Kitaplarda buluşuruz

Yakın gelecekte dadanmanız gereken kitaplar…

Yazı: Yeliz Özdemir

Mevsimler, havalar, yoğun işler, yerel seçimler, flörtler, festivaller, yeni Netflix içerikleri, vizyonda Avengers, sahalara geri dönen Game of Thrones derken  bu ay da okuma ritmimizi etkileyen çok şey oldu. Benim için kaçış yolu hep kitaplarda olduğundan, son birkaç hafta verimli geçti diyebilirim. Yeni obsesyonum Orhan Pamuk’la ilgili elime geçen her şeyi yalayıp yutmam, butik yayınevlerine daha sık şans verme çabam, sevdiğim yazarların atladığım kitaplarını okuma listeme dahil etmem ve online alışveriş kanallarının özel indirimleriyle şekillenen şu son bir ay içerisinde dadandığım kitaplar, (bonusuyla birlikte) aşağıdaki gibi…

IMG_4864

Elena Ferrante – Karanlık Kız

Napoli Romanları sonrasında hayranı olduğum yazarın bu kitabı bir süredir kitaplığımda beni bekliyordu. Leda, yakın zamanda boşanmış, iki çocuk annesi ve İngiliz edebiyatı dersleri veren bir kadın. Kızları babasıyla yaşamak üzere Kanada’ya taşındıktan ve okul tatile girdikten sonra, sorumluluklarından kurtulmuş bir şekilde tatile çıkıyor. Olaylar çoğunlukla yazarın diğer kitaplarında da sık sık karşımıza çıkan Güney İtalya kumsallarında geçiyor ve Leda, burda bir yandan özgürleşmesinin tadını çıkarır ama suçlululuk hissinden de kurtulamazken, bir yandan da yalnızlık hissiyle çevreleniyor. Kumsalda Napolili, kalabalık bir aileyle tanışması ve yakınlaşması sonrası ise olaylar gelişiyor, hatta tehlikeli hale geliyor. Olay örgüsünden bağımsız olarak benim bu kitabı çok sevmemin sebebi ise Ferrante’nin yine bir kadının iç dünyasını, çelişkilerini, anneliğin getirdiği yükleri, sorumlulukları ve istekleri arasındaki kararsızlığını samimi ve çarpıcı bir şekilde anlatması oldu.

IMG_4858

Lydia Pyne – Kitaplık

İthaki Yayınları’nın yeni kurgudışı Minima serisinin ilk kitabı Kitaplık. Yayınevi bu serideki kitapları “ince şeylerin hatrını gözetmeye çalışanlar” olarak tanımlıyor. Bu naif tabirle beni daha yayınlanmadan tavlayan serinin ilki de kitaplıklarla ilgili olunca koşarak alıyorum; ancak okumam iki ay sonrasını buluyor. Antik Roma’dan, Ortaçağ’a, halk kütüphanelerinden, kişisel kitaplıklara ve hatta dijital aygıtlarımızda oluşturduğumuz kitaplıklara uzanan geniş bir yelpazede kitaplıkları ele alıyor kitap. Yazar Lydia Pyne’ın antropolog kimliğiyle birlikte de kitaplıkların oluşturulması ve sınıflandırılmasında insan faktörünü anlamaya çalışıyor ve kitaplara yaklaşımdaki farklılıkları görüyoruz. Benim gibi okuma kültürü ve bir obje olarak da kitaplarla ilgilenenler için önemli sayılabilecek bir kaynak.

IMG_4861

Domenico Starnone – Bağlar

Roman, eşi Aldo’nun başka bir kadın için kendisini terk etmesinin ardından iki çocuğuyla ortada kalan ancak evliliğinden vazgeçmeye niyeti olmayan Vanda’nın mektubuyla başlıyor. Birinci kitap olarak adlandırılan ilk bölümde Vanda’nın mektuplarıyla olayların gelişimini takip ederken, ikinci kitapta Aldo’ya, üçüncü kitapta ise çocuklara kulak veriyoruz. Vanda’nın mektuplarındaki kızgınlığı, acıyı ve endişeyi gördükçe Aldo’ya kızıyor, ailesine karşı bu kadar kayıtsız kalmasına öfkeleniyoruz. İkinci kitapta ise erken yapılmış bir evliliğin taraflardan birini nasıl sıkboğaz ettiğini, özgürleşme ve bağlarından kurtulma çabası sırasında da Aldo’nun neler hissettiğini görüyoruz. Son kitapta ise bütün bu gelgitli yılların çocuklarda bıraktığı etki ortaya çıkıyor, hikayedeki merak ögesi uyandıran düğüm çözülüyor. Tıpkı Karanlık Kız gibi karakter psikolojisini ele alışıyla, özellikle Aldo’nun yıllar boyu süregelen kafa karışıklığını yansıtışıyla beni çok etkileyen kısa ama derinlikli bir roman oldu Bağlar.

Kitapla ilgili bir küçük not:  Romanın orijinal ismi ‘Lacci’, ayakkabı bağcıkları anlamına geliyor, ki kitabın içinde bu ismin seçilme sebebi olan bölüm düşünülürse, sıradan olduğu kadar da anlamlı… Türkçe edisyonunda ise Bağlar ismi tercih edilip, bağcıklar kitap kapağına yansıtılmış. Kitapla ilgili bir de dedikodu: Bir dönem edebiyat dünyası Elena Ferrante’nin Domenico Starnone olabileceği iddialarıyla çalkalandı. Ben her ne kadar kim bu Ferrante dramasından kaçmaya çalışsam da, bu bilgiyle karşılaştığımdan  kitap boyunca kendimi karşılaştırma yaparken buldum.

