İnsanlık kadar eski bir fobi: Bilinmeyenden korkmak

“Belirsizlik, en kötü ihtimalden daha acı vericidir” diyor Rus edebiyatının can yakan ustalarından Dostoyevski. Ve evet, hayatın olağan akışı sırasında çoğu zaman bu acı his kalbimizden, zihnimizden eksik olmuyor ve bizi içinde bulunduğumuz andan uzaklaştırıp geleceğe dair çeşitli kaygıların pençesine atıveriyor. (Sardı korkular!) Herhangi bir durumun, duygunun ya da bunların sonuçlarının belirsiz olması ve bunların saçtığı korkular insanlığın var oluşundan beri baş etmeye çalıştığımız bir konu aslında. Bu duyguyu çok uzaklarda aramaya da gerek yok; pandemi gibi her şeyi bir anda belirsiz kılan bir krizle beraber bu endişeyi doyasıya yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Hem sadece bu değil; çevreden teknolojiye pek çok konuda distopyalara doğru koştuğumuzu hissettiğimiz bu dönemde, gelecek hiç olmadığı kadar karanlık. Bu yazımızda da hakkında uzun yıllardır çeşitli araştırmalar yapılan, hatta bilim dünyasında “intolerance of uncertainy” isminde bir karşılığı olan bilinmeyene/belirsizliğe karşı duyulan tahammülsüzlüğe dadanıyor, bu korkunun anatomisini anlamaya çalışıyoruz.

Lonely Gute Nacht GIF by Michelle Porucznik - Find & Share on GIPHY

Belirsizliğe yani bilinmeyene karşı sergilediğimiz çekingen tutum girişte de bahsettiğimiz gibi biz modern zaman insanlarına mahsus bir durum değil elbette. Bulunduğumuz noktadan geçmişe baktığımızda gelişen ve değişen zamanın, teknolojilerin bizi ilk insanların baş etmeye çalıştığı birçok temel sorundan kurtardığını söyleyebiliriz. Ama bu değişim tamamıyla toz pembe de olmadı çünkü beraberinde bize yeni zorluklar, korkular ve belirsizlikler de getirdi.

Tarih öncesi çağlarda avcılık ve toplayıcılık yaparak hayatını sürdüren atalarımız her an tehlikeli bir yırtıcıyla ya da düşmanla karşılaşabilirdi; sürekli tetikte olmak ve bir sonraki hamlesini planlamak zorundaydı. Aksi takdirde tahmin edemediği bir ihtimal ya da yaptığı bir yanlış hareket ölümüne bile sebep olabilirdi. Dolayısıyla zamanla, önündeki seçenekler arasında belirsiz olandan kaçınma ve kesin olan ihtimali tercih etme içgüdüsü geliştirdi. Hayatta kalma içgüdülerinden olan bu dürtü ise gelişen çağlar boyunca hep bizimleydi ve günümüzde biraz şekil değiştirmiş olsa da dolaylı yoldan da olsa modern dünyada istediğimiz şekilde var olmamız için bizi tetikte tutmaya devam ediyor. Ama bir zamanlar hayatta kalmamızı sağlayan bu korku şu anda zihnimizin “belirsiz durumları işleme” mekanizmasında zaman zaman yetersizliğe sebebiyet veriyor ve beraberinde kronik anksiyete bozukluklarına kadar götürüyor bizi.

Nervous Charlie Brown GIF by Apple TV+ - Find & Share on GIPHY

Kanada’da, Regina Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Nicholas Carleton atalarımızdan bize kalan bu korkuyu insanlığın temel korkularından biri olarak tanımlıyor ve “bilinmeyenleri potansiyel tehditler olarak görmek yiyecek, barınak ya da eş bulma kaygısıyla hemen hemen eşdeğer” diyor. Intolerance of uncertainy (IU) yani belirsizliğe tahammülsüzlük kavramını ise bireyin belirgin, anahtar veya yeterli bilgi eksikliği algısıyla tetiklenen ve caydırıcı tepki eğilimdeki yetersizlik olarak tanımlıyor.

Evet, biraz terimsel bir anlatım. Yale Üniversitesi’nde bir psikolog olan Ema Tanovic ise belirsizliğin insanlar üzerindeki sonuçlarını araştırıyor. Onun söyledikleri daha somut gelebilir kulağa: “İnsanlar belirsizliği ve onunla birlikte gelen endişeyi azaltmak için çok çabalayabilirler; iyi olduklarından emin olmak için sevdiklerini tekrar tekrar aramak, duygularından emin olmak için hoşlandığı kişiye mesaj atmak, önemli bir mailin yollarını gözlerken gelen kutusunu sürekli yenilemek gibi şeyler yapabilirler. Bazen bu davranışlar işe yarar ve belirsizliği giderir. Ancak bu eylemlerin zaman, çaba ve ilişkiler üzerindeki etkisi genellikle oldukça maliyetli ve de yorucu olabilir” diyor. Ve haklı da. 2016 yılında Nature Communications’da yayınlanan bir nörobiyolojik araştırmayla Tanovic’in ne demek istediğini açıklayalım hemen.

