Rönesans dönemine selamlar, Sicilya’ya sevgiler: The White Lotus’un ikinci sezondaki erkek çıplaklığı ‘takıntısı’

Geçtiğimiz sene bizi Hawaii’deki beş yıldızlı tropik otelinde ağırlayan The White Lotus ekibi, bu sene ise elimize birer Aperol tutuşturup Sicilya’daki oteline davet ediyor izleyenleri. Bu sezon da, İtalya’ya uyarlanan introsu, birbirinden zengin (ve de cringe) misafirleri, über lüks otelinin ve de Sicilya’nın enfes manzaraları gibi bakmalara doyamadığımız güzellikleriyle oldukça davetkar görünüyor. Tabii biz ilk sezondan ambalaja aldanmamayı öğrendiğimiz için bu güzelliklere kendimizi fazla kaptırmadan bu otelde de yaşanacak tatsızlıkları merakla bekliyoruz. Yalnız bu defa, yayınlanan altı bölüm itibariyle, dizi hakkında konuşmak istediğimiz başka bir konu var; erkek karakterlerin “cesurca” sergilenen çıplaklıkları. Ekranlarda genelde kadın çıplaklığı görmeye alışkın bu gözler, The White Lotus’ta neden bu kadar çok çıplak erkek gördüğünü sorguluyor ve de bu tercihin altında yatan sebepleri konuşuyoruz…

Mike White, geçtiğimiz ödül döneminde adını sıkça duyduğumuz ve de ileride bir TV klasiği olarak anılması muhtemel dizisinin ilk sezonuyla bize pek de sık rastlamadığımız bir TV deneyimi sunmuş ve de iştahımızı kabartmıştı. Hawaii’de, bir grup “kalburüstü” insanın gittiği über lüks The White Lotus otellerinden birini tanıtan White, mini dizi olarak tasarladığı projesine gelen övgüler üzerine ikinci sezonu çekmeye karar vermişti; hatta yakında üçüncü sezon hazırlıklarına da başlayacak. İkinci sezonda bu sefer The White Lotus’un, her bir odası envai çeşit heykellerle donatılan İtalya şubesine gidiyoruz. Yanımıza ilk sezonun gözde karakterlerinden olan Tanya’yı da alıyoruz tabii. Bu sezonda gönlümüzün bir tanesi Jennifer Coolidge’a eşlik eden isimler arasında Aubrey Plaza, Haley Lu Richardson, Adam DiMarco, Theo James yer alıyor. Tıpkı ilk sezonda olduğumuz gibi, bu tatile ve karakterlere de çabucak adapte olduk, olmayan İtalyancamızı şöyle bir yokladık ve kimin ne dolaplar çevireceğini merakla bekliyoruz. Final bölümünde ortaya saçılacak çirkinlikleri artık iyi kötü tahmin edebiliyoruz. İzlediğimiz altı bölümden sonra, ikinci sezonun odağına özellikle ilişkileri, sadakatsizliği ve de bolca erkek çıplaklığını aldığını gördük. Şimdi bu tercihin arkasındaki nedenleri konuşmadan önce spoiler uyarımızı yapalım ve Sicilya’ya doğru yol alalım.

Buralar hep spoiler!

Daha ilk bölümde, Theo James’in hayat verdiği Cameron’ı kankisi Ethan’ın deniz şortunu denerken bir güzel röntgenledik. Cameron aktarma sırasında kaybolan valizi nedeniyle Ethan’dan ödünç aldığı deniz şortunu denemek için Harper’la beraber odaya çıktı ve Harper’ın orada olmasını umursamadan odanın ortasında şortu giydi. Ve bu sırada Cameron’ın cinsel organını (protez olanı), Harper’la beraber aynadaki yansımadan gördük. İlerleyen bölümlerde de Ethan’ın, Greg’in, Albie’nin, Quentin’in, Jack’in de benzer şekilde neredeyse tam çıplaklık içeren sahnelerini. Haliyle de merak ettik; bu kadar fazla erkek çıplaklığı izlememizin sebebi neydi ki?

