Sürdürülebilir moda ve 3R kuralı: Reduce, reuse, recycle

Modanın doğası gereği her şeyin bir zamanı, belirli aralıklarla dalgalar halinde gelen trendleri mevcut. Giyim kuşamdan gayrı, modern dünya problemlerine dair kimi akımlar da modanın sayfaları arasına giriyor: Kadın hareketi, uzay konsepti, bohem yaşam tarzı… İnsanların kendilerini ifade şekillerinden birisinin görünümleri olduğunu düşünürsek, insan dünyasına dair her şeyin modaya da sirayet etmesi normal. Elbette sürdürülebilirlik de bundan geri durmayacaktı. Peki sürdürülebilir moda, gerçekten ne kadar sürdürülebilir?

Ve kaçınılmaz son olarak, popüler olan her şeyin içinin hızlıca boşalması gibi, sürdürülebilirliğin içeriğinin de boşaltılması çok uzun sürmedi. Sürdürülebilirlik adına iki çift lafı olmayan bir markanın kalmadığı şu günlerde, kimin ne söylediğinin bir önemi kalmamış gibi. Önemli olan sonunda bir şeyler söyleyebilmek. 80’lerde yeşil hareketinin önem kazanmasıyla ortaya bir akım çıkmıştı: “Greenwashing” yani “yeşil yıkama”. Markaların, çevreye çok da duyarlı olmayan üretim süreçlerine rağmen, yaptıkları halkla ilişkiler kampanyalarıyla çevre dostu bir görünüme bürünmelerini tanımlayan bu tabirin günümüzde sürdürülebilirlik için geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

Peki gerçekten sürdürülebilir bir moda dünyası yaratmak mümkün mü?

Güzel haber: Evet, belli oranda mümkün! Fakat bunun yollarını aramak için paradigma değişimi yaratmak ve odağımızı modaya değil, sürdürülebilirliğin kendisine çevirmek gerekiyor. Yola sürdürülebilirliğin temel yapı taşlarını oluşturun 3R ile çıkalım: “Reduce, reuse, recycle” yani “Azalt, yeniden kullan, geri dönüştür”. Sürdürülebilirlikten bahsedebilmek için bu üç kavramı hiyerarşik bir şekilde, sırasıyla uygulamak ilk adım.

Azalt

2015’te ünlü moda tasarımcısı Raf Simons’un Dior gibi bir moda evini tükenmişlikten muzdarip bir şekilde bırakması aslında ilk tehlike sinyallerini veriyordu. Fakat ilerleyen süreçte modanın ivmesi hiçbir sekteye uğramadan artmaya devam etti. Yaz-Kış-İlkbahar-Sonbahar derken artık Cruise ve Resort koleksiyonlarımız da mevcut. Moda haftalarında, podyumda gördüğünüz bir ürün, orada görünür görünmez değerini kaybetmeye başlıyor. Birçok moda markası mağazalarındaki koleksiyonlara her hafta yenilerini ekliyor. Dayanıklılıktan ziyade trendi takip etmenin daha önemli olmasıyla beraber tüketilen ürünlerin kalitesini sorgulama ihtiyacımız da giderek azalıyor.

Neyse ki bu olayı tersine çevirmeye çalışan markalar mevcut. Amerikalı Everlane markası bunlardan biri. Odağına üretim süreçlerinin şeffaflığını ve şeffaf fiyatlandırmayı, diğer bir deyişle “ne alırsan onu ödersin” felsefesini koyan marka, insani çalışma standartlarını benimseyen fabrikalarda üretim yaptırıyor ve doğru/kaliteli hammaddeyi kullanıyor. Bana kalırsa markanın en önemli özelliklerinden birisi trendleri önemsememesi ve moda camiasının çok sevdiği tabirle “zamansız” parçalar yaratması. Farklı bedenlerdeki kadınların üzerinde hoş duracak kalıplarda, kaliteli materyalden üretilmesi sayesinde yıllarca kullanılabilecek parçalar üretebiliyorlar. Böylece kullanıcılarının alacakları ürün sayısını azaltarak sürdürülebilirliğin ilk adımı olan azaltma adımına katkıda bulunuyorlar.

Yeniden kullan

Gelelim tekrar kullanım mevzusuna. Neyse ki vintage denen bir akım var ve anneannemizden kalan parçaları hala günlük hayatta, biraz da caka satarak kullanabiliyoruz. Fakat bizim bugün aldığımız kıyafetlerin gelecekte çocuklarımız tarafından kullanılıp kullanılamayacağı meçhul. Çünkü birçoğu anneannemizin kıyafetlerinin kalitesinde üretilmiyor. Yine de elbette istisnalar mevcut. Bu istisnaları özellikle dayanıklı materyallerin kullanılmasının şart olduğu sektörlerde görmek mümkün. İyi örneklerden biri İsviçre’den geliyor.

