İzledik, birlikte inceledik: Maniac

Devasa reklam panolarına, sokak lambalarına asılmış Emma Stone ve Jonah Hill fotoğrafları… Yayına girmeden önce bile muhabbeti dönmeye başlayan, sonrasında ise herkesin diline dolanan bir dizi… Evet, Netflix’in son zamanlardaki en büyük prodüksiyonu Maniac’a dadandık. Sonra baktık ki konuyla ilgili hepimiz fazla hararetliyiz, bilgisayar başında bir muhabbete koyulalım dedik. 

Sohbetimiz aşağıda, bizler cevapsız sorularda… 

**** DİKKAT! BU DİZİ AĞIR DERECE SPOILER İÇERMEKTEDİR. OKUMADAN ÖNCE BİRKAÇ KERE DÜŞÜNÜN! SORUMLULUK KABUL ETMEYİZ****

Güliz: Herkese merhaba. Maniac uzun zamandır beklediğimiz bir diziydi.
Hem oyuncu kadrosu hem yönetmeni iştahımızı epey kabartmıştı.
Beklentimiz fazla mı  yükseldi bilmiyorum, çünkü ben pek keyif almadım izlerken. Bir yandan da bir türlü bırakamadım çünkü hep bir şey olacak ve bir noktadan sonra değişecek gibi düşündüm.

Konu çok dağınık geldi bana bir kere. Motivasyonlar zayıftı karakterlerde.
Dr. Azumi mesela çok ilginç bir karakter ama hiç tanımadık, yakından ilgilenmedik onunla. Ayrıca bu “Black Mirror, Inception, Space Odyssey gibi bir sürü yapımdan güzel detaylar topladık; bunları birleştirip yeni bir dizi yaptık” anlayışını da çok demode buluyorum. Bu pastiş ve copy/paste hareketlerin
modası geçeli epey oldu diye düşünüyorum.

Nazlı: Ben oturup merakla izledim.
Bu noktadaki meraklanmam Güliz’in meraklanmasına benziyor. “Ne olacak?” beklentisi bana diziyi izletti. Kime sorsak müthiş bir sanat yönetimi ve tasarım işi olduğunu söyleyecek. Bence de öyle, hatasızdı ama ben sıkıldım artık nostaljinin bu şekilde kullanılmasından. İnsanların travmatik hayatlarına yaklaşımı da iyiydi ama cevaplanmayan yüzlerce soru ile bitti. Hem cevapsız bir sürü soru hem de The Graduation gibi bir bitiş beni üzdü. Oyunculuklara bayıldım. Sally Field favorim. Emma Stone ve Jonah Hill de elbette izlemesi keyifli oyuncular.

Fakat dizide 
NE OLDU?

Sally-Field-in-Maniac-1517111

Seden: Hayatımda hiçbir diziye bu kadar şans vermedim sanırım. Nice efsaneleri sadece bir bölüm izleyip bıraktım (pişmanım). Ama inanmak istedim Maniac’a. Yani bu kadar övülmesinde, yüksek puanlar verilmesinde bir sebep olmalıydı. Tüm o insanların bu diziye katılmasının bir sebebi olmalıydı. Evet, Emma Stone ve Jonah Hill çok ciciş (ama her zaman cicişler), görüntüler de gerçekten uğraşılmış, başarılı. Ama ortada bir senaryo yok a dostlar! Güliz’in dediğinin bir değişik versiyonunu söyleyeyim ben de: Black Mirror, Mr. Robot ve Eternal Sunshine karışımı oldurulamamış bir iş çıkmış ortaya. Keşke onun yerine gidip Disenchantment izleseydim. Hem Emma Stone ve Jonah Hill gibi ciciş hisler yayıyor hem de sağlam bir senaryosu var. (Onun bile var yani!)

Güliz: Dizinin tasarımı bence de harikaydı. Müzikler de güzeldi. Oyuncuları ben de çok başarılı buldum. Emma Stone ve Jonah Hill’i zaten çok severim. Sally Fields’in anne olarak karakteri bence harikaydı. Her şey tek tek güzeldi aslında ama hikayede bir bütünlük olmayışı, hepsinin uzay boşluğunda salınmasına neden oluyor. Karakterlerin ruh haliyle örtüşen bir anlatı yapmak istemişler sanırım. Aslında çok iyi fikir ama üzerinde daha çalışılması lazım. Mr Robot, Eternal Sunshine vesaire gibi konulara ben de katılıyorum, düşünsek daha da çıkar bence. Bu kadar çok tanıdık hal ve durum olmasaydı da, onun yerine karakterlerdeki anlamsızlık hissi üzerinden
gitseydi anlatı, daha orijinal olabilirdi. 

