
Gözümüzün gördükleri ile bir Oscar raporu
Sabahlanan bir tören gecesinin sonunda, geyiği bol bir Oscar raporu.
Öncelikle büyük bir dramı dile getirerek başlayalım: Eğer Türkiye sınırları içerisindeyseniz ve Digiturk abonesi değilseniz, töreni izleyebilmek için gerçekten “kötü yol”a düşmeniz gerekiyor. Google’da ne aramalar yapıldı, ne linklere tıklandı… Neyse ki Instagram çağındayız da, tüm kesintilere rağmen boşlukları doldura doldura ilerleyebildik. (Yoksa aşırı kolay bir yer vardı da biz mi görmedik?! Öyleyse hiçbir şey söylemeyin, bize ekstra acı yaşatmayın.)
Altın Küreler öncesi çok heyecanlıydık, kendi aramızda tek tek tüm kategoriler üzerinden ilerleyip bir değerlendirme yapmıştık burada. Bu sefer öyle bir işe kalkışmadık; zira tahmin etmesi hiç de zor olmayan yıldı, heyecanımız kaçtı. Hatta kafamızda dönen tahminlerimizle bahis oynasaydık aşırı zengin olabilirdik. Ana kategorilerin hiçbirinde pas geçmemiş olurduk çünkü.
Gece aslında Billy Porter’ın aşırı ihtişamlı girişiyle, oldukça umut verici bir şekilde başlamıştı.
Karizmanın kitabı böyle yazılır ve tüm gece boyunca gördük ki, kırmızı halıda, Billy Porter’ın eteğinin ucuyla bile kapışabilecek biri çıkmadı. (Bu arada Pose sevdamız pekişti bir anda. Hazır Netflix’e gelmişken, bir yazı patlatalım biz.)

Charlize Theron her daim çıtayı yüksek tuttuğundan, en ufak bir düşüşte büyük hayalkırıklıkları yaratıyor. Ama kıyafetin üzerinde pek fena oturduğunun o da farkında gibi… Sanki…
Aşırı kalp kırıcı kırmızı halı görünümleri ve suya sabuna dokunmayan geyikçi kırmızı halı muhabbetlerinin ardından ödül töreninin başlayacağı haberi geldi. Akademi’nin Twitter hesabı üzerinden, ABC’nin tören yayını start almadan evvel, son olarak bir de tören açılış performansının biz gariban Twitter izleyicisi için canlı verileceği söylendi. Öğrendik ki, birkaç gün önce törende sahne alacağı açıklanan Queen, meğer açılış performansını yapacakmış…
Ve başladı…
“Bu kabusu gördüğüme göre çoktan uyuyakalmış olmalıyım” dedim kendi kendime. Ama bakındım. Maalesef uyanığım.
Queen, 2011’den bu yana vokallerde Adam Lambert’le birlikte konserler veriyor. Bu gece de aynı kadro sahnedeydiler. Sebebini anlayamadım. Çok zengin olduklarına eminim, para için diyemem. Bu kadar kötü bir performansla ne Freddie Mercury’yi ne de geçmişlerini onurlandırmak istemiş olabilirler. Kötü bir parodi gibiydi. Hislerim, Aleyna Tilki’nin Smells Like Teen Spirit’i cover’ladığı performansı karşısında hissettiklerime çok yakın. Bir de şarkıları yarısında kesip kesip böyle ortaya karışık bir saçmalık yaptılar. Kalp kırıcı!
Performans neyse ki bitti…
Şimdi tekrar Billy Porter’a bakıp moralimizi düzeltelim.
Devam edebiliriz.
Bu sene sunucusuz olarak gerçekleşen tören boyunca (sebeplerini burada anlatmıştık) pek çok ünlü isim sırayla çıkıp ödülleri takdim etti, aralarda komiklikler, şakalar yaptı. Açılış ise ABD’nin batı yakasındaki en matrak üç kadına aitti: Tina Fey, Maya Rudolph ve Amy Poehler.
Akademi’nin geçtiğimiz hafta ödül törenine dair yaptığı abuk açıklamalarla dalga geçtiler. Maya Rudolph’un söylediği ayrıca komikti: “Merak etmeyin, Popüler Film kategorisi diye bir şey olmayacak bugün. Meksika da duvarın parasını ödemeyecek.” Galiba daha da politik bir şey söylenmedi dün gece…
Ve birkaç şakanın daha ardından (ki biz bu üçünü severiz, ne kadar fena şeyler söylediklerini duyunca biraz mahvolduk o yüzden) En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında kazananı açıkladılar.
If Beale Street Could Talk fena es geçildi bu sene… Neyse ki Regina King’i görmüşler.
Bu arada her ne kadar The Favourite bu yılki favorimiz olsa da tüm iyi dileklerimizi Olivia Colman’a sakladığımız için, filmden bu kategoride aday olan iki isme (Emma Stone ve Rachel Weisz) pek odaklanamamıştık…
Törenin kendi akışından sapalım. Çünkü lafı, Mahershala Ali’ye getirmek için sabırsızlanıyoruz.
Kırmızı halı işini en iyi erkekler beceriyor. Mahershala’ya bakın. Aksesuar, insanı rezil de eder vezir de. Mahershala’yı kral etmiş.
Green Book’taki performansıyla En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülü için de şansının (yine) yüksek olduğunu biliyorduk. Bir sene önce de Moonlight’la aynı kategoride ödül almıştı. Akademi onu seviyor.
