bir noktada olmasa bile insan ikinci sezonu izlemek için sabırsızlanıyor; karakterlerle çok yakından bir bağ kuruluyor çünkü. Hayatlarının devamını görmek istiyorsunuz.

Pose ikinci sezon onayını almış olsa da, ne zaman yayınlanacağına dair pek ipucu yok. Ryan Murphy ve tayfasının, bu konuda kafasına estiği gibi davrandığını bildiğimizden, ayrıca endişeli ve meraklıyız. Yine de bazı detaylar var elimizde.

İkinci sezonun 2019’da yayına girmesi planlanıyor. Bu sefer hikaye iki sene sonrasına gidiyor, yani 1990 yılına. Madonna’nın Vogue parçası büyük bir patlama yapmıştır ve balolar ile drag kültürünü ana akımın tam ortasına taşımıştır. Belli ki karakterlerimize ilgi giderek büyüyecek bu sezonda.

Henüz bir fragman yok ama arada RuPaul’s Drag Race’in 11. sezonu başlayacak. Beklemek biraz daha kolaylaşacak anlayacağınız.

 

 

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et