Tek kişilik orkestra: Noiserv

Sinematik seslerin yaratıcısı Noiserv ile İstanbul konseri öncesinde konuştuk.

Portekiz’in son yıllarda yükselen isimlerinden David Santos, ya da nam-ı diğer Noiserv. Kurguladığı hikayelerle neredeyse sinematik bir deneyim yaratan Noiserv, bu konudaki hünerlerini 2016’da yayınladığı 00:00:00:00 albümüyle zirveye taşımış; zihninde yarattığı, henüz çekilmemiş bir filmin soundtrack’ini yapmıştı. 

Pek çok farklı türü içine dahil eden müziği, kendine has (neredeyse görsel) anlatımı ve sahnede aynı anda birden çok enstrümana olan hakimiyeti ile, özellikle Avrupa izleyicisinin gönlündeki yeri ayrı. Uzun zamandır yolunu gözlüyorduk. Sonunda, PSM Caz Festivali kapsamında İstanbul’a geldi Noiserv. Touche’de gerçekleşecek, şehirdeki bu ilk konserinin öncesinde tüm nezaketi (ve smiley’leriyle) cevapladı sorularımızı. Tek bir smiley’yi bile yerinden oynatmadık!

Her albümünün kendine has bir hissi var. Tekniklerin ve kullandığın enstrümanlar da her albümde değişiyor. Seni yeni sesler keşfetme konusunda motive eden nedir?

Müziği bu şekilde hissediyorum; sürekli yeni hisler ve sesler keşfederek. Neden bilmiyorum ama yeni bir ses, yeni bir enstrüman veya yeni bir zorluk bana her daim ilham veriyor. Eğer yazdığım bir şarkının, daha önce yaptıklarıma benzediğini düşünüyorsam hemen siliyorum onu! 😛

Son albümün 00:00:00:00 2016’da yayınlandı. O zamandan bu yana neler yaptın, bizi biraz güncelleyebilir misin? 🙂

Şu aralar yeni bir albüm kaydediyorum 🙂 Genelde aynı anda birkaç farklı iş üzerinde çalışıyorum. 2016’dan bu yana da üç farklı filmin müziklerini yaptım, birkaç tiyatro oyunuyla iş birliklerim oldu ve daha bir sürü şey! 🙂

00:00:00:00 öncesinde senden hep İngilizce şarkılar duymuştuk ama bu son albümle birlikte Portekizce yazdığın şarkılarla da karşılaştık. Bir müzisyen olarak hangi dil senin için daha ilham verici? Şarkı sözü yazarken bu iki dil birbirinden nasıl ayrışıyor?

İki dilin de kreatif süreçte bana çok faydası dokunuyor. İkisi de birbirinden çok farklı olduğu için, özellikle de şarkı söylerken, parçanın ruh halini de komple değiştirebiliyorlar. Son zamanlarda Portekizce yazmaya ağırlık veriyorum; benim için yeni bir alan, o yüzden çok heyecan verici.

Vokalleri şarkılarına hangi aşamada dahil ediyorsun? Ya da şöyle sorayım: vokaller senin için hikayelerini anlatmaya yarayan bir araç mı, yoksa müziğini tamamlayan bir tür enstrüman gibi mi?

Ben vokalleri şarkıyı tamamlayan bir enstrüman gibi görüyorum. Ama bir hikaye veya bir his, anlatacak bir şeyleri olduğunda çok daha anlamlı geliyor kulağa. Vokaller dinleyiciyle doğrudan bir iletişim kurabilmenizi sağlıyor.

Kayıt süreçlerin nasıl ilerliyor? Albüm için stüdyoya girmeden önce yeni parçaları kafanda nasıl kurguluyorsun?

