Dinlenmek bu kadar zor olmamalı: Bir “iş” haline gelen rahatlama çabamız

Sürekli meşgul olma halinin övünülecek bir şey olduğu fikrini ilk kimin ortaya attığını bilmesek de epey tuttuğunu biliyoruz. Malum, her geçen gün gelişen ve hızına yetişmekte zorlandığımız modern dünyada kendimize yer bulabilmemiz için hepimiz kendimize bir dolu meşguliyet edindik. Hatta ne kadar çok meşgul olursak o kadar iyi olacağımızı düşündük. Ama kendimizi tüm bu yoğunluğa kaptırırken de en sıradan, kolay ve de rahatlatıcı bir eylemi nasıl yaptığımızı unuttuk: dinlenmek. Dümdüz, basitçe, sadece dinlenmek… En son ne zaman boş duvarlara bakarak zihninizi rahatlatabildiğinizi, bedeninizi dinlendirebildiğini hatırlıyorsanız ne mutlu size. Aslına bakarsanız biz pek hatırlamıyoruz ve neden bu kadar kolay bir eylemi yapabilmek için bile yardıma muhtaç hale geldiğimizin bir cevabını bulmak için klavyenin başına geçiyoruz.

İster inkar edin ister isyan, hepimizin kapitalist bir sistem içinde oradan oraya savrulduğumuz koca bir gerçek. Ve bu sistem gerek açık açık gerekse saman altından su yürüterek bizi birtakım kodlamalara, gerekliliklere maruz bırakıyor. Şüphesiz “çalışmak” da bu kodlamaların başında geliyor. Çalışmak, para kazanmak/kazandırmak, üretmek elbette kötü bir şey değil; ama her eylemde olduğu gibi fazlası zarar bir şey. Özellikle son yıllara baktığımızda aşırı çalışmanın ya da çok yoğun bir iş insanı olmanın övünülecek bir “yetkinlik” haline geldiğini görüyoruz. Dünyanın en zengin ikinci iş insanı olmasına rağmen kendisini ciddiye almakta epey zorlandığımız Elon Musk kendisine sorulan “mesaiden sonraki zamanınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna “daha fazla çalışarak” şeklinde yanıt veriyor mesela. Ya da kendisine mikrofon uzatılan tüm iş dünyası hep bir ağızdan az uyuduklarından, sabahın beşinde kalkıp çalışmaya başladıklarından ya da evde bile çalışmaya devam ettiklerinden gururla söz ederek bunları “başarının anahtarı” olarak sunuyorlar bize. Dolayısıyla çalışmanın daha doğrusu bir işe gereğinden fazla, aşırı vakit harcamanın bu kadar kutsandığı bir dünyada da bir zaman sonra iş/özel hayat ya da çalışma/dinlenme dengelerinin şaşması da kaçınılmaz oluyor. Tüm dengemiz şaşarken de küçük, tatlı ve suçlu molalarımızı elimizdeki eğlenceli oyuncaklarla oynayarak, renkli renkli ekranlara bakarak “değerlendiriyoruz”. Ve tüm bunların sonucunda da nur topu gibi bağımlılığımız oluyor; ekranlar olmadan vakit geçirebilmeyi, bir sonraki işimizi planlamadan duvarlara bakabilmeyi ya da sessiz bir ortamda hiçbir şeyle meşgul olmadan oturabilmeyi unutuyoruz. Dinlenmenin anlamı, şekli şemali bile değişti bu arada; meditasyon koçları, yetişkinler için boyama kitapları ya da ASMR videoları bizi rahatlatmak için hemen yanı başımızdalar artık. Dinlenmek artık programımıza eklediğimiz bir “iş” haline geldi.

Peki, bir günü “hiçbir şey yapmadan bitirmek” bize kendimizi neden bu kadar kötü hissettiriyor? Ya da bir ekrana bakmadan sadece oturmak neden bize vakit kaybıymış gibi geliyor? Şüphesiz bunda Dünya Sağlık Örgütü’nün “21. Yüzyılın salgını” şeklinde tanımladığı stresin etkisi büyük. Gün içinde artan stres seviyemiz rahatlamaya çalıştığımız anlarda da yakamızı bırakmıyor. Ayrıca BBC Radio 4’ün All in the Mind programının sunucusu ve The Art of Rest kitabının yazarı Claudia Hammond da bu konu hakkında şunları söylüyor; “Meşgul olmak üzerimizde gururla taşıdığımız bir onur nişanı haline geldi. Kendimizden ve diğer insanlardan beklediğimiz bir şey artık bu. Ne yazık ki günümüzde hepimiz ‘meşgul insanların daha iyi olduğunu’ düşünüyoruz. Dinlenmek bile bazı yönlerden ticarileştirildi.” Gerçekten de artık tek başımıza dinlenemez ve rahatlayamaz hale geldik; dinlenmeye konsantre olabilmek için bile meditasyon uygulamalarına ya da koçlarına, kalabalık ama izole mekanlara kısacası bir yol göstericiye ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü “boş” geçirdiğimiz zamanların bizim için bir dinlenme olmadığını, harcandığını düşünüyoruz.

