
Şimdi günah çıkarma zamanı: Popüler kültürden beslenen ünlü belgeselleri
Janet Jackson, Britney Spears, Marilyn Monroe, Lady Diana, Amy Winehouse, Anna Nicole Smith… Tüm bu ünlüler bir zamanlar popüler kültürde kendine bolca yer bulan, çoğu zaman medyanın eril diliyle yerden yere vurulan ama günümüzde de çekilen belgesellerle “hakları verilen” isimler. Bu ünlüler uzun yıllar boyunca kariyerlerinin zirvesinde olsalar bile çoğunlukla meslekleriyle değil hayatındaki erkeklerle ya da boğuştukları çeşitli psikolojik sorunlarla gündemde tutuldular. Me Too gibi çeşitli kadın hareketlerinin birçok sektörde, tavırda, sahada değişikliğe sebep olduğu günümüzde ise artık vaktiyle kendilerine yakıştırılan sıfatlar usulca rafa kaldırılıyor; aksine zamanında kendilerine ne kadar haksızlık yapıldığı anlatılıyor ve haklarında yeni belgeseller hazırlanıyor. Peki bu ünlülerin belgeselleri bir tür günah çıkarma mı yoksa geçmişin geçmişte kaldığını anlatan, suçu hafifletici belgeler mi? Ve bizim bir izleyici olarak bu isimlere yönelik ilgimiz, talebimiz neden bitip tükenmiyor? Son yılların modası olan “popüler kültürzede” ünlülerin belgesellerine dadanıyor, bu yapımların samimiyetini sorguluyoruz…
Gündem olmak, konuşulmak, manşetlerden düşmemek çoğu insana cazip gelse de tüm bunların, ünlü olmanın maddi ya da manevi mutlaka bir bedeli oluyor. Ve bu bedel eğer ünlü bir kadınsanız çok daha büyük olabiliyor. İnsanlar ve medya (günümüzde daha çok sosyal medya) sizi istediği herhangi bir konuda yargılayabiliyor, yediğiniz içtiğiniz şeylerden tutun giyiminize kuşamınıza kadar her bir detayı haberleştiriyor. Peşinize takılan kameralı adamlar ordusu deyim yerindeyse sizi avlamak için pusu kuruyor, haddi olmayan sorularla bunaltıyor ve de köşeye sıkıştırıyor. Kadın ünlülere reva görülen bu “av kültürü” uzun yıllardır vardı (çoğu zaman haddini aştı) ve maalesef var olmaya devam edecek gibi duruyor. Çocukluğundan beri bu konudan, popüler kültüre malzeme olmaktan en çok çeken ünlülerin başında da Britney Spears geliyor diyebiliriz.
Hatırlarsanız Britney milyonlarca hayranının Free Britney desteğiyle beraber sonunda sesini duyurmayı başarmış ve esaretle geçen uzun yılların ardından sonunda özgürlüğüne kavuşmuştu. Ve kendisinin bir zamanlar maruz kaldığı medya şiddetini Justin Timberlake olayları üzerinden uzun uzun anlatmıştık biz de.
Magazin basını zamanında Timberlake’in Britney aleyhine verdiği her bir malzemeyi kullanmaktan çekinmemiş, kendisini 7/24 takibe almış ve bu takibi taciz boyutuna çıkarmıştı. Bakire olup olmadığı konusu bile radyo programlarında kahkahalarla tartışılmış, Timberlake’e bu konudaki fikri (?!) sorulmuştu. Timberlake mi? Onun kariyeri ve hayatı Britney’nin aksine pozitif bir şekilde ivme kazanmış, bolca ilgi toplamış ve tüm bu olaylardan sıfır hasarla çıkmıştı. Justin ayrıca milyonların canlı izlediği bir Super Bowl konserinde sahne arkadaşı Janet Jackson’ın da “kazara” büstiyerinden bir parçayı söküp bir memesini açığa çıkarmış ve tüm bunlardan da sahte bir özürle yırtmıştı. Janet Jackson ise bu olayın ardından büyük müzik kanallarınca mimlenmiş, kariyeri de düşüşe geçmişti.