Dayanıklı çanta üretim markası Freitag, eski tır brandalarını, emniyet kemerlerini ve kullanılmış bisiklet iç lastiklerini hammadde olarak değerlendirip başlı başına döngüsel bir model geliştirmiş durumda. Üstelik bu sayede Freitag çantalarının her biri diğerinden farklı oluyor, çünkü her çanta sahibine, kullanılan brandaların farklı bir kısmı nasip oluyor. Freitag tekrar kullanım mevzusunu bir adım ileri taşıyarak ürettiği çantaların birden fazla insan tarafından kullanılmasını sağlayacak kurgular geliştiriyor. Örneğin Viyana ve Berlin gibi dünya başkentlerinde şubeleri bulunan, tarz sahibi 25 hours Bikini Hotel’lerde odanıza bırakılmış Freitag’lar isterseniz size şehri keşif turunda size eşlik ediyor. Freitag geçtiğimiz yaz, Ağustos ayında tatile gidemeyen yedi çalışanının çantalarını, o tarihlerde yollarda olacak gezginlere ödünç verdikleri bir kampanya gerçekleştirdi. Marka, ondan önceki yıl da gezginlere çantalarını ödünç vermiş ve gittikleri yerlerde çantalarıyla manzara fotoğrafları çekip sosyal medyada bu fotoğrafları Freitag’in hashtag’iyle paylaşmalarını istemişti. Bundan daha muhteşem bir pazarlama kampanyası düşünülemezdi herhalde.

Freitag’ın son dönemdeki projelerinden birisi de çanta takası üzerine. Tinder’a benzeyen bir uygulama geliştiren firma, kullanıcıları arasında doğru eşleşmeyi yakalayanların aralarında çanta değiştirmelerine imkan veriyor. Freitag, eskiyen çantaları tamir eden, çantalarına yeni bir tasarım vermek isteyen kişilere de hizmet sağlıyor. Doğrusal olan üretim modelini döngüsele çevirmek için her aşamada her gün yeni çözümler üretmeye çalışıyorlar.

Geri dönüştür

Sürdürülebilirliğin son R’si olan Recycle yani “geri dönüşüm” ise üçüncü ve son adım olarak köşebaşında bizi bekliyor. Bu cümledeki “son” vurgusu oldukça önemli. Çünkü sürdürülebilirlikte eğer geri dönüşüm adımına kadar üretim sürecinizi döngüsel olan modele adapte edememişseniz ya kolaya kaçmışsınız ya da çok da başarılı bir süreç idaresi gerçekleştirememişsiniz demektir. Zira geri dönüşüm süreçleri de bol enerji sarfiyatı ve muhtemelen sürece yeni ham materyallerin katılması, doğal kaynakların kullanılması anlamına geliyor. Özellikle moda sektöründe bu iş daha da çetrefilli. Denim gibi dayanıklı kumaşları üretebilmek için dayanıklı ham koton kullanmak gerekiyor, fakat geri dönüştürülmüş materyallerde bu dayanıklılığı yakalamak oldukça zor, dolayısıyla üretim sürecine yeni hammaddelerin katılması kaçınılmaz hale geliyor. Yıkama işlemleri, dikim sırasında artan parçalar derken yeni tüketim alanları ve sarfiyatlar ortaya çıkıyor.

Ez cümle, herhangi bir alanda sürdürülebilirlikten bahsedebilmemiz için ürünün hammaddesinin toprağa ekildiği o ilk andan mamül olarak müşterisine ulaştığı ana kadar geçen süreci, kendi hattında son sürat giden bir tren gibi düşünmekten ziyade her aşamasında geriye dönen, sisteme yeniden mal olan ve mümkünse bir kısırdöngü gibi, dışarıya hiçbir şey sızdırmayan bir çember haline getirmek gerekiyor. Bunun için değiştirmeye başlayacağımız ilk şey ise düşünce sistemlerimiz. Kâr edebilmenin yollarını dünyada sınırlı olan hammaddeleri kullanarak üretim ve mümkünse daha da fazla üretimle büyüme üzerine kurgulayanlar, kaynakların giderek azalmasıyla beraber daha da zorlanacaklar. Moda sektörü de -neyse ki- bu süreçte bir istisna olmayacak. O yüzden, siz iyisi mi anneannenizden kalan ceketinize daha iyi bakın ve aldığınız ürünlerin fiyatını ve etiketini sorgulamaya başlayın. Eninde sonunda böyle düşünmeye başlamak zorunda kalacağız. Bu süreçte erken davranan kazanacak…