The Guardian’a konuşan klinik psikolog Rachel Andrew bu sorunu her gün muayene odasında gördüğünü ve daha da kötüye gittiğini düşündüğünü söylüyor; “Oldukça geniş bir yaş aralığına sahip (12 ila 70 yaş) danışanlarımla yaptığım seanslarımda, özellikle son üç ila beş yılda, kendini dış dünyaya kapatmayı ve rahatlamayı giderek daha zor bulan insanların sayısında bir artış olduğunu fark ettim” diyor.

Working Jim Carrey GIF - Find & Share on GIPHY

Andrew ayrıca bir ekranın önünde zaman geçirerek rahatladığını söyleyen insanlar hakkında da şöyle diyor; “Bazen insanlar ekranlara baktıklarında onlara gerçekten bakmıyorlar. Ne yaptıklarının farkında olmadan kendilerini dış dünyaya kapatıyorlar, evet. Bunu neredeyse bir çözülme olarak da görebiliriz. Ama bunun ne şekilde olursa olsun besleyici olması, iyi gelmesi pek olası değil.” Bu arada “ama bunlar beni gerçekten rahatlatıyor” şeklinde düşünebilirsiniz; bu durum rahatlamadan ziyade bir uyuşturma hali Andrew’a göre. The Future Laboratory’nin araştırmacı yazarlarından biri olan Holly Friend ise BBC’ye verdiği röportajda dinlenmenin mevcut sistemlerin mekanizmasına karşı bir siyasi eyleme dönüştüğünden bahsediyor ve “geçtiğimiz 10 yılda iş dünyasının bir fetiş haline gelmiş olması, boş zamanın bile kendimizi fiziksel ve entelektüel olarak arındırmak için harcanması gerektiği beklentisini harekete geçirdiğinden boş zamanlarımız suçlulukla iç içe geçti. Ancak tecrit ve yalnızlık hızla yeni normal haline geldiğinde dinlenmek kolaylaşıyor ve mevcut sistemlere karşı keyifli bir direniş pratiği haline geliyor” diyor. Evet, gördüğünüz gibi dümdüz tavanı izlememize bile çeşit çeşit anlamlar yüklendiği bir garip dönemdeyiz.

Ayrıca ekranların bizim bile isteye başvurduğumuz bir dikkat dağıtma tekniği olduğundan böylelikle bizi kendimizle bir akşam geçirmekten alıkoyduklarından ve de benliğimizden kaçınmamız için kullandığımız bir yol olduğundan bahseden psikanalistler de mevcut. Ama sunduğumuz tüm bu yorumların ortak bir görüşü var; şöyle sağlam bir dinlenmenin herkese iyi geldiği gerçeği. Dışarıda hızına yetişemediğimiz ya da hızını kontrol edemediğimiz birçok uyarıcı etken var. Ama bize ait, kendimizle baş başa kaldığımız dinlenme ve rahatlama zamanlarımızı ne hızda yaşayacağımız tamamen bize bağlı. Aklınıza gelebilecek tüm spiritüel öğretilerin ya da meditasyon eylemlerinin temelinde de zaten “içinde bulunduğumuz zamanı yavaşlatmak” ya da “anı yaşamak” yok mudur? Bedenimizin verdiği tepkiler bile yavaşlar o anlarda; nefes alış verişimiz, kalp atışımız, hareketlerimiz. Son sürat yaşadığımız gündelik hayatlarımız için “pause” tuşuna basarız ve gerçekten de zaman sanki yavaşlar bizim için. Onun için kendimize bir iyilik yapmak, janjanlı sloganlarla vadedilen o meşhur farkındalık anlarına varabilmek ya da sade ve sadece rahatlamak için yapmamız gereken tek şeyin öylece oturmak olduğunu yeniden hatırlamamız gerek belki de.