Britney kesinlikle 2000’lerin taciz boyutuna varan magazin servisinin, Amerikan pop kültürünün nelere sebebiyet verebileceğinin en acı örneği. Kendisi bu kültürün “her zaman seksi görün ama aynı zamanda ahlaklı ol” ya da “sevgilini elinde tut ama asla baştan çıkartıcı olma” gibi birbirinden tuhaf, çelişkili mesajları sebebiyle başı en çok ağrıyan ünlülerin başında geliyor dediğimiz gibi. Ve korkunç veraset olayları yüzünden başına gelenleri çok sonra öğrendiğimiz genç yıldız, medya baskınının iyice arttığı yıllarda hem en yakınından gelen psikolojik/ekonomik şiddetlerle hem de tüm bu dayatmalarla başa çıkmakta zorlanıyor elbette. Çeşitli sinir krizleri geçiriyor, alay konusu oluyor ve bolca linç ediliyor. Keza Janet Jackson da aynı şekilde kendi suçu bile olmayan bir olayın sonucu aynı linç kültüründen nasibini alıyor.
Ve günümüzde iki ismin de kariyerlerinde ve hayatlarında önemli yer tutan bu olaylarla ilgili belgeseller çekiliyor. Britney’nin belgesellerini bir yerden sonra takip edemedik; Janet’in ise kendi adını taşıyan ve başrolünde olduğu mini belgeseli yayınlandı geçtiğimiz günlerde. Britney, hakkında yapılmış birçok belgesel için izin vermediğini ve anlatılan birçok şeyin doğru olmadığını söylese de Janet kendi hayatının mercek altına alındığı dört bölümlük belgesel için “Bu benim hikayem. Kendim anlatıyorum, başkasının gözünden değil” diyor. Ayrıca iki isim için de The New York Times tarafından hazırlanan belgeseller mevcut; Framing Britney Spears ve Malfunction: The Dressing Down of Janet Jackson. Bu iki belgesel de Britney ve Janet’in hayatlarında benzer etkilere sebep olan ortak bir kişi (tahmin edebileceğiniz o kişi) sebebiyle başlarına gelenleri anlatıyor.
Britney ve Janet’ten çok daha önce basın tarafından avlanan bir başka ünlümüze gelelim şimdi de. Marilyn Monroe da şüphesiz sinema tarihinin görüp görebileceği en etkileyici aktrislerin başında geliyor ve bu nedenle hakkında konuşmaktan ve filmler çekmekten hâlâ vazgeçilmiyor. Kısacık ömründe bir Hollywood ikonu olmaya başaran Monroe hayatta olduğu süre boyunca yer aldığı yapımlardan çok ilişkileriyle gündeme getiriliyor. Kendisinin hayat hikayesine aşina olanlar bilir; doğduğu günden itibaren çeşitli zorluklarla savaşmak zorunda kalan, yetimhanede büyüyen, annesinin en yakın arkadaşının kocası tarafından cinsel tacizlere uğrayan bir kadın Monroe. Yıldızının parladığı ilk günlerden beri Monroe’nun bu büyük şöhretle baş etmekle zorlandığı, her zaman yakınlarından bir destek aradığı ama bulamadığı, hayatının büyük bir döneminde anksiyete ve depresyonla mücadele ettiği biliniyor.
Şaibeli ölümünden sonra 300’den fazla kitap, biyografi, film ve hatta teze konu olan Monroe’nun yaşadığı dönemde maruz kaldığı basın ilgisini tahmin edin… Ve Monroe yaşarken bile bir film yıldızından ziyade bir seks sembolü olarak anılıyor. Günümüzde hakkında çekilmiş belgesellere, filmlere baktığımızda ise daha çok kendisinin kapalı kapılar ardındaki yalnız anlarına, psikolojik çöküşlerine odaklandıklarını görebiliriz. Bir zamanlar neredeyse tamamen özel hayatıyla ve “birbirinden seksi pozlarıyla” haber yapılan bir yıldızın ancak ölümünün ardından gerçekten anlamaya çalışıldığını; nihayet nasıl göründüğünden çok neler hissettiğine odaklanıldığını görüyoruz.
My Mother, Myself ve The Power of Beauty kitaplarının yazarı olan Nancy Friday de Monroe hakkında şunları söylüyor: “Bence Marilyn, öldüğünden beri insanların hayatını nasıl yeniden yorumladığını görse şaşırırdı. Güzelliği için sömürülen bir kadındı, oyunculuğuna hayran olan ya da kişisel duygularını önemseyen çok az kişi vardı. Rolü seks objesi olmaktı. Hayat hikayesine baktığınızda onu görebilirsiniz. Feminizmin neden gerekli olduğunun güçlü bir hatırlatıcısıdır.”