Seden: Her şey “daha orijinal” olabilirdi. En azından “bir şey” olurdu ortada. Uzun bir süre dizinin bir tür “eleştiri” gibi kurgulanmış olmasını istedim. O göndermeler üzerinden, “kötüce işlenmiş örneklere”, türün klişelerine bir eleştiridir belki diye bekledim. Değilmiş.

Nazlı: Ağzına sağlık.

Şimdi dizinin seyahat ettiği dönem ve tarzları düşündüğümüz zaman, orta dünya hikayesi, 80’ler yaşantısı gibi yolculuklar sanki gösteriş içindi. Evet, Emma Stone ve kız kardeşini oynayan Julia Garner’ı elf olarak görmek çok eğlenceliydi ama konuyu psikoloji ve bilinçaltı olarak seçip, neden Owen ve Annie’nin aynı hikayelerde kesiştiğini anlatamadı.

Robotumuz GRTA mı yaptı, yoksa gerçekten teknik bir aksaklık mı oldu, orasını çözemedim. Karakterlerin akıl hastalığına ve travmalarına yaklaşımı iyiydi ama mesela Doktor’un yaşadığı “Gala” travmasını öğrenemedik. Dr. Azumi’nin karakterini tam tanıyamadık, neden sokağa çıkmaktan nefret ediyor? Bunlar gibi çok sorum var ya,
cidden sorularım var!

Dizide True Detective’deki Big Hug Mug’ı koyup gönderme yapacaklarına, hikayeyi detay detay açarak gitselerdi muazzam bir iş olurdu. Diziyi izlerken sancılı bir yazma süreci yaşandığını hissettim resmen.

Güliz: GRTA mi bir araya getirdi onları, kendi kendilerine mi birbirlerini buldular meselesini özellikle açık bıraktıklarını düşünüyorum. Çünkü Owen’ın problemi yalnız olmak ve partner bulmakla ilgiliydi. Evrenin bir pattern’ı, izlediği bir yolu ve planı mı var; yoksa her şey Annie’nin söylediği gibi kaostan mı ibaret olduğu sorusu, karakterin açmazlarından biriydi. Dolayısıyla Annie ile tesadüften mi birleştiler yoksa ikisi zaten birbirinin kaderinde mi vardı sorusunu bilerek soruyor bence dizi.

Nazlı: Evet, zaten ilk sahnede ikisini birleştiriyorlar neredeyse.
H
atta “neredeyse” değil; buluşuyorlar kesin olarak.

Güliz: O küp üzerinden değil mi?

Nazlı: Evet, bir de sanırım orada bir Don Kişot da var.
Annie’nin ilk bölümde, Owen’ların şirketinin önünde
eşyaları kurcalarken bulduğu küp ve Don Kişot kitabı sonradan ikisini birleştiriyor. 

Güliz: Norveç versiyonu nasıl acaba?

Nazlı: Sanırım Norveç versiyonunda ilaç, deney gibi şeyler yok. Ve türü komedi.

Güliz: Ben aradım biraz ama bulamadım. Merak ediyorum oradaki hikayeyi. Bir yandan da “Eh” dedim ve üşendim izlemeye. Anladım, bambaşka bir hikayesi var onun yani…

Nazlı: Bir şizofrenin kafasının içinde geziyoruz gibi daha çok Norveç versiyonu.

Seden: Evet, ve komedi dizisi dalında ödüllere aday olmuş 🙂 

Güliz: Benim hikayeyle ilgili başka sorularım da var.
Neden 80ler, neden lemur, neden o seans hikayesi;
yani neden başka bir şey değil de bunlar?
Akıllarına gelen ilk şeyi yazmış olamazlar… 

Seden: Çünkü “bilinçaltı saçmalar”.

Nazlı: Konuyu bilinçaltı seçip içeriğinde
çılgınlarca özgür olduğunu hissetmek ve oraya bir “lemur” koymak… 

Güliz: Ama işte lemur yerine koalayla da aynı şey olacaktıysa, ikisinin arasında bir fark yoksa neden koala değil de lemur. Bence film söz konusu olduğunda hiçbir şey tesadüfi ve gelişine olamaz. Her saniyesine kaç bin dolar giden yapımlar. Her şeyin bir anlamı olmalı.

Nazlı: Lemur meselesi ile şöyle bir tedirginlik yaşıyorum:
acaba bir detay mı atladık?

Seden: Ahaha tam onu diyecektim. Acaba o lemur tesadüf değil mi? Acaba çok güzel olacak bir diziyi mi kaçırıyoruz? 

