
Önümüzde katman katman açılan bir hikaye: Da 5 Bloods incelemesi
Spike Lee, yine hedefi 12’den vuran bir filmle karşımızda: Da 5 Bloods, içinde bulunduğumuz çağa ve insanlığa dair, farklı kollardan gelen pek çok eleştiriyle şekillenmiş, aslında Vietnam’da geçse de tüm coğrafyaları kapsayabilecek bir hikaye anlatıyor. Da 5 bloods incelemesi
Yazı: Engin Zeynelabidin
Irkçlık, ‘‘süper güç’’ Amerika’da yüzyıllardır hayatın tam orta yerinde. Black Lives Matter hareketinin sesini yükseltmesiyle birlikte, artık dünyanın dört bir yanında yankılanıyor. Konunun üzerine sanatıyla, adeta demir bir yumruk gibi inen isimlerden biri oldu Spike Lee her zaman. Do the Right Thing filmiyle 80’leri sallamıştı. Korkusuzdu ve güçlüydü. O zamandan bu yana, üzerine daha da ekledi Spike Lee… Hem sanatının hem cesaretinin hem de politik kişiliğinin… Yeni filmi Da 5 Bloods da ünlü yönetmenin o sağlam duruşuyla sözünü sakınmadan dile getirdiği işlerinden biri. İnsanlığa dair meselelerin, farklı coğrafyalarda yaşansa bile birbirinden kopuk olmadığını hatırlatıyor. Özellikle de savaşın…
Da 5 Bloods’ın prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapması bekleniyordu ama malum, festival bu yıl pandemiye yenik düştü; bizi filmle buluşturan ise Netflix oldu. Vietnam Savaşı’nı merkezine alan filmde, dört eski kankanın savaş sırasındaki yaşadıkları olaylar ve yıllar yıllar sonra, belli başlı nedenlerle Vietnam’a geri dönmeleri anlatılıyor.
Filmimiz Muhammed Ali’nin savaş karşıtlığını dile getirdiği bir konuşmanın yer aldığı video kolajı ile başlıyor. Kolajın devamı ise yine tarihte bir yolculuk adeta: Neil Armstrong’un Ay’a çıkması gibi, önemli konulara karşı yapılan eylemler ve Malcolm X’in siyahi askerlerin haklarını savunmak için yaptığı konuşma çıkıveriyor karşımıza. Aynı zamanda dönemin fakirlik, ırkçılık, eşitsizlik gibi sorunları ile baş başa bırakılıyoruz. Kolaj, Vietnam Savaşı’nda yaşanan, mideleri alt üst eden ve vicdan sıkıştıran tatsız olaylar ile birlikte sona eriyor.
Bu noktadan sonra kahramanlarımız Paul, Otis, Eddie, ve Melvin’in serüveni başlıyor.
Hikaye biraz temsili bir şekilde, katman katman açılıyor önümüzde. Karakterlerimizin, Vietnam’da savaştığı yerler, bir napalm bombası saldırısı sonrasında yerle bir olmuş. Oralardan geriye kalan sadece eski bir harita… Oysa yıllar sonra gerçekleşen bir heyelanla birlikte o haritadaki yollar tekrar birer birer ortaya çıkacak. Karakterlerimiz de geçmişe gömdükleri olayların peşinde, Vietnam’a doğru yola koyulacaklar.
Eski arkadaşların aralarında döndürdükleri yıllanmış şakalar (geçmişi yad eder gibi) bizim de yüzümüze bir gülümseme yerleştiriyor yavaş yavaş. Barda rehberleri ile tanışan ekip ettikleri dansla işi tekrardan komikliğe vuruyor. Savaş sırasında karşı cephelerde savaşan büyüklerini unutmayan Vietnam halkı, daha ilk günden ekibi sevmediklerini belli ediyor. Tam o esnada gelen bir flashback ile kendimizi Vietnam Savaşı’nın derinliklerinde saklı bir hikayede buluveriyoruz.
Görüyoruz ki onları onları yeniden Vietnam’a götüren pek çok sebep varmış aslında. Vaktiyle buldukları ve özenle sakladıkları bir kasa dolusu altın gibi mesela… Vietnamlı bir kadına aşık olan Otis de, yıllar sonra o kadını bulabilmek için yola çıkmış ama karşısında bir de o kadından olan kocaman kızını bulacak. Zaten karanlık başlayan film, daha da karanlık yerlere doğru gideceğinin sinyallerini veriyor böylece. Daha önümüze çıkacak çok sır var.
