Basın usta isimlerinden Victor Wooten anlatıyor: “Dünyayı nasıl gördüğümüz bizim bir seçimimiz aslında”

Basın efsanevi isimlerinden biri Victor Wooten. Hatta onu “basın Bach’ı” olarak görenler de var. Şimdiden efsaneye dönüşmüş olsa da hiçbir zaman tevazuyu elden bırakmıyor. Bize kalırsa onu bu kadar sağlam yapan da bu.

Röportajda göreceksiniz, birkaç farklı yerde, bizi teşekkür ederek karşıladı Victor Wooten. Aslında şaşırdığımızı da söyleyemeyiz: müziğinden aldığımız enerji bize bunu hissettiriyordu zaten. Her haliyle hayatta “aşmış” bir adam olduğu çok belli.

Beş Grammy ödülü sahibi Victor Wooten, Béla Fleck and the Flecktones ve Marcus ile Stanley Clarke’yi yanına katarak kurduğu SMV adlı topluluklardan tanıyor olabilirsiniz. Ama biz şu ara Dennis Chambers ve Bob Franceschini ile yaptığı trio kayıtları ve performanslarıyla dadanıyoruz kendisine. Sebebi belli; 24 ve 25 Ekim akşamlarında trio olarak Zorlu PSM sahnesinde olacaklar.

Konser öncesi ısınma turları atarken Victor Wooten’la konuştuk. Önce yazının en sonuna gidip trio olarak yayınladıkları Trypnotix albümünü çalmaya başlayın ve okumaya koyulun. Tabii müziğin bu yüksek enerjisi başka bir şeye odaklanmanıza izin verirse.

Yeniden upuzun bir turne için yola koyuluyorsun. Nasıl hissediyorsun kendini?

Turneye çıkmayı çok seviyorum. Sadece dünyayı görmekle kalmıyorum, harika insanlarla tanışıp yeni dostluklar edinme fırsatı da yakalıyorum.

Hangisi senin için önemli: Stüdyoda olmak mı, yoksa sahnede olmak mı?

İkisini de seviyorum. Stüdyoda uzun uzun çalışıp çıkardığımız ürünü iyice cilalama fırsatımız oluyor. Ama bu sahnede olmanın yarattığı enerjiyi ve seyirciyle olan bağın üstüne geçemiyor elbette. Hem stüdyoda hem de sahnede olabildiğim için çok mutluyum.

TEDx konuşmanda, müzisyen bir ailenin içine doğduğundan ve aslında abilerinin seni yönlendirmesiyle bas çalmaya başladığından bahsediyorsun. Diyelim ki basla yolların hiç kesişmedi; başka hangi enstrümanı çalmak isterdin?

Eğer en başta, kendi enstrümanımı seçebilseydim bu kesinlikle davul olurdu. Ritmi çok güçlü hissediyorum. Hem biliyorsunuz, erkekler bir şeylere vurmayı çok severler…

Özellikle gençler, daha çok davula doğru yöneliyorlar; çünkü çalmayı çok iyi bilmeseniz de kolayca ses çıkarabildiğiniz bir enstrüman. Bizim aile grubumuzda zaten bir davulcu olduğu için bana da çalmam için bası verdiler. Çok da mutluyum bundan.

Son albümün Trypnotyx’i geçtiğimiz yıl yayınlandın. Beş yıl aradan sonra kaydettiğin ilk albümündü bu… Peki yeni bir albüm için stüdyoya girme vaktin geldiğini nasıl anladın da stüdyoya girdin?

Tamamen hislerime göre ilerliyorum. Kendime ait bir plak şirketim olduğu için –Vix Records– her sene bir albüm çıkarmam için beni zorlayan yok. Doğru zamanın geldiğine inanana kadar bekliyorum.

Yeni albümler, öncekileri unutturabiliyor. Ben kendi müziğimin bundan daha uzun süreli olmasını istiyorum. O yüzden işi ağırdan alıyorum, hayatı yaşıyorum ve yeni deneyimler ediniyorum. Böylece, yeni bir kayıt için işe koyulduğunda daha çok söyleyecek sözüm oluyor.

Trypnotyx, geçen senenin en sevdiğimiz albümlerinden. Hâlâ döndürüp döndürüp dinliyoruz. Albüm için yola çıktığında nelerden ilham almıştın? Bize kayıt sürecinden biraz bahsedebilir misin?

Çok teşekkürler. Bizi çok mutlu eden bir albüm, sizin de aynı şeyi hissetmenize sevindim. Trio olarak en başta birkaç canlı performans için bir araya geldik. Böylece üçlü olarak ne hissettiğimizi anlama şansımız oldu. Aslında ekstra bir basçıyla birlikte dört kişilik bir gruptuk. İkinci basçının katkılarıyla, daha özgür takılabileceğimi düşünüyordum. Sonradan fark ettim ki, ben daha özgür olsam da bu grubun üçlü olarak çalması daha iyi olacaktı. Ve bu şekilde yola koyulduk.

Şarkıların çoğunu Bob ve ben yazdık. Kayıtları da ikimiz yaptık. Bu sure boyunca sık sık telefonda konuştuk ve fikir alışverişinde bulunduk. Bir şarkının hazır olduğundan iyice emin olunca da kaydı, dinleyip çalmayı öğrenmesi için Dennis’e gönderdik. Sonra Dennis’i de stüdyoya çağırıp tek seferde dört-beş şarkı kaydetmeye başladık.