Screen Shot 2018-09-30 at 22.07.55

Güliz: True Detective’deki mug’ı yerleştirecek kadar
detay düşünülen bir yapımda lemur tesadüf veya anlamsız olamaz bence.

Nazlı: Aslında bilinçaltında 80’lere gitmelerinin şöyle bir sebebi var: Direksiyonda uyuyan ve trafik kazasına sebep olan kamyon şoförünün doğmadığı yıldayız. Onun annesine gidiyor ve çocuk doğurmasın diye lemur veriyor. Yani kafam yandı şimdi benim biraz. Zamanların böyle sebepleri var bence. Ama bu sefer de neden orta dünya?

Seden: Lemur konusu internette araştırdım şimdi biraz.
Herkes “neden” demiş. İnternet çaresiz…

Güliz: Kardeşi elflerin olduğu fantastik filmleri seviyor ama Annie sevmiyor.

Seden: Ya size bişey soracağım; mesela Jonah Hill’in dizideki ailesinin
o sokakta dolaşan kaka temizleme makinelerini üreterek
zengin olduğunu anlamış mıydınız siz?

Nazlı: Hayır ahahah!

Seden: Yani nereden anlayabiliriz ki zaten?
Bu da insanı gönderme manyağı yapmak demek.
Detaylar arasında suyunu çıkarmak demek.

Nazlı: Evet biraz daha sakin bir anlatma derdine sahip olsalardı biz de daha sağlıklı izlerdik gibi geliyor. 

Seden: Ya benim en katlanamadığım şeylerden biridir.

Güliz: Kaka makinesi olayını ben de bilmiyordum.

Seden: Yaratıcılık” şuursuzca saçmalamak olmamalı ya.
“Şimdi bunu koyalım, sonra da bunu, insanlar merak etsin.
Geri sarsın, Google’lasın ve zekamıza tapınsın
‘aa bunu nasıl anlamamışım’ desin” 
Hikaye anlatıcılığı bu değil.

Nazlı: Evet, yaratıcılık basit anlatmak bence. Tüm detayları çok güzel bulmuşsunuz işte bize neden “lemur” düşündürüyorsunuz. 

Güliz: Güzel göndermeler olabilir, iyi düşünülmüş olabilir
ama hâlâ sorum devam ediyor. “Eee? Bütün bunların manası ne?”
Başta dediğim copy/paste meselesine dönüyoruz. 

Nazlı: Evet dönüp dolaşıp buraya geleceğiz.

Güliz: Hepsi kendi başına bir bulmaca diyelim, hepsini de çözdük diyelim. Sonuç?

Nazlı: O “Ee?” sorusunun cevabı da şu olacak: “akıl hastalığı ve travmalar hepimizde var ve bunlarla yaşayabilirsiniz.” Ama bunu biliyorduk. İlaç tedavisine inanın.

orta dünya

Güliz: ABC işe yaradı mı ki sonuç olarak?
Annie’de yaradı ama Owen’da yaramadı bence
ve Annie ilaç için uygun bile değildi. Şantajla girdi.

Nazlı: Robot da iyileşti bu arada. Yani Annie ve kız kardeşinin dokunaklı sahnesinden sonra çok başka hisler gördü sanırım orada ve iyileşti.

Güliz: Evet ama söktüler onu sonra. Öldü yani bilgisayar

Nazlı: Evet huzurlu gitti. Işıklar içinde uyusun. Normal kavramı da çok sorgulandı dizide. Hatta Emma Stone’un “Normal nedir ki” klişesini, klişe olduğunu bilerek söylediği bir sahne var. Başka çare olmadığı için bunu söyleriz ya bazen. “Boşver ya normal ne ki zaten?”

Maniac, hepimizin manyak olduğunu kabul etmemizi ve bununla barışmamızı da anlattı bir yandan bence. Ya da bilmiyorum travmatik insanlar üzerinde böyle bir etkisi olmuş olabilir. Hatta daha iyi etkileri de olmuş olabilir. Ama hikayeye gelip tekrar tıkanacağız. 

Güliz: Ben bu kadar kuvvetli bir şey hissedecek
kadar dizinin içinde kaybolamadım.

Seden: Hahahh ben de.

Güliz: hiçbir karaktere fazla yaklaşamadığımı hissediyorum.

Seden: Yani bir taraftan da Jonah Hill’in karakteri “tatlı deli” bir karakter gibi çizilmişti. Bana pek inandırıcı gelmedi.