Paul’un kendini bilmez çapkın oğlu David de babasının yolunu sürüp ta Vietnam’a kadar geliyor. Ekip beşleniyor böylece. David gelene kadar sadece eskileri yad ederek gülüp eğlenmeyi iş edinen ekip, David ile beraber biraz daha ciddileşiyor gibi. Hem onun varlığıyla birlikte hikayeye biraz romantizm ve duygusallık da katılıyor. Meraklı karakteriyle David’in, babasına karşı hissettiği o hüzün dolu hisleri Otis’e anlatmasıyla birlikte bir başka flashback açılmaya başlıyor önümüzde. Bu kısımda ekibin yıllar sonra Vietnam’a geri dönmesinin bir diğer sebebi ortaya çıkıyor.

DA 5 BLOODS (L to R) JONATHAN MAJORS as DAVID , ISIAH WHITLOCK JR. as MELVIN , NORM LEWIS as EDDIE , CLARKE PETERS as OTIS , DELROY LINDO as PAUL in DA 5 BLOODS . Cr. DAVID LEE /NETFLIX © 2020
Kendilerine taktıkları ”bloods” lakabının aslında bir kişiyi daha kapsadığını, bu kişinin de onların savaş sırasında lideri olan ve ”fırtına” olarak adlandırdıkları Norman olduğunu görüyoruz. Norman’ın bu dörtlüye nazaran daha ”olgun” düşünebildiği ve aktivist bir kimliği olduğu vurgulanıyor birkaç sahnede. Fakat savaş sırasında ölüyor Norman. Nereye gömülü olduğunu ise ortalığı yerle bir eden o bombalı saldırının ardından iyice kaybediyorlar. İşte, yıllar sonra gerçekleşen o heyelan, Norman’ı bulmak için de vesile oluyor onlara. Gerçi çok da umutlu değiller ama şansları ”yaver gidiyor”, Norman’ın yerini tespit ediyorlar ve kazmaya başlıyorlar. Jean Reno’nun canlandırdığı Desroche karakteri de o sıralarda karşımıza çıkıyor. Ekibe büyük bir kazık atacak, gerilim üst düzeylere çıkacak.
Filmin normal çekimleri 2.39:1 ekran oranıyla karşımıza geliyor fakat flashback sahnelerinin ekran oranı ise 16 mm ile 1.33:1. Bu tercih flashback görüntülerinin adeta bir savaş belgeseli edasıyla izlememizi sağlıyor. Başlangıçtaki kolaj ile aynı boyutta olan bu flashback görüntüler, izleyiciye ”gerçekten” yaşanmış olayları izlediği hissini veriyor. Geçmişin tekrar üzerinden geçiyormuşuz gibi. Filmin sonunda da bu yöntem kulanılıyor ve o ”önemli” görüntüler filme bambaşka bir hava katıyor.
Savaşın yüceltildiği filmlerin tam karşısında bir yerde duruyor Spike Lee. Bir dönem savaş filmlerine yüklenen o coşkulu hislerle dalga geçiyor hatta. Hali hazırda kült olarak kabul edilen Rambo serisi gibi merkezine barışı değil savaşı alan filmleri ipe dizmek ancak Spike Lee gibi dehaların elinden çıkabilecek bir iş.

(l to r): Spike Lee, Clarke Peters, Delroy Lindo, Jonathan Majors and Norm Lewis in “Da 5 Bloods,” out on Netflix June 12
Bir de aklımıza düşen bir soru var: Flashback’lerle geçmişe gittiğimizde bile karakterlerimizi ”günümüzdeki” halleriyle görüyoruz. Yani gözümüzün önünde ne gençleşiyorlar ne de yaşlanıyorlar. Makyaj yok, teknolojik formüller yok. Acaba o günden bugüne hiçbir şeyin değişmediğine yönelik bir gönderme mi? O barışçıl ortamın hâlâ sağlanamadığını göstermek için yapılan gizli bir vurgu mu?
Politik göndermelerden asla kaçınmayan Spike Lee, şu aralar siyahiler tarafından sürekli eleştirilen başkan Trump’a da selam çakmayı unutmuyor. Filmde oyunbozan olarak gösterilen karakter Paul’un, Trump’ın başkanlık seçimlerinde kullandığı şapkasıyla gezmesi ve kendini açık olarak Trump destekçisi olarak tanımlaması, verilmek istenen mesajın ne kadar yerinde olduğunu bizlere çok ayrıntıya değinmeden anlatıveriyor. Filmin son kısmında elde edilen paranın Obama’nın reformist kurumlarına bağışlanması da soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Bir çok siyahi vatandaşın özlemle bahsettiği Obama’ya da selamını böyle mi çaktı Lee acaba?