Dennis işinde harika olduğu için, kendi bölümlerini hızlıca kaydedebiliyor. Bob ile benim daha fazla zamana ihtiyacımız oluyor. Kayıtların çoğunu, benim Nashville, Tennessee’deki stüdyomda kaydettik. Bob kendi bazı kayıtlarını ise New York’ta tamamladı.

Şu sıralar yeni bir kayıt üzerinde çalışıyor musun?

Stüdyomda yenilikler yaptığım için şu ara pek kayıt yapmam mümkün değil. Ama gerçekleştirmek istediğim bir sürü fikrim var.

Trio olarak Wooten Woods Retreat Center’da gerçekleştirdiğimiz iki canlı performansımızın ses ve video kayıtlarını aldık. Harika oldu gerçekten. Planım bunu canlı bir konser DVD’sine dönüştürmek. Ayrıca The Bass Whisperer adlı bir bas konçertosunun bestelenmesinde ve çalınmasında katkıda bulundum. Niyetim bu iki projeyi de 2019 yılı içerisinde tamamlamak. Bana şans dileyin!

Müziğinin hep çok canlı bir hissi var. Moralsiz olduğu anlarda bile insanı mutlu etmeyi başarabiliyor. Sen bu enerjiyi nereden buluyorsun? Malum günümüz dünyasında her daim yüksek enerjili ve motive kalabilmek giderek zorlaşıyor…

Söylediklerin için çok teşekkür ederim. İnsanların daha iyi hissetmesini sağlamak, müzik yapmaktaki asıl amaçlarımdan biri. Hayatta her ne kadar bazı şeyler zorlaşsa da, giderek iyileşen ve kolaylaşan başka şeyler de olduğunu unutmamak gerekir. Dünyayı nasıl gördüğümüz bizim bir seçimimiz aslında. Gördüğünü beğenmiyorsan, gördüğün şeyleri değiştirmelisin. Eğer değiştiremiyorsan da bunu iyileştirmek için bir şeyler yapmalısın. Mesela bir şarkı yazabilirsin… İlham tam karşında.

Malum, son 20 yıl içerisinde müzik dinleme alışkanlıkları çok hızlı bir şekilde değişti. Bunları bir müzisyen olarak bizzat deneyimledin. Sen müziğin dijitalleşmesi hakkında ne düşünüyorsun peki? Sence müziğini etkiledi mi?

Aslında bunun geçmişi 20 yıldan da fazla. Dijitalleşme sayesinde müziğe ulaşmak kolaylaştı ama ses kalitesi de feci şekilde düştü. Canlı müzikten plağa; oradan CD ve MP3’e doğru geçiş yaptı. Şimdi ise kulağın içinde kaybolan minicik kulaklıklardan yayılıyor müzik; farkında değiliz ama bu sesin boyutlarını da etkiliyor. Çocuklarımız müziğin ne kadar çeşitli ses barındırabileceğini bilmeden büyüyor. Diğer taraftan, müziğe erişimleri hiç olmadığı kadar kolay da.

İyi enerji yayan ve güzel mesajlar veren, sağlam bir müzik yapmak için elimden geleni yapıyorum. Buna destek olduğunuz için ayrıca teşekkür ederim.

Günümüzün en etkileyici basçılarından biri olarak, kariyerinin başındaki müzisyenlere ne tavsiye edersin?

Değerli bir şeyler yapın. Sadece para kazanmak ya da ünlü olmak için çabalamayın. Para kazanmanıza ve ünlü olmanıza değecek bir şeyler yapın.

İstanbul’daki caz dinleyicisi basçıları çok seviyor aslında. Burada daha önce birkaç kere konser vermiştin sen de. Birinci elden gözlemleme fırsatın olmuştur belki: Sence neden Türk dinleyicisi basın sesiyle böyle yakından bir ilişki kuruyor?

Aslında bence, tüm insanlar basla özel bir ilişki kuruyor. Ya da en azından, benim umudum bu. Ama sizin ülkeniz tarihi, kültürü, müziği ve pek çok ayrı özelliğiyle çok zengin bir yer. Çok eski ve derin bir kültür var orada… Bence bas da tam olarak buna hitap ediyor; çünkü o da derin ve zengin. Türkiye’deki dinleyici de tüm kalbiyle hissediyor bunu. Çok seviyorum bunu; sizi de bunun için seviyorum.

Turnedeyken yolculuklar sırasında neler dinliyorsun? Özel bir şarkı listen var mı?

Hayır, yolda dinlemek için özel bir listem yok. Şu sıralar yazdığım yeni bir kitabı tamamlamak üzereyim. The Music Lesson (Müzik Dersi) adlı ilk kitabımın devamı bu. Adı da The Spirit of Music (Müziğin Ruhu). Seyahatler sırasındaki tüm serbest zamanımı yazmaya ayırıyorum. Ve gerçekten keyif alıyorum bundan.

Sizin oraların müziklerini keşfetmeyi çok isterim. Belki bu konuda bana yardımcı olursunuz.

Sorularımızı cevapladığın için çok teşekkür ederiz. Seni canlı dinleyip izleyeceğimiz için şimdiden heyecanlandık!

Desteğin ve ilgin için teşekkürler. Ben de sizi görmek ve müziğimizi sizinle paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Görüşmek üzere!