28. Saraybosna Film Festivali’ne dadanıyoruz!

12-19 Ağustos tarihlerinde 28. kez gerçekleşen Saraybosna Film Festivali’nde ilk çeyrek bitti bile! Balkanlarda sinema kültürünü hem bölgesel hem de uluslararası ölçekte besleyen, yeni imkanlar ve farklı perspektifler için hatırı sayılır büyüklükte bir etkileşim alanına ev sahipliği yapan festivalin Onur Ödülü listesinde bu sene kalbimizi yerinden oynatan oyuncu Mads Mikkelsen; “The Social Network”ün (2010) villain karakteri Zuckerberg’e hayat vererek aklımızda yer eden ve ilk yönetmenlik filmi “When You Finish Saving The World” (2022) ile festivalde yer alan Jesse Eisenberg; Ukrayna sinemasının olduğu gibi dünya sinemasının da kendine has usta isimlerinden yönetmen Sergei Loznitsa ve Altın Palmiye’li son filmi “Triangle of Sadness” (2022) ile festivalde yer alan yönetmen Ruben Östlund vardı. Bin tane isim saydık ama festivali bütün enerjisiyle sahiplenen, her an ihtiyaçlarınıza yanıt veren Saraybosna sakinleri, festivalin enerjisini bir an olsun düşürmemek için inanılmaz bir çaba sarf eden festival ekibi ve özellikle festival gönüllülerini unutursak kalbimiz kırılır.

“Sen yaklaşınca konuşacağım” (When You Finish Saving The World, 2022)

Festivalde Ana Yarışma’da gösterilen Marie Kreutzer’ın yeni filmi “Corsage”a da dadandık elbette. Başrollerinde Vicky Krieps olan film Cannes, Belirli Bir Bakış’tan En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ile dönmüştü. Film tanıdık olduğumuz kraliyet hikayelerinin bir benzerini anlatıyor gibi ama mizahı ve feminist duruşu usul usul biber gibi dillere serpiyor. Alameti farikası zaten bilinen Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth’i bu hikayede bütün ihtişamının içindeki talihsizlik ve karanlık içinde görüyorsunuz ama mizahı elden bırakmadan… Film sıkışan bir musluktan sızmasını bilen su gibi hikayesini örüyor. Festivalin Open Air bölümünde izlediğimiz filmlerden biri Mads Mikkelsen’i başrole taşıyan ve yönetmen koltuğunda Thomas Vinterberg’ün oturduğu “The Hunt” (2012) olurken bir diğeri Jesse Eisenberg’ün ilk yönetmenlik filmi olan “When You Finish Saving The World” oldu. Büyük büyük laflar etmeyen ama sterilize olmak için de çabalamayan ve kendisini bir jenerasyon hikayesi anlatırken tarafsız bir bölgede konumlandıran bu ilk filmi çok sevdik. Başrollerinde Finn Wolfhard ve Julianne Moore’un bir anne çocuğu canlandırdığı hikaye, zorlu ve ironik bir çıkmaza sokuyor izleyicisini. İzleyiciyi her an pür dikkat tutan harika ama zaman zaman karikatürize diyaloglarla besleyen filmin marifeti yönetmenin usta bir oyuncunun yanında hikayesini ve diğer başka karakterlerini korumadaki marifetinde yatıyor.

Festivalin In Focus bölümünde gösterilen ve Ulrich Seidl’ın Berlinale’de Altın Ayı için yarışan filmi “Rimini” (2022) kenara kıyıya not aldığımız bir film oldu. İtalyan sahil beldesi Rimini’de kış sezonunda geçen film, umarsızlığın grotesk bir portresini çiziyor. Bu arada filmin hikaye ve yapımında “Goodnight Mommy”nin yönetmenlerinden Veronika Franz var. Summer Screen bölümünde gösterilen ve caz bestecisi Thelonious Monk’un bir Fransa kanalı için verdiği son söyleşilerinden birini odağına alan “Rewind & Play” (2022) tahammül edilmesi zor bir film. Ortalama yirmi dakikalık bir kaydın ileri geri sıçraması sonucu ortaya çıkan filmin sanatçının bakış açısını, vizyonunu, siyahi bir sanatçı olarak tamamen kendi çabalarıyla piyano öğrenmesini, beste yapmasını, kısacası sanatçının bütün yeteneğini, olmazı olduran tarafını asla görmemesi ve izleyiciye sürekli kendi istediği cevapları almaya çalışan beyaz, sinir bozucu beyaz bir gazeteciyi izlettirmesi bu buluntu iş için çok düşündürüyor.

‘Sürdürülebilir’ şirketler geldiğinde çiftçilere ne olacak?

Festivalin sürprizli ve haz dolu bölümlerinden biri olan Kinoscope seçkisinde izlediğimiz “Alcarràs” (2022), “93 Yazı” (2017) ile kalbimizdeki yeri tartışmasız büyüyen Carla Simón’a aşkımızın bir kez daha kabardığı bir film oldu. Resmen lovelandık. Berlinale’den En İyi Film Ödülü ile dönen film, Saraybosna yollarında göğsümüze bir taş bıraktı. Katalan kırsalında geçen drama, toprak sahiplerinin şeftali ağaçlarını güneş panelleriyle değiştirmeye karar vermesinin ardından çiftçi bir ailenin yaşadığı zorlukları anlatıyor. Toprağını kaybeden ve artık bu gidişe dayanamayan Baba Quimet (Jordi Pujol Dolcet) ağladığında biz de onunla ağladık. Gerçekten! Geyik yapmıyoruz. Alcarràs, bir yönetmenin hikaye anlatımı ve devamlılıktaki ustalığını ortaya koyuyor. Aynı bölümde izlediğimiz ve festivalde gözdelerimizden biri olan “Robe of Gems”, (2022) tarifi zor hikayesinde bizi büyülü bir coğrafyada hüzünlü bir çıkmazın içine soktu. Göz kamaştırıcı şekilde başarılı bu ilk film, patolojik derecede umarsız bir korku ütopyasında inanılmaz biçimde kendinden emin adımlarla ilerliyor. Bolivyalı yönetmen Natalia López’i de listemize not aldık. Sonraki işlerini de heyecanla bekliyoruz. Son olarak yine aynı bölümden bir başka yapım olan Bianca Lucas imzalı ilk film “Love Dog” (2022) yönetmenin ana karakterin özel hayatına yakından sokulduğu, kamera kullanımında ustaca ilerleyen ancak çok kişisel ikonların ve ayrıntıların fazlalığıyla ana hikayenin kaybolmaya çok müsait olduğu bir yapım. Ne cümle ama! 😂 Yorulmayın kıyamam size. Saraybosna Film Festivali’nden aktarmaya devam edeceğiz.