IMG_4860

Hernan Rivera Letelier – Film Anlatıcısı Kız

Film Anlatıcısı Kız, iki saatlik bir okuma sonucu yerimden kalkmadan bitirdiğim keyifli bir pazar kitabıydı. Şili’nin küçük bir kasabasında geçen romanda baş kahramanımız Maria Margarita, tekerlekli sandalyeye mahkum babası ve dört erkek kardeşiyle birlikte fakir bir işçi yerleşkesinde yaşıyor. Annenin terk edişiyle büyük bir darbe alan aile sinemaya çok düşkün; ancak paraları yetmediğinden sadece Maria sinemaya gidebiliyor ve eve geldiğinde tüm gerçekliğiyle filmi anlatması gerekiyor. Küçük kız bir süre sonra bu işte o kadar ustalaşıyor ki tüm kasaba onu izlemek için sinema yerine eve gelmeye başlıyor ve bu durum bir aile şirketine dönüşüyor. Kardeşlerin film anlatıcısı olabilmek için birbirleriyle yarıştığı sahnenin eğlendiriciliğinden sonra Maria’nın sinema tutkusuyla büyülenirken, çocuk olmanın zorluğu ve yetişkinlerin acımasızlığıya da çarpıcı bir şekilde yüz yüze geliyoruz.

IMG_4857

Yazarın Odası  1 – The Paris Review Röportajları

Büyük yazarların kişisel deneyimleri ve hikaye anlatıcılıklarıyla ilgili her türlü kaynağın tutkunu olan ben, Yazarın Odası’nı da bir başucu kitabı olarak almıştım. Ara ara açar ve sevdiğim bir yazarın röportajını okurum diye düşünürken Orhan Pamuk’un önsözüyle kitaba başlar başlamaz -ilk yazarın Borges olmasının da etkisiyle- elimden bırakamaz hale geldim. Dünyaca ünlü edebiyat dergisi The Paris Review için yapılmış bu röportajlarda yazarlar kendi dünyalarına girmemize izin veriyorlar. Ernest Hemngway, Stephen King, G.G. Marquez gibi isimlerin çalışma odalarında ağırlanıp yazarların hayat görüşleri, yazma alışkanlıkları, edebiyat yaklaşımları, dostları, ilham perileri ile ilgili birinci ağızdan bilgiler alıyoruz. Bunlardan kimi ketumluğuyla (Graham Greene), kimi ukalalığıyla (Truman Capote), kimi kayıtsızlığıyla (William Faulkner) bizi şaşırtsa da hepsi tecrübeleri ve yarattıkları dünyalarla olan ilişkileriyle okura ve Orhan Pamuk’un gençliğinde olduğu gibi, yazar adaylarına ilham veriyor. Bu yüzdendir ki bu röportaj serisi, birçok yayın ve yazar tarafından kutsal kitap olarak görülüyor.

IMG_4854

Orhan Pamuk – Saf ve Düşünceli Romancı

Bu kitap üzerine ne yazsam, nasıl yazsam diye kara kara düşünüyorum şu an. Okuma eylemi üzerine okumayı çok seviyorum, üstüne Orhan Pamuk’a karşı azıcık saplantılı bir hayranlığa sahibim. Yazarın Harvard Üniversitesi’nde verdiği Norton derslerinin metnini, Schiller’ın ‘Saf ve Düşünceli Romancı’ makalesinin merkezinde okuyoruz. Pamuk, dersler boyunca kişisel romancılık serüvenini, sanat anlayışını, poetikasını ve bir romanı okurken aklından geçenleri akademik ve anlaşılması güç bir dilden kaçınarak, bir sohbet havasında aktarıyor. Özellikle saf ve düşünceli romancı/okur ayrımı, yazarlara yönetilen “Siz bunları gerçekten yaşadınız mı” sorusu (Masumiyet Müzesi’ni okuyup da, ”Kemal kesin Orhan Pamuk yaa” demeyenimiz var mı gerçekten?) ve “Kelimeler, Resimler, Şeyler” bölümleriyle kitap beni çok keyiflendirdi. Roman okurken aklımdan geçenlerle ilgili daha fazla soru sormamı; ne zaman saf, ne zaman düşünceli bir okur olduğumu, hatta ne zaman düşünceli olma halini abarttığımı ve nasıl farkında olmadığımı görmemi sağladı. 

IMG_4862

Bonus: Barış Bıçakçı – Tarihi Kırıntılar

Yazının bonusu Tarihi Kırıntılar’ı geçen ay okumama rağmen bahsetmeden geçmek istemedim. Üç yıldır yollarını gözlediğimiz bu yeni Barış Bıçakçı romanında bir ailenin  kayıplarıyla şekillenmesini ve bu ailenin oğlu Can’ın şiirin, şair poetikalarının peşinde koşuşunu okuyoruz. Yazarın çok sevdiğimiz su gibi doğal anlatımı, kitabın şairaneliğine rağmen yine bizi alıp götürüyor. En iyi kitabı mı Bıçakçı’nın? Değil tabii, diğerleri arasında kendine nasıl bir yer bulur ondan da emin değilim; ancak anlatımla gelen bu dinginliğin hastasıyım.