Okuma önerisi – Filmlerin leydisi, gönüllerin bir tanesi: Geç de olsa gelen Jennifer Coolidge çağını kutluyoruz

Öncelikle The White Lotus alışkın olduğumuz TV formülleriyle çalışmıyor; zaten bu yüzden bu kadar seviyor ve hayranlıkla izliyoruz kendisini. Bu nedenle TWL’de sık sık şahit olduğumuz erkek çıplaklığının, ekranlarda izlemeye alıştığımız kadın çıplaklığına bir tepki olması kuvvetle muhtemel. Zaten TWL, erkek karakterlerinin çıplaklığını çoğu zaman alışagelmiş kadın çıplaklığıyla aynı kefeye koyuyor ve de erkek bedenini objeleştiriyor. Gördüğümüz neredeyse tüm erkek vücutları o “idealize edilmiş” erkek vücutlarına yakın ve de adeta birer Rönesans heykeli. Rönesans meselesine birazdan geleceğiz ama mesela Tanya’yla Greg’in bir acayip sevişme girişimde, Tanya’nın giyinik ama Greg’in çırılçıplak olmasını TWL’de cinsiyet formüllerinin ters çalıştırılmasına güzel bir örnek. Onun dışında plajda, yemekte, yatak odasında kısacası her yerde gördüğümüz tüm çıplak erkek vücutları adeta bir sergi edasında, kadrajın mümkün olduğunca geniş tutularak sergilenmesi de öyle.

Yalnız bu “sergi”de, erkek karakterler tarafından gayet hoş karşılanan kadın çıplaklığının aksine, çoğu zaman oradaki kadın karakterler için rahatsız edici bir şeyler oluyor. Cameron’ın hemen birkaç adım önündeki Harper’ı umursamadan soyunması ve de Harper’ın bu durumdan rahatsız oluşu gözümüzden kaçmıyor. Hatta bu durumu Ethan’a anlatmalıymış gibi bir suçluluk hissediyor ve garip buluyor. Theo James, Entertainment Weekly’e verdiği röportajında bu sahnenin rahatsızlığının tam da TWL tarzına uygun olduğunu söylüyor ve ekliyor: “bu sahneyi ilk başta çok daha agresif ve de açık bir şekilde çekmiştik. Üzerine düşününce, karakterlerin niyetinden asla emin olamadığımız bu dizide bu kadar netlik olmaması gerektiğini düşündük.” Aubrey Plaza da James’in söylediklerine katılıyor ve şöyle diyor; “o anda Harper çaktırmamaya çalışsa da epey şaşırıyor ve Cameron’ın bunu manipülatif bir amaçla mı yoksa farkında olmadan mı yaptığı konusunda kafası karışıyor. Bu yüzden de rahatsız oluyor ve de sinirleniyor.” Zaten biz de, tam da bahsedilen bu kafa karışıklığını yaşıyor ve ilk bölümde Cameron’ın aynaya yansıyan bu belli belirsiz görüntüsünün üzerine izlediğimiz birkaç bölümden sonra bile hala Harper’la ilgili niyetini tam olarak çözemiyoruz.

Örneğin bu sahnede de, genellikle “kırılganlık” ya da “mahcubiyet” ile özdeşleştirilen çıplaklığın Cameron tarafından bir tehdite dönüştürüldüğünü görebiliriz. Aynı durum Ethan’la Harper’ın şu ana kadar ki tek yakınlaşma girişiminde de var aslında. Biliyorsunuz ki bu evli çiftimizin arasında, Daphne ve Cameron’ın aksine, cinsel çekime dair hiçbir şey göremedik. Hatta Harper’ın Ethan’ı porno izlerken yakaladığı sahnenin ardından banyoya uzanan tartışmalarında, Ethan’ın çıplaklığını tıpkı Cameron’ın yaptığı gibi bir savunma aracı olarak kullandığını görüyoruz. Çünkü Harper’a yakalanınca iç çamaşırını giymeye çalışan Ethan, bir sonraki sahnede onu kendinden uzaklaştırmak için soyunuyor. Ve yine çıplak olan taraf Harper olmamasına rağmen ortamdan uzaklaşan yani mahcup olan taraf Harper oluyor. Tabi TWL’deki her çıplaklığı bu şekilde yorumlayamayız; bu durum elbette karakterler arasındaki ilişki dinamiğiyle de yakından ilgili.