Kendime ait bir stüdyom olduğu için aslında tüm süreçleri bir arada yürütebiliyorum. Aynı anda hem yeni sesler üzerinde çalışıp hem de kayıt yapabiliyorum. Veya kaydederken yeni bir şeyler keşfetmeye devam edebiliyorum 🙂 Rutinim ise belli: her gün stüdyoya giderek bir gün önce yaptığım kayıtların üzerinden geçmek, onları daha iyi bir hale getirmek için çalışmak…

Peki yeni bir şarkı üzerinde çalışırken en çok hangi enstrüman sana ilham veriyor? Bu açıdan bir favorin var mı, yoksa her şey o anda, doğaçlama mı gelişiyor?

Normalde tercihim gitar ya da piyano ama ne zaman yeni bir enstrüman alsam, hemen onunla bir şarkı yazmak için büyük bir heves duyuyorum. O yüzden bazen böyle istisnalar olabiliyor.

00:00:00:00 albümünü bir soundtrack gibi kurgulamıştın. Ama aslında olmayan, senin zihninde geçen bir filmin soundtrack’i gibi… Ama bence 00:00:00:00 albümünden önce de müziğinin her daim sinematik bir etkisi vardı. Özellikle de Almost Visible Orchestra’da bu daha güçlü hissediliyordu; gerçekten de bir film gibi, farklı farklı sahneler canlandırıyor dinleyenin zihninde. Bunu nasıl sağlıyorsun? Albümlerin konseptlerini, hikayelerini nasıl oluşturuyorsun?

Sürekli bir şeyler düşünüyorum; fikir üstüne fikir buluyorum. Bazıları diğerlerinden daha iyi oluyor tabii. Tüm bu hikaye ve fikirler de her günkü beyin fırtınalarım sayesinde ortaya çıkıyor. Güneşli bir gün, sevdiğim bir dostumla muhabbet, iyi bir konser veya beni duygulandıran herhangi bir şey… En çok bunlardan ilham alıyorum.

Bu arada sadece zihnindekiler değil, ‘gerçek’ filmlerin de müziklerini yapıyorsun. Nobelli yazar José Saramago’nun hayatını anlatan belgesel José e Pilar’ın müzikleri sana aitti mesela. Zaten var olan bir filmin müziklerini yapmak, zihnindeki filmlerin müziklerini yapmaktan ne şekilde ayrışıyor sence?

Süreç birazcık daha farklı. Bir soundtrack’te esas amaç, görüntülerle uyumlu olacak sesler yaratmak; yani sadece zihninde güzel tınlaması yeterli değil. Aslında bana bir tür terapi gibi geliyor, çünkü kendi zihnimdekiler için beste yaparken, takıntılı olduğumdan, asla tatmin olamıyorum. Ama neyse ki sonuçtan her zaman memnun kalıyorum.

Tek başına bir orkestra gibisin. Sahnedede aynı anda birkaç aleti birden kontrol edebiliyorsun. Üstelik albümlerindeki o yoğun hissi de kusursuzca yaratmayı başarabiliyorsun! Şarkılarını sahne performanslarına nasıl uyarlıyorsun?

Gerçekten zor bir iş. Sahnede, şarkılardaki her enstrümanın çalınması gerektiğini düşünüyorum; önceden hazırlanmış kayıtları arkadan döndürmektense… O yüzden tek müzisyen olmak, özellikle şarkıların hislerine sadık kalmak açısından çok zor olabiliyor. Canlı kayıtlar sırasında sesleri kaydedip tekrar döndürmek için loopstation kullanıyorum.

NOISERV 4

Bu senin İstanbul’daki ilk konserin olacak. Daha önce buraya hiç gelmiş miydin? Kafanda neler canlanıyor?

İlk kez geliyorum 🙂 Biraz heyecanlı ve çok mutluyum. Dürüst olmam gerekirse, geleneksel müziklerin dışında sizin oraların müziğine dair çok fazla bir şey bilmiyorum 🙁 Umarım gelince daha iyi öğrenirim.

Yakın gelecek için şekillenmeye başlayan planların neler?

Önceliğim yeni albümün kayıtlarını tamamlayıp 2020’de yayınlamak 🙂 🙂 Bu esnada üç farklı soundtrack tamamlayacağım: biri sinema, ikisi tiyatro için.