Kaç maskeniz var?

Gün içinde kaç farklı maske geçiriyorsunuz yüzünüze? Kaç defa yabancılaştınız kendinize? Gerçeklerden korktunuz mu hiç? Kaç defa iki kişi kişiymiş gibi hissettiniz? Bu rolden de sıkıldınız mı? Bu soruları Bergman’ın Persona’sını izlediğinizde de sormuş muydunuz? Bana bunları yeniden düşündürten, Tiyatro Öteki Hayatlar’ın başarılı bir biçimde uyarlayarak sahneye koyduğu Persona oyunu oldu.

2018 yılında tüm dünyanın 100. Yaşını kutladığı, tiyatro kökenli yönetmen Ingmar Bergman’ın ilk filmi ve başyapıtı niteliğinde olan teatral (metne sahip olan) filmi Persona, Tiyatro Öteki Hayatlar tarafından sahneye taşınıyor. Can Utku’nun uyarladığı, Yiğit Tuna’nın yönettiği oyunda; Eda Erman ve Berrin Dinçer muhteşem bir performans ortaya çıkarıyor.

Tiyatronun ötekisi

İyi ki tanıştık dediğimiz Tiyatro Öteki Hayatlar, okul sıralarından tiyatro sahnelerine kadar uzanan bir dostluğun ürünü. Yıllardır birlikte çalışan ekibin uyumunu ve bunun getirdiği başarıyı sahnede de görebiliyoruz.

Tiyatronun, “öteki hayatlar” olduğu fikrini sahiplenen ekip, oyunlarında “öteki” ile empatiye ağırlık vermeye çalışıyor. Her türlü bireysel ya da toplumsal çatışmaya karşılıklı açılardan bakmaya özen gösteren bir yaklaşımla, seyircinin kendine ve ötekiye dair yeniden sorular sormasını, farklı bakış açıları keşfetmesini amaçlıyor.

Persona filmini uyarlarken, empati kavramını burada da merkeze koyan ekip, tiyatronun biçimsel katkılarından faydalanıyor. Bizi de bu performatif ve dramatik oyunculuk uyumu etkiledi açıkçası. Eda Erman ve Berrin Dinçer’in gerçekten emek vererek çalıştıklarını ortaya koydukları performanslarıyla çok açık görebildiğimizi de eklemeliyim.

persona-02

Filmde gördüğümüz, kişiliklerin çözülmesi, karakterlerin akışkanlığı, “önce” ve “sonra” ile “gerçek” ve “hayal” ikililiklerinin muğlaklaşmasını, oyunda da iki oyuncunun beden ritmi sayesinde görebiliyoruz. İster istemez filmle karşılaştırma yapmaya girişirken, oyuncuların yakaladığı ritme kapılıp kendimizi yeniden oyunda bulabiliyoruz.

Bir beden ne yapar?

Spinoza’nın da dediği üzere bir bedenin neler yapabileceğini hâlâ bilmiyoruz. Bir şeyi yapma, icra etme ya da başarıyla tamamlama anlamlarına gelen “performans”ın, günümüzde tüm çağdaş sahne sanatları için kullanılmasıyla birlikte bedenin yapabileceklerine dair sınırlı bakış açımız da ortadan kalkıyor.

Günlük hayatta kendi performanslarımız ve personalarımızı düşünmeye teşvik eden oyunda, Elisabeth ve Alma’nın kişiliklerinin iç içe geçmeye başladığı anları çok iyi anlayabildik, görebildik. İki kadının birbirini ruhsal ve bedensel olarak aynaladığı ve aynıladığı yerlerde ya da gölge-gerçek, gerçek-hayal gibi kavramların birbiri içine geçtiği dans sahnelerinde oyuncular, performatif tiyatronun hakkını verdiler. Elisabeth rolüyle hiç konuşmasa dahi tüm dikkatleri üzerine çeken Eda Erman ne kadar iyiydiyse, özellikle mektup sahnesinde yaşadığı kırılma ile duyguları, kimlikleri rahatlıkla görebilmemizi sağlayan Berrin Dinçer de o kadar iyi bir performans sergiliyor.

persona-01

Yine filmde önemli olan sahnelerden birinin, dans performansıyla da gayet başarılı bir biçimde tiyatro sahnesine uyarlandığını da ayrıca not düşmek isterim. Oyunda en sevdiğim anlardandı.

Filmde Elisabeth’in oğluyla ilgili hikayesini dinlerken sahne tekrarlanır. İlkinde Elisabeth’i görürüz, ikincisinde ise önce Elisabeth’in omzundan sonra direkt karşımızda Alma’yı görürüz. Oyunda da bu kısmı, Eda ve Berrin’in birebir aynı kıyafetler içinde, birbirini tamamlayan ve beden ritimleri üzerinden sergiledikleri etkileyici dans performansı ile izliyoruz.

Filmdeki vurucu sahneleri hem oyunculuk hem de dekor, ışık ve müzik gibi tüm detaylarıyla özgün bir yorum üzerinden veren bu oyunu en yakın 24 Ocak’ta izleyebilirsiniz. Diğer tarihler için buradan takip edebilirsiniz.