
Dün tüm sergilerine dadandım, ey aziz İstanbul
Uzun zamandır hiçbir sergiye gitmeyip, sonra da iki gün içerisinde dört sergi gezmek bünyede hiçbir hasara yol açmadı. Demek ki tavsiye edilen dozajın üstünde gezilebiliyor. Bunu da öğrenmiş olduk.
Neş’e Erdok – Zaman Kuşu, Bozlu Art Project Mongeri Binası
Neş’e Erdok’un eserlerinden oluşan bu retrospektif niteliğindeki sergide, Erdok’un 70’lerden bugüne pek çok eseri sergileniyor. Erdok’un tablolarındaki insanlar çok hareketli, muzip ve renkli İstanbul yaşantısından anları yansıtsalar da gözlerinin bir köşesinde hep bir üzüntü ve yalnızlık var gibiydi. İstanbul’un günlük halleri, kadınlar, çocuklar, kediler, vapurlar, trenler, bol hareket, oyun ve bir yandan da o hüzünlü hal olunca dedim, “Herhalde Orhan Veli resim yapsaydı böyle olurdu.” Ama en çok da portrelerini ve otoportrelerini sevdim galiba. En çok şaşırdığım şey ise, sergideki tabloların büyük kısmının özel koleksiyonlardan gelmiş olmasıydı. Bu sergi için, çok fazla koleksiyonerle iletişime geçilmiş belli ki. Bir daha bu kadar eserin yan yana gelmesi çok zor olduğu için, fırsatı kaçırmadığıma sevindim. 9 Haziran’a kadar devam edecekmiş sergi. Bir kez daha gitmek ve bu sefer Oğuz Erten’in hazırladığı “Zaman Kuşu: Neş’e Erdok’un Yaşamı ve Sanatı” isimli kitabı da almak istiyorum. Kısmet.
Tayfun Serttaş – Flashblack, Pilevneli Gallery
Flashblack, 1911-1996 yıllarında yaşamış olan Maryam Şahinyan’ın 1935-1985 yılları arasında Galatasaray’daki stüdyosundaki üretiminin yeniden görselleştirilmesi projesi. 2011 yılında SALT’ın Açık Arşiv alanında da sergilenen arşiv, sadece estetik bir değer taşımıyor ayrıca çok ciddi bir tarih materyal. 1935-85 yılları arasında Türkiye’de neler yaşandığına dair en ufak bir fikri olmayan biri bile, sergide gözünün gördüğüyle demografik fal baksa, “bütün geçmişi bildi, saydı döktü” deriz. Tabii “sergiyi şöyle bir gezeyim” diye girip binlerce fotoğraflık envanteri elden geçiremeyeceğimize göre bu işi yine araştırmacılara bırakalım. Serttaş’ın bizler için aralarından seçtiklerine bakarken, hayal bile edemeyeceğimiz tipte insanlar, hikayeler görmek, sadece filmlerde olurmuş gibi durumlara şahit olmak çok etkileyici. O sırada üzerinizdeki telefonda binin üzerinde fotoğraf olduğunu, o fotoğraflardan geriye ne kalacağını ve ilerde onlara bakanların ne göreceğini düşündüğünüzde ise bütün bu deneyim garip bir his vermeye başlıyor.
Sergi 26 Mayıs’a kadar gezilebilir.
Tarihin Merkezine Seyahat, Anamed
10 Mayıs’ta bu sergide, II. Abdülhamit’in hazırlattığı fotoğraf albümlerinden, Alman Şansölyesi Otto von Bismarck’a hediye edilen üçü, Bahattin Öztuncay, Ahmet Ersoy ve Deniz Türker küratörlüğünde günümüz seyircisiyle buluşuyor. II. Abdülhamit, dönemin önemli fotoğrafçı ve ressamlarını, Osmanlı’nın erken dönem yerleşim yerlerini keşfetmeye yollamasıyla ortaya çıkan bu eserlere ek olarak, Gaumont Pathé arşivinde bulunan, Bursa’da çekilmiş ilk video görüntüleri de sergide yer alıyor. Benim burada yazdıklarım serginin anca künyesi eder; sergi kitabındaki yazıları da okumanızı ayrıca tavsiye ediyorum.
Levent Sevi – Varolmayanyerler / Nonexistentplaces, Bina
11 Mayıs’ta açılan bu yarı-taze sergi ise Levent Sevi’nin 2016-2018 yılları arasında Tel Aviv, Bat Yam, Yafa, İstanbul, Dalyan ve Kaş’ta çektiği fotoğrafları double exposure tekniğiyle üst üste bindirerek ürettiği, gerçekte varolmayan yerlerin fotoğraflarından oluşuyor. Levent Sevi – kendisi üniversiteden sınıf arkadaşım olur – hem Türkiye hem de İsrail vatandaşı; ancak askerlik problemleri yüzünden İsrail’e gidemiyordu. İki ülkede, iki farklı yolla bu meselenin icabına bakıp, yıllar sonra İsrail’e tekrar gidebilmişti. Sergide göreceğiniz yerler gerçekte olmayabilir ama Levent’in kafasında, ruhunda bir yerlerde bu manzaraların varlığından şüphem yok.