Akademi bu sene, Bohemian Rhapsody ve Roma’yı da çok sevdi malum. Bohemian Rhapsody ile ilgili ayrıca konuşuruz ama Rami Malek’in her daim arkasındayız. Filmdeki performansından bağımsız. Mr Robot’la başlayan, sessiz ve derinden ilerleyen bir ilişkimiz vardı. O deli gözlü, kafayı sıyırmış hacker rolünde bayılmıştık kendisine. Sonra bir baktık Freddie Mercury gibi poz kesiyor, sahnede bir şeyler yapıyor.
Filmdeki makyajından nefret ettik; tüm filme bir tür Levent Kırca skeci havası katıyordu. Ama çok çalışmıştı belli ki.
Kusura bakmayın, papyonu fena halde yamuk olsa bile, gözümüzün önünde yükseldiği için Rami Malek’e dair hislerimiz pek anaç. Adil bir şekilde değerlendiremeyeceğiz.
Konuşması da öyle minnoştu ki! Bu ödülü hak etmedi demeye yüreğiniz el verir mi şimdi, sorarım size?

Lady Gaga sonunda dayanamamış gidip Rami Malek’in papyonunu düzeltmiş. Koca yürekli kadın!
“Minnoş” demişken… Genelde Oscar’lar uğruna sabahlamaya meyilli bir bünyede olmasam da, beni kişisel olarak ilgilendiren bir ödül vardı bu sene: En İyi Kadın Oyuncu. Onun uğruna azıcık sızar gibi olduğumda bile silkinerek uyandım durdum. 15 dakikada bir çalsın diye alarmlar kurdum. Çünkü fanatizm bunu gerektirir.
Kısa zamanda, çok hızlı bir şekilde sevdalandım Olivia Colman’a. The Favourite‘ta o kadar sağlam döktürüyordu ki! Sonra diziden sinemaya yaptığı tüm işleri peş peşe izlerken buldum kendimi. Yakında The Crown’da kraliçe rolünde (bu sefer Elizabeth olan) izleyeceğimiz için çok heyecanlanıyorum.
Glenn Close’a karşı olan sevgi dolu hislerime rağmen, Olivia Colman ödüle bu kadar yaklaşmışken kalbim başkasından yana çarpamazdı…
İyi ki de oturup beklemişim Olivia Colman’ın ödül alışını (çünkü alacağından o kadar emindim ki, alacak diye oturup izledim resmen); onu neden bu kadar sevdiğimi daha iyi anladım. ÇÜNKÜ DELİ.
Glenn Close’dan özür dilemesi haha! Ayrıca hem filmin yönetmeni Yorgos Lanthimos’un hem de kocasının en az onun kadar mutlu olması… (Hatta Yorgos’un ağlaması <3)
Bu sene benim yürekten kapıldığım bir film daha vardı: Roma.
Muhtemelen, Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde ödül verdikleri için, En İyi Film ödülünü Green Book’a vermeyi uygun gördüler… Yani başka bir açıklama düşünemiyorum. O zaman aday göstermeselermiş. Neyse. Alfonso Cuarón üç kategoride ödülü topladı: Yabancı Dilde En İyi Film, En İyi Sinematografi ve EN İYİ YÖNETMEN.
Guillermo Del Toro’nun, “Telaffuz etmekte zorlanacağım bir isim” diyerek şaka yapmasına da ayrıca ölüp bittim. Böyle minnoşluklar can alıcı gerçekten. (Ya da 16. bardak kahve devreleri yaktı bende.)
Dediğimiz gibi, belli ki Cuarón’a vereceğimizi verdik diyerek, En İyi Film ödülünü Green Book’a teslim ettiler. Filmi sevmediğimizden değil de, koskoca Roma gibi bir şaheser varken… Yani iyi taraftan düşünelim tabii bir de: Bohemian Rhapsody’ye mi gitseydi bu ödül?
Bu arada Spike Lee de ilk Oscar’ını aldı BlacKkKlansman sayesinde. Geceye Prince’e selam çakan bir kıyafetle katılan Spike Lee ile Samuel L. Jackson’ın kucaklaşması bromance’in zirve noktasıdır muhtemelen.
“Bromance” demişken aklıma geldi: Tüm gece millet Lady Gaga ile Bradley Cooper’ın öpüşmesini bekledi muhtemelen haha! Ben de açıkçası öpüşseler de kurtulsak diyordum. Ama neyse ki Oscar’larla birlikte ödül sezonu bitti de biraz rahatladık. Açıkçası kişisel olarak söylemeliyim ki, öyle ödül törenlerinde diz dize göz göze, arabesk hisler salgılayarak düet yapmalarından çok bıktım. Lady Gaga’ya saygımız büyüktür ama yani…
Bir de kaçıncı ödülü, hâlâ çığlık çığlığa histeri komasına girebilmesine pes! Neyse… Koca yürekli kadın, vardır bir bildiği.
Gördüğünüz üzere, Olivia Colman dışında pek bir aksiyonun olmadığı, temponun düşmediği ama hiç de yükselmediği, ödül akışı tahmin edilebilir bir seviyede ilerleyen bir töreni daha geride bıraktık.
Her sene “yok, bir daha sabahlamayız” diyoruz ama yine kendimizi ekran başında buluyoruz ya, bu da bizim çaresizliğimiz olsun.
Ayrıca, bizce de bu konuşması için, Olivia Colman’a bir Oscar daha verilsin.