Aramızdan yine çok erken ayrılan ve doğuştan gelen müzik yeteneğinin tadını çıkaramamış bir başka ünlü isme, Amy Winehouse’a gelirsek… Kendisi de ölümünün ardından hayatı çeşitli belgeseller uğruna didik edilen bir başka ünlü isim. Bu yapımların bazısı (Bkz: Asif Kapadia’nın Amy belgeseli) gerçekten Amy’nin kişisel hayatının ve benzerine az rastlanır müzik kariyerinin hakkını verirken bazısının da gözlerindeki dolar işaretini ta buralardan gördük. Şuradaki yazımızda da anlattığımız gibi gerçekleri objektif bir şekilde anlatmaya çalışan Amy belgeseli, Amy’nin babası Mitch Winehouse tarafından pek de hoş karşılanmamıştı. Çünkü kendisi bu belgeselde kızının ününden istifade eden ve kızını şan, şöhret uğruna “harcayan” bir baba olarak gösterilmişti (ki bu bilginin doğruluğu birçok defa Amy’nin yakın çevresi tarafından da doğrulanmıştı) Ve bunun ardından Mitch kendisinin kontrolünde çekilecek yeni bir Amy filmi için kolları sıvasa da bu projesinden, neyse ki, hala haber alınamıyor. Mitch Winehouse aslında bu yazıda anlatmak istediklerimizin bir özeti. Artık hayatta olmamasına rağmen geride bıraktıklarıyla bile milyonları etkileyebilecek insanların güçlerinin yanlış şekillerde kullanılabileceğini, gerek maddi gerek manevi istismarlara açık olabileceğini gösteriyor bize.
Böyle bir konudan bahsedip biricik leydimiz, ikonik prensesimiz Diana’yı da anmamak olmaz elbette. Kraliyet ve de Prens Charles ile arasına giren birçok şey olsa da şüphesiz basın bu listenin üst sıralarındaydı. Diana’nın neredeyse her hareketi, Kraliyet’in tüm engellemelerine rağmen manşet olmayı başarmış, kendisini tüm dünyaya anlatabildiği bir aracı haline gelmişti. Diana zaman zaman bu ilgiyi lehine kullanabilse de kendisinin ölümüne neden olan (ve hâlâ şüpheli olan) trafik kazasına kadar basının bu bunaltıcı takibi hiç durmadı. Sonrasında da bu takip şekil değiştirdi diyebiliriz; Diana hakkında çekilen belgesellerin, filmlerin, yazılan kitapların önü arkası kesilmedi. 2022 yılında Diana rolüyle hâlâ bir aktris Oscar’a aday olabildiğine göre, daha uzun yıllar da sürecek bu takip.
Son olarak da Netflix’in 90’lı yıllarda “servet avcılığı” nedeniyle Amerikan basınında sıkça yerden yere vurulan Anna Nicole Smith’in belgeseli için kolları sıvadığını öğrendik. 39 yaşında, yanlışlıkla aşırı doz alarak öldüğü düşünülen Smith’in belgeseli hakkında detaylar henüz netleşmese de kendisinin popüler kültürdeki yeri üzerinde durulacağı tahmin ediliyor. Yönetmen koltuğunda oturan Ursula Macfarlene projesini şu sözlerle anlatıyor: “Anna Nicole’ün hikayesine epik bir gizem hikayesi olarak yaklaştım. Bu kadar karizmatik ve dudak uçuklatan güzelliğe sahipken, dünya ayaklarının altındayken nasıl bu kadar uzağa, bu kadar çabuk düştü? Şimdi, hayatı kültürümüz tarafından ele geçirilmiş ve nihayetinde yok edilmiş bir başka güzel genç kadının hayatını yeniden incelemek için doğru zaman gibi geliyor. Zamanımızın en yanlış anlaşılan kadınlarından birinin dokunaklı, korkusuz ve hassas bir tasvirini yapmak için Netflix ve Propagate ile çalışmaktan heyecan duyuyorum.”
Macfarlene’nın “hayatı kültürümüz tarafından ele geçirilmiş ve nihayetinde yok edilmiş” tanımı her ne kadar tatsız olsa da tam da bu yazıda andığımız isimleri anlatıyor aslında. Günümüzde yaygınlaşan ünlü belgeselleri belki de gerçekten bir zamanlar, acımasız başlıklarla popüler kültürün diline doladığı bu insanların dünyaya tanıtılış şekilleriyle ilgili bir hesap vermesi olarak görülebilir. Zaten bizim de temennimiz tüm bu hayatların bir ünlüden ziyade gerçek bir insana ait olduğunu hatırlayan yapımlar görmek. Ama belki de en iyisi günah çıkarmak uğruna, çoğu hayatta bile olmayan bu insanları daha fazla rahatsız etmemek ve onları rahat bırakmaktır…