
İyisiyle, kötüsüyle Stephen King uyarlamaları
Hazırlayanlar: Seden Mestan & Güliz Atsız
Tüm zamanların en iyi hikaye anlatıcılarından Stephen King. Karakterleri, olayları ve ambiyansları öyle ince ince işleyerek anlatıyor ki, okuyucunun romanlarıyla kurduğu ilişki de bambaşka oluyor. Haliyle Stephen King romanlarını alıp dizi ya da film olarak uyarlamak ciddi marifet gerektiriyor. Evet, neredeyse her sene önümüze bir adet Stephen King uyarlaması düşüyor ama bunların çok azı hak ettiği gibi kült mertebesine yükselebiliyor. Bazıları da sadece aksiyon dolu bir vizyon filmi olmanın peşinde kötünün de kötüsü haline gelebiliyor. (Dev hayal kırıklıkları…)
Diğer taraftan da, Stephen King uyarlamalarını puanlamanın zor bir tarafı var. Bazı adaptasyonlardan çok iyi filmler çıkmasına rağmen, romanla (veya hikayeyle) ilişkileri o kadar zayıf oluyor ki, King hayranları tarafından “kötü adaptasyon” kutusuna yerleştiriliyorlar. Biz Stephen King’le olan sıcak ilişkimize yenik düşmedik; Sezar’ın hakkı Sezar’a dedik, ve listedeki filmleri romanlarla ilişkilerine çok da kapılmadan seçtik.
İşte karşınızda iyisiyle, kötüsüyle dadandığımız Stephen King uyarlamaları…
KESİNLİKLE EN İYİLER!
Shining
En sadakatsiz uyarlamalardan biri. Zamanında King filmi hiç beğenmediğini ve Jack Nicholson’ı role uygun bulmadığını söylemiş. Kim ne derse desin, o artık bir klasik, sinema tarihinde bir kült, bir fenomen! Film üzerine yazılan teorilerin haddi hesabı yok. Bir de bu filmi beğenen şunu da beğendi: Room 237, bizden söylemesi.
Carrie (1976)
İzlememiş olsanız da Carrie’nin o kült sahnesini çok iyi bilirsiniz. Filmin yönetmen koltuğunda Brian de Palma yer alıyor. Üzerine çokça akademik makalenin yazıldığı, film derslerinde izletilen bir klasik. Sissy Spacek’i bu role kim seçtiyse, buradan kendisine En İyi Casting Oscar’ı yollamak istiyoruz.
Misery
Misery’nin büyük bir bölümü tek bir mekanda geçiyor ve bütün hikaye iki karakterin gerilimli ilişkisi üzerine kurulu. Bilmesek, Stephen King’in bu romanı Kathy Bates’i düşünerek yazdığına inanabiliriz. Sadece bakışlarıyla bile dağları devirebilecek olan Kathy Bates’e bu filmde James Caan eşlik ediyor. There will be blood.
Shawshank Redemption
Yıllardır IMDB’nin birincisi, yılların eskitemediği bir klasik. Stephen King, korku ve gerilim hattındaki romanlarıyla “genel olarak” bilinir ama aslında öyküleri de harikadır. Müthiş dostluklar anlatır, yürek burkar. Shawshank Redemption bu öykü uyarlamalarından biri. Listede birkaç tane daha var.
Green Mile
“Yürek burkar” dememizin tam üstüne geldi. Tom Hanks ile Michael Clarke Duncan karşılıklı döktürüyor. Listeye bir baktık da: kesinlikle en acıklı Stephen King eseri.
The Dead Zone (1983)
Büyük yönetmenler, bir King hikayesini ele aldıklarında genelde sonuçlar efsanevi oluyor. Kubrick ve de Palma’dan sonra David Cronenberg de The Dead Zone’la müthiş bir uyarlamaya imza atıyor. Üstelik bir de kamera önünde Christopher Walken var; kötü film yaptığında bile sevmemek elde değil.
Stand by Me
The Body (Ceset) adlı öykünün bir uyarlaması. Shawshank Redemption için dediğimiz burada da geçerli. Muhteşem bir dostluk hikayesi Stand by Me. Öyle fantastik korku ögeleriyle dolu değil. Başrolünde de River Phoenix var. Kalbimiz duble parçalansın diye…

İnsana aklını kaçırtır valla…
It (1990 ve 2017)
İnsanın bilinçaltına büyük işkenceler yapan bir hikaye It. Kusursuz tasvirler ve zamanlamalarla aslında görselliği çok sağlam olan bu kitap, beyazperdeye uyarlanınca gerçek bir deliliğe dönüşüyor. İlk uyarlama kült olduktan sonra tekrar çekmek yürek ister ama açıkçası 2017 yapımı da gayet iyi olmuş.
Hearts in Atlantis
Bir diğer dostluk hikayesi daha. Bir noktada Dark Tower serisine bağlanan Hearts in Atlantis’te gizemli bir yaşlı adamla küçük bir çocuğun büyük badireler atlatan bir dostluğu anlatılıyor. Gizemli yaşlı adam, Anthony Hopkins. Başka söze gerek yok…
KESİNLİKLE EN KÖTÜLER!
Under the Dome
Bu kadar harika bir romanı bu kadar kötü çekmek de bir marifet ister. Gerçekten. Diğerlerinden farklı olarak beyazperde değil, dizi uyarlaması bu. Karakterler o kadar yansıtılamamış, olay o kadar içi boş bir şekilde anlatılmış ki… İnsan düşününce bile kızıyor.
Dark Tower
Gişede büyük hasılatlar elde etmek için çekilmiş bir fiyasko. Oysa serinin fanatikleri yıllardır ama gerçekten yıllardır serinin sinema uyarlamasını bekliyordu. (Aslında böyle bir sonuç çıkacağını da biliyorlardı ya…) Başrollere Idris Elba ile Matthew McConaughey’yi koyunca her şeyin hallolacağını düşünmek… Tüm zamanların en güzel romanını böyle kuşa çevirmek bir suç sayılmalı! Kalbimiz acıyor…
Gerald’s Game
Hikaye zayıf, anlatım zayıf, iki saat boyunca kurtulmaya çalışan bir kadın var ama asla klostrofobik hissi seyirciye geçmiyor. Ve de sene olmuş 2018, iki saat boyunca yatağa bağlı gecelikli bir kadını çekecekseniz eğer bunu çok iyi yapmanız lazım. Filmin tek ilginç yanı Moonlight Man’di. Umarım başka bir King uyarlamasında tekrar görürüz.
Carrie (2013)
Yeni bir Carrie filmi sadece bir King uyarlaması değil, aynı zamanda 1976 yapımı filmin de bir yeniden çekimi oluyor ister istemez. O yüzden insan biraz dikkat eder, biraz çalışır. Büyük bir klasiğe yeniden hayat verdiğinin farkına varır; titrer ve kendine gelir. Julianne Moore bile kurtarmıyor filmi.
1922
Netflix, doğru King projeleri yapamıyor benim anladığım kadarıyla. Gerald’s Game’den nispeten daha başarılı olsa da, yine bittiğinde, neden böyle bir şey izlediğimizi sorgulama hissiyle baş başa kalıyoruz. Hikaye anlatıcılığı üzerine veya filmin geçtiği dönem üzerine pek çok şey söyleyebilecekken hepsinden başarıyla kaçınmış olmaları gerçekten inanılmaz.