
Kasıntısız bohemlik: Valparaiso
Oturduğumuz yerden çok uzaklara dadanmanın da bir formülünü bulduk. Şimdilik “rüyalarda buluşuruz” demekten öteye gidemesek de Şili’nin en renkli şehri Valparaiso’yu bir bileninden dinlemek bile insanın ufkunu açıyor!
Yazı & Fotoğraflar: Berna Sarfati
Nazım Hikmet’in dostu Pablo Neruda’nın doğup büyüdüğü ülkede bir sanat şehri; ismini bile zar zor telaffuz ettiğimiz Şili’nin liman kenti Valparaiso… Adının anlamı ise “cennet vadisi”.
Hayalinizde canlanması için, Sirkeci ve Şişhane’den oluşan bir tepe kenti diyebiliriz. 2003’de UNESCO tarafından koruma altına alınan Valparaiso Güney Amerika’nın en özgün sanat noktalarından biri.
Tepelerden oluştuğu için yerleşim alanlarından iş yerlerine, limana ve önemli merkezlere inmek için asansör kullanıyorsunuz. Bizim için metro neyse onlar için de en kullanışlı ulaşım aracı, en eskisi 1883’te yapılmış bu asansörler. İşe gitmek için bile asansöre biniyorsunuz. Bu kadar mı bohem olunur?
Bizim sadece 48 saat geçirdiğimiz bu şehirde nelere mi dadanılır?
Burası lokal bir yer. Turistik listelerle sizi boğmak pek mümkün değil. Klişe olacak ama kendinizi sokaklara atın. Çünkü sizi adeta bir açık hava müzesi bekliyor. Büyük şehirlerde kendinizi yeterince Latin ve lokal hissedemediğinizden bütün aradığınız yerelliği burada tadabilirsiniz.
Valparaiso’yu daha iyi anlamak için, şiirleriyle bizleri yollara döken, evlerine isim takan Neruda’nın La Sebastiana adlı evini gezmekle başlayın. Bütün şehrin manzarasına hakim olan bu evde şair olunmaz da başka nerede olunur! Evde Neruda’nın, dünyanın dört bir yanından topladığı parçaları bulacaksınız. Hepsinin anlamı da var tabii. Ev şehrin turistlere en çok çeken bölgesi Cerro Bellavista’da bulunduğu için çıkışında civardaki duvarları süsleyen o meşhur graffitileri de görme fırsatınız olacak.
Sırada en otantik yerlerden biri olan Cerro Concepcion bölgesi var. Burası da (tabii ki!) bir tepe noktası. Şili kahvesini yudumlayabileceğiniz bir sürü bohem kafe ve yerel mutfağı tadabileceğiniz restoranlar bulunuyor burada.
Concepcion’dan çok farklı olmayan Cerro Alegra’ya doğru yol alın. Sebebiyse çok açık: ART+BELIEVE tarafından çizilen “We are not hippies, we are happies” graffitisi önünde fotoğraf çektirmezseniz sanırım Valparaiso’ya gitmiş sayılmıyorsunuz! Sırf asansörü kullanmak ve şehri seyretmek istiyorsanız Plaza Sotomayor ve Plaza Anibal Pinto’ya gidebilirsiniz. Buralar şehrin sahil tarafındaki en güzel buluşma meydanları.
Eğer sanat ve bohem hayattan uzaklaşmak, saatlerce palmiyeler altında aylaklık edip kumlarda yatmak isterseniz şehre 20 dakika uzaklıktaki Vina del Mar’ı da rotanıza ekleyin.
Peki neler yiyeceğiz?
Öğle yemeği için mutlaka ama mutlaka Cade del Pinto’yu öneriyorum. Lokal artistlerin duvar sanatı eşliğinde günün menüsünü sipariş edin.
Oraya kadar gitmişken tabii ki Şili mutfağından vazgeçmeyeceğiz. “Biraz da şıklaşalım” diyorsanız Concepcion’da bulunan Restaurant La Concepcion’un terasında gün batımını seyredip Şili şaraplarını tadın.
Ve terremoto… Şili’ye özgü bir içki. Adı gibi (Terremoto, “deprem” anlamına geliyor) vücutta deprem etkisi yarattığı doğru. Benim 8 ülkeyi kapsayan Güney Amerika gezimde tattığım en lezzetli içki bu oldu sanırım. Dondurma, beyaz şarap, rom ve anansın birleşiminden yapılıyor.
Kahve içmek için favorim Café del Jardin oldu. İsminden de anlaşıldığı gibi küçük botanik, bohem bir bahçeye benziyor.
Eğer gerçek bir Şili restoranı arıyorsanız ise doğru adres Cerro Alegre’de bulunan Jota Cruz. Kalori bombardımanı patates kızartması ve yumurta, et, soğandan oluşan chorillana’yı tavsiye ederiz. Yanında da tabii ki yine yeni yeniden terremoto!
Sıra tatlıda… Hayatımda tattığım en iyi passion fruit yani çarkı felek meyveli keki burada yedim. Bütün bu tepeleri inip çıkmanın getirdiği yorgunluğun üstüne çok iyi geldi!
48 saatlik hızlı bir turun ardından…
Mutfağı, sanatı ve otantik kimliğiyle Şili’de gezdiğimiz en güzel şehir Valparaiso oldu hiç kuşkusuz. Bilinmeyen, yeterince duyulmamış bir seyahat noktası arıyorsanız burası iyi bir çıkış noktası olabilir sizin için. Yola çıkmak için motivasyon arıyorsanız açın Neruda’nın “Yavaş yavaş ölürler” şiirini, hazırlanın Latin rüyanıza!
Son bir not: Şehrin bir de Instagram hesabı var. Gitme hayalleri kurarken yardımcı olur belki…