Sinema tarihinin ekoeleştirel filmleri

Günlerdir gözlerimiz dolu dolu Kaz Dağları’ndaki katliamın fotoğraflarına bakarken, distopik bir filmdeymişiz gibi hissettik. 5 Ağustosta gerçekleşen Büyük Su ve Vicdan Buluşması ise filmlerdeki o umut dolu, kurtuluş sahnelerindeki gibiydi. Buluşmaya şartlar sebebiyle gidemeyince biz de eko-sinema örneklerine dadandık.

Çevresel adalet: 195 bin kesilmiş ağaç

Ülkemizde son yıllarda yaşanan en büyük doğa katliamı Kaz Dağları’nda gerçekleşti. ”195 bin ağaç kesildi” derken kalbimize yerleşen o duygu, izlediğimiz büyük felaket, kıyamet filmlerindeki sahneler kadar rahatsız edici değil mi?

Yıllardır HES projeleriyle, barajlarla, madenle talan edilen Munzur Vadisiyle, Kuzey Ormanlarına yapılan katliamla, Salda Gölüne gerçekleştirilmek istenilen felaketle yurdun dört bir yanı distopik filmlerden çıkmış gibi karelerle dolu.

Kalbimizde ve odağımızda olan doğa katliamları; çevresel adaleti ve ekolojik kıyameti anlatan filmleri aklımıza getirdi. 

Eko-sinema

1990’lardan itibaren akademinin de çalışma alanı olan ekoeleştirel filmler, sinemanın gücü sayesinde farkındalık yaratmayı başarıyor. Bilinç ve davranış değişikliği yaratabilme gücü olan sinemada az da olsa ekolojik filmlerin, festivallerin olması umut verici.

Bu meseleleri kendine dert edinmiş dadanistler olarak, hazırladığımız listede Hollywood’un kurmacalarından, yurdumuzda çekilen belgesellere kadar uzanan bir seçki yaratmaya gayret gösterdik. 

Yağmuru Bile – Even the Rain

“Bu sahneyi ben yazmadım. Bu bir gerçek ve yaşandı! Göstermek ve çekmek zorundayız.”

2011 yılında, başrolünde Gael García Bernal’in olduğu, Bolivya yerlilerinin özgürce su kullanma hakkını, film içinde film çekme kurgusuyla odağına alan filmin en etkilendiğim sahnesinden bu sözler.

İspanya’nın başarılı yapımlarından Yağmuru Bile; Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfini anlatan bir film çekmek için Bolivya’ya giden set ekibinin başından geçenleri anlatırken, yerel halk ve devlet arasındaki ‘su’ sorununu ve çıkan toplumsal ayaklanmayı konu ediniyor. Yani evet, hikaye içinde hikaye var. 

Alıntı yaptığımız sahneyi özellikle anlatmıyor, izlemenizi öneriyoruz.

Avatar

James Cameron imzalı, 2009 yapımı film gişe rekorları kırmış; övgüler ve eleştirilerle hakkında uzun süre konuşturmuştu. Ayrıca izlediğim ilk 3D film olduğu için Avatar’ı unutmam mümkün değil.

Doğadaki her canlıyı öznesi yapabilen bu film, Sıradan bir senaryosu olduğu için eleştirilmişti. Sıradan değil, ”çok gerçek” bir senaryo olması ise korkutucu. Başka bir gezegende geçse de maden için başka bir ülke seçen şirket ve direnişçi yerel halk mücadelesi çok bildiğimiz, günümüzden değil mi?

Filmle ilgili hafızanızı tazeleyelim: 

Pandora adındaki uzak bir gezegende, Na’vi adında nüfusu giderek azalmakta olan bir halk yaşamaktadır. Kahramanımız Jake, kendilerine özgü bir lisanları, dünya görüşleri ve yaşam biçimleri olan halkın arasına karıştığında doğa ile de bütünleşir. Askeri şirketi, Pandora gezegeni ve oradaki kaynaklar hakkında derinlemesine bilgi edinmek için Avatar adında bir program meydana getirmiştir. Yarı insan yarı Na’vi olan avatarlar misyon amaçlı Pandora’ya gönderilir. Bu sisteme gönüllü dahil olan Botanist Dr Grace Augustine ve Jake Sully için başka bir yaşam var olur. Sully, Pandora’ya geçtiği anda felçli bedeni değişime uğrar ve işlevli hale gelir. Bu sırada Na’vi halkından Prenses Neytiri ile karşı karşıya gelen Jake, ansızın bir farkındalık yaşar ve bir araştırma misyonu ile gönderildiği bu gezegeni, kendi dünyalısından korumaya karar verir.

Wall-E

2008 yılı, Pixar ve Disney ortak yapımı, En İyi Animasyon Oscar’ını almış filmimiz Wall-E, izlemeniz için ısrar edebileceğimiz tatlılıkta. Bu arada tatlış bir animasyon önerdiğimizi düşünenlere, Wall-E’nin önemli bir bilim kurgu olarak da kabul edildiğini hatırlatalım.

Wall-E adlı sempatik ve yalnız (ah, kalbim!) robotumuzun başkahraman olduğu bu film, çoook uzak bir geleceği anlatır.

Film, tüketim çılgınlığına ve insan türünün kendi yaşadığı doğal çevreye verdiği zararları odağına alıyor.

Yaşadığı çevreyi hoyratça mahveden insanlar, kirlenme sebebiyle Dünya’yı terk edip başka bir gezegende yaşamaya başlamıştır. Çöplerle dolu dünyayı temizleme işi sevimli robotumuz Wall-E’ye verilir. Çöplerden kendine yeni bir dünya yaratan Wall-E, başka bir robot olan Eve’nın gelmesiyle birlikte yeni maceralara koyulur; birlikte türlü zorlukları aşarlar ve kalbimizi ısıtan bir aşk yaşarlar.

Ve tabii belgeseller

The Cove: 2009 yapımlı bu film, Japonya’da her yıl yapılan yunus katliamını ele alıyor.  89. Akademi Ödülleri’nde En İyi Belgesel ödülünü aldı.

Kanlar içinde bir belgesel görmüyoruz ama  gerçekten iç acıtan bu filmi izleyin ve izlettirin. Boğazımız düğüm düğüm…

Sudaki Suretler: Artvin-Hopa’da eylemdeki biber gazı sebebiyle kaybettiğimiz Metin Lokumcu anısına yapılan film, HES karşıtı mücadele için önemli bir yere sahip. 

Akıntıya Karşı: 2010-2011 yıllarında tamamlan belgesel film, şantiyeye çevirilen Karadeniz’e bir yolculuğu anlatıyor. HES’le mücadele eden Karadeniz insanının özellikle kadınlarının direnişinin bir hikayesi.

”Ekoeleştirel filmler” denince bir de aklımızda şunlar canlanıyor:

The Hunger Games

The Day After Tomorrow

Woman at War

Der Müll im Garten Eden