Güliz: Tatlı olmak için fazla depresifti bence 🙂

Seden: Depresif hiç gelmedi bana ya. Talihsiz olduğu çok kesindi de, bir buhran alamadım oradan. Sanırım Jonah Hill diyeydi. Emma Stone’un “başı bozuk” performansları hep çok iyi oluyor. Zombieland’de de öyleydi. 

Nazlı: Evet ya harika bir asi kadın. Ahaha çok iyi beceriyor bunu. 

emma stone

Seden: Sempatik görünüşüne rağmen bunu nasıl başarıyor bilmiyorum.
Asabi asabi sigara içişleri falan gerçekçi geldi bana.

Nazlı: Müzikler de şahaneydi bu arada.
Dan Romer’in besteleri de harikaydı, şarkı seçimleri de aynı şekilde. 

Seden: Bence de! Ve görüntüler gerçekten çok iyiydi. Zaten o kadar bölüm dayanabilmemin başka açıklaması olamaz. Yani bir yere bağlanacak mı umuduyla izlemeseydim gayet sevebilirdim.

Güliz: Müzikler bence de çok iyiydi. Görüntüler de çok iyiydi. Teknik ve tasarım ekibindeki pek çok isim True Detective’de de Fukunaga ile çalışmış isimler zaten. Bambaşka bir estetik ve dünya kurmuşlar bu dizi için ve çok da iyi olmuş

Sadece hikayede bir motivasyon eksikliği var ki o da karakterlerden yana da değil fazla. Karakterleri yönlendiren şeyi de anlayabiliyoruz. Ama izleyici bu diziyi neden izlesin, ne bulsun burada; üzerine düşünmemişler bence.

Nazlı: Fukunaga demiş ki “bende işleri olduğundan daha da zor hale getirme eğilimi var. fikirleri bulmaya başladığım anda hiçbir şeyi düşünmüyorum (yapımdı, çekimdi, prodüksiyondu) ve genelde doğru hareket oluyor.” Sanırım bu birçok sorumuzu cevaplıyor bu sözü. 

Güliz: Bence cevaplamıyor.
True Detective’i de bu adam yaptı sonuç olarak. Neler yapabileceğini biliyoruz.

Nazlı: Ama orada sadece yönetmendi, senaryoya müdahale etmedi. O yüzden hikaye o kadar net. Elbette yönetmenliği çok harikaydı True Detective’de ama sanırım yazmamalı.

Güliz: Bir de her hayalci yönetmenin başında
para göz bir yapımcı veya kanal yok mu?
Ne yapıyorsun, nasıl gidiyor diye soran olmamış mı hiç?,

Nazlı: Bence “Al sana Emma Stone ve Jonah Hill” deyip kenara çekilmişlerdir.

Seden: Acilen Norveç versiyonunu izlememiz lazım.
Eminim daha karanlıktır. Senaristi ve yaratıcısı ayrıca başrol oyuncusuymuş. 

Nazlı: Evet ben de çok meraklandım. İzleyeceğim. 

Güliz: Ben de gelecek James Bond filmini merak ediyorum.
Danny Boyle ve Sam Mendes’ten sonra Fukunaga’nın çok iyi bir tercih
olduğunu düşünüyorum. Her projede çok farklı bir şey yapıyor
olmasını da çok cesur buluyorum.

Seden: “Ve hikayede yavaşça Bond’un bilinçaltına doğru gittiler… Tek bir şey gördüler: at, avrat, silah…”

Nazlı: “A,B ve C haplarını alan Bond…”

Güliz: Jane Eyre, True Detective, Maniac ve Bond. Yani bir auteur olarak isim yapmak için zor hareketler.

Nazlı: IT’i yönetirken stüdyo Fukunaga’dan korkmuş
ve projeden çıkarmışlar. Filmi çok korkutucu yapacak diye…

Güliz: Maniac da bitti; şimdi ne izleyeceğiz peki? Ben Kidding’in birikmesini bekliyorum biraz. Sezon biterken peş peşe izlemeyi planlıyorum.

Nazlı: Benim bir önerim var bilimkurgu sevenlere: Electric Dreams; Philip K. Dick hikayelerinden çekilen bir dizi. Kadro da yıkılıyor. 

Seden: Ben de Mr. Robot derim. Evet, konunun gittiği yerler kafa karıştırıcı ama “delilik”, “bilinçaltı”, “zihin açıcı haplar” konusunda üstüne tanımam.

Nazlı: Disenchantment da övdük başta zaten. Güliz sen ne izleyeceksin
Kidding birikirken? 🙂

Güliz: Electric Dreams’i ben de merak ediyorum. 10 gün sonra The Romanoffs başlayacak ona bir bakacağım. Bir de Toni Collette’in yeni bir dizisi başladı Wanderlust. Onu izlerim.