Bu hafif sadistik çalışma 45 gönüllü ile gerçekleştirilmiş ve belirsizliğin, belirsizliğin sonucundan daha çok strese sebep olduğunu ortaya koymuş. Çalışmadaki gönüllülere bir bilgisayar oyunu oynatılmış bu deneyde. Bu oyunda altlarında yılan saklı olan birçok kaya varmış ve katılımcılardan hangi kayaların altında yılan olup olmadığını tahmin etmeleri istenmiş. Eğer tıkladıkları kayaların altından yılan çıkarsa ellerine küçük bir elektrik şoku veriliyormuş. Ve katılımcıların stres düzeyleri gözbebeği genişlemesi ya da terleme ölçümleri ile deney boyunca takip edilmiş. Katılımcılara bir süre sonra hangi kayaların altında yılan olma ihtimalinin yüksek olduğu hangilerinde düşük olduğu söylenmeye başlanmış. Mesela “bu kayanın altında yüzde 100 ihtimalle yılan var, şurada yüzde 50 ihtimalle yılan var, burada kesin yok” gibi… Ve katılımcıların altında yüzde 100 ve yüzde 0 ihtimalle yılan olan kayaya tıklarken sahip oldukları stres seviyelerinin yüzde 50 ihtimale göre daha düşük olduğu ortaya çıkmış. Belirsiz olan durumda, elektrik şoku alacaklarından emin oldukları duruma göre bile daha çok endişelenmişler, terlemişler ve göz bebekleri büyümüş. Çalışmayı gerçekleştiren araştırmacılarından biri olan Archy de Berker “Deneyimiz, belirsizliğin stres üzerindeki etkisi hakkında sonuçlar çıkarmamıza izin veriyor. Bir şoka maruz kalıp kalmayacağınızı bilmemek, kesinlikle maruz kalacağınız veya kalmayacağınız durumdan bile daha kötü” diyor.

The Simpsons Bart GIF by MOODMAN - Find & Share on GIPHY

Tanovic’in bizzat gerçekleştirdiği bir başka deneyde de benzer sonuçlar karşımıza çıkıyor. Tanovic 56 öğrenciyle yaptığı araştırmasında katılımcılarla ödüllü bir “belirsiz bekleme oyunu” oynuyor. Deneye katılanlara bekleme sürelerinin sonunda çeşitli ödüller veriliyor. Katılımcılar bu ödülünün ne olduğunu ise deney sırasında öğreniyorlar. Ve şöyle bir detay var; ödülün ne olduğunu öğrenmek için bekledikleri süre ne kadar uzun olursa ödül de o kadar büyük oluyor. Katılımcıların çoğu bu belirsizliğe dayanamıyor ve kısa bir süre sonra ödülü öğrenmek istiyorlar. Böylelikle küçük bir ödül alıp ayrılıyorlar. Katılımcıların sadece yüzde 37’si her denemede beklemeleri gereken süre kadar bekleyip büyük ödülü alıyor. Geri kalan yüzde ise ödülün kendisinden ziyade belirsizliğine odaklanıp kendini rahatsız hissetmeye başlıyor ve zihninde yarattığı ihtimallerle boğuşmaktansa daha azıyla yetinmeye karar veriyor. Ama böylelikle daha büyük bir ödülü kaçırmış oluyor.

Bu ve buna benzer kaçan fırsatlar birçoğumuza tanıdık gelmiştir herhalde. Özellikle belirsizliğe tahammülü olmayan insanlar için her zaman var olan bir olasılık bu. Biz de çoğu zaman gelecekteki olası bir tehdide ya da fırsata ilişkin belirsizlik sezince hemen ondan kaçınmaya yelteniyoruz. Çünkü bu durum tam anlamıyla bizim algılarımızla oynuyor ve sağlıklı düşünme kabiliyetimizi bozuyor, bizi çeşitli endişelere itiyor. Belirsizliğin sonucunun lehimize olma ihtimali yüksek olsa bile bu acı veren durumun bir an önce son bulması için yanlış kararlar veriyoruz ve aceleci adımlar atıyoruz. Ya da Tanovic’in dediği gibi “belirsizlik, bir durumun tehdit ediciliğini yoğunlaştırıyor”. Bizi bu korku ya da tahmmülsüzlüğe iten beyin aktivitesinin ne olduğu ise hâlâ tam olarak çözülebilmiş değil. Ama ihtimaller arasında “tehlikelere karşı aşırı uyanık olma” içgüdülerimiz öne çıkıyor. “Çoğu durumda, belirsizlik kaygının temel bir unsuru gibi görünüyor” diyen Carleton ise psikoterapinin insanların belirsizliğe karşı olan toleransını arttırabileceğini söylüyor.

Sad Thinking GIF by M - Find & Share on GIPHY

Uzmanlar günümüzde sıkça karşımıza çıkan bir terapi çeşidi olan bilişsel davranışçı terapinin, öngörülemeyen bir olay ile tetiklenebilecek felaket düşüncelerini kontrol altında tutmayı ve belirsizlikle daha güçlü bir şekilde başa çıkmayı öğretebileceğini düşünüyorlar. Böylelikle bir bilinmeyen karşısında korkup hareketsiz kalmak ya da bir anlık gafletle yanlış kararlar vermek yerine daha sağlıklı kararlar alabileceğimizi söylüyorlar. Ya da geleceği tahmin edebilme ihtimalimizin düşük olduğunu kabullenerek karşımıza çıkan belirsizliklere daha ılımlı yaklaşabileceğimizi. Belirsizlikler ya da bilinmeyenler hayat denklemimizin olmazsa olmazları sonuçta ve beklenmedik bir anda gelen mesajların, maillerin ya da hayatta karşımıza çıkan tüm sürprizlerin de heyecanının kaynağı onlar bir yerde. Ve onlar hakkında endişeleniyor olmamız da (elbette başka ciddi rahatsızlıklara neden olmaması koşuluyla) tıpkı bizden önce yaşamış tüm insanlarda olduğu gibi bizim de hayatta kalmamıza yardımcı olan dürtülerden yalnızca biri…