Geçelim Adam DiMarco’nun oynadığı Albie karakterine. Mike White, Albie’yi bu sezonda tanıdığımız tatilci tayfanın en saf ve de masumlarından biri olarak resmetti şu ana kadar. Saf ve temiz çocuğumuz Albie, Porticia’ya karşı beslediği duygular karşılıksız kalınca ise kendisini babasının da bir kere takıldığı Lucia’yla buldu. Başta Portia’yı kıskandırma amacı taşıyan bu yakınlaşma ise yatak odasında son buldu. Albie ile Lucia’nın ilk sevişmelerinde yine alıştığımızın aksine odak noktası Lucia’nın değil, Albie’nin vücuduydu. Hatta Lucia çıplak bile değildi. Bu ikilinin ikinci sevişmelerinde ise kontrol yine Lucia’daydı ve Albie’nin masumiyeti (ve de teslimiyeti) çıkarmadığı çoraplarıyla ya da Lucia’nın pozisyonuyla bize hatırlatılıyordu. Portia ve Jack’in ilişkisine gelirsek; hatırlarsanız Portia, havuz kenarında otururken Jack gelip olanca cazibesiyle ona göz kırpıyor. Ve Cameron’a benzer bir şekilde fazlasıyla barışık olduğu vücudunu Portia’yı etkilemek için kullanıyor. Bu çabası sonuç da veriyor ikilinin birlikte geçirdiği ilk gecenin sabahında da Jack’i yine yatakta çırılçıplak yatarken görüyoruz. Quentin’in minik sarayında bir gezintiye çıktığımız beşinci bölümün şok edici finalinin başrolünde de yine iki çıplak erkeğin oluşu bir tesadüf değil. Ya da bu iki erkeğin sevişmeleri sansürsüz bir şekilde gösterilirken bir sonraki bölümde, iki kadının sevişmesinde kadınların yarı giyinik olması da; duvarlarda, sokaklarda sürekli gördüğümüz çıplak erkek resimleri, heykelleri de öyle. White’ın bu sezonda kesinlikle erkek çıplaklığına karşı bir takıntısı var ve bize vermek istediği mesajları ya da küçük sırlarını bu çıplak bedenlerin arkasına gizliyor a dostlar!

Şöyle bir düşündüğümüzde de, aslında şu ana kadar çıplak gördüğümüz erkeklerin neredeyse hepsinin bizden sakladığı bir sırrı olduğu geliyor aklımıza. White’ın bu ironik anlatımı için Michelangelo’nun David’i, Bandinelli’nin Hercules and Cacus’u, Giambologna’nın The Rape of the Sabine Women’ı gibi eserlerle (yani çıplak erkek heykelleriyle) anılan Rönesans’ın doğduğu İtalya’yı mesken tutması da gayet mantıklı. Yukarıda, gördüğümüz erkek vücutlarını bir Rönesans heykeline benzetmemiz de öyle… Sonuç olarak The White Lotus’un ikinci sezonunda tanıştığımız erkek karakterlerin çıplak bedenleri, içinde barındırdığı ilişki dinamiklerini ya da aldatma temasını anlatmak için kullanılan birer araç oldular şu ana kadar. Bazen de male gaze’i ters yüz etmek yani female gaze’e dönüştürmek için kullanıldılar. Ne amaçla yapmış olursa olsun Mike White yine bize hakkında konuşulacak ve de üzerine kafa yorulacak bir ton malzeme veriyor ve de haftada bir saatliğine de olsa bize hasret kaldığımız bir seyir keyfi sunuyor. Biz de çıplak erkekler hakkında bu konuşmamıza şaşırarak yazımıza son veriyor ve de haftaya yayınlanacak sezon finalinin hüznüyle uzaklara dalıyoruz…