Türkiye Sinemasının çekil(e)meyen sahneleri için yeniden sette

“Çekilem(e)yen Sahneler” projesiyle yönetmen Metin Akdemir, Türkiye sinemasında kadın, lezbiyen ya da biseksüel ilişkileri ve çelişkileri yeterince göremememizi sorunsallaştırarak, ele aldığı üç filmde, bu sahneleri yeniden çekmek için yola çıkıyor.

Türkiye sinemasının 80’ler döneminde “kadın filmleri” olarak da bahsedebileceğimiz, feminizm yansımalarını gördüğümüz filmlerde bu görünmezliğin nedeni üzerine sorular soruyor Metin Akdemir: Bunun nedeni kadın cinselliğine dair tabular mı, kadın yönetmenlerin azlığı mı, yoksa bu sahnelerde rol alacak oyuncuların bulunamaması mı? Veya belki de sansür, otosansür ya da yüzleşemediğimiz homofobi/ bifobi olabilir mi tüm bunların arkasında yatan? Bu soruların cevaplarını aramak, hatta araştırma sürecinde yeni sorular sormak için, söylediklerini kanıtlama çabası da taşımadan çalışmasına başlıyor.

Filmleri analiz etme çabasının ilerisinde bir çalışma

Metin, “Çekilem(e)yen Sahneler” projesine 2015’te hayatını kaybeden LGBTİ aktivisti Boysan Yakar ile 2013’te başlamıştı. Kısa bir belgesel olarak kurguladıkları bu projede sinema akademisyenleri ve projede ele alınan filmlerde oynamış oyuncularla yapılan röportajlara yer verilecek ve günümüz oyuncularıyla cinselliğin olduğu sahneler yeniden çekilerek orijinal filmlere eklenecek. Projedeki filmler ise Dul Bir Kadın (1985 / Atıf Yılmaz), Kadının Adı Yok (1987 / Atıf Yılmaz), İki Kadın (1992 / Yavuz Özkan).

Projenin buraya kadar olan kısmına hakimdik, sonrası için Metin’le bir araya geldik ve kendisine anlattırdık.

Proje yönteminden bahseder misin? Açıkçası beni sorunsallaştırdığın meseleden sonra ikinci çeken şey yöntemin oldu. Sosyolojik bir araştırma yapar gibi… Sen bu projeni sinema ve sosyoloji ilişkisi üzerinden nasıl ele alıyorsun?

Ben sinema çıkışlıyım. Lisans bitirme tezinde, ‘Türk sinemasında cinsellik ve mastürbasyon sahneleri’ diye bir tez hazırlamıştım ama çok iyi yazamamıştım. Hocam da pek beğenmemişti. O dönemden beri sinemadaki cinselliğe ve Türkiye sinemasında bu meselenin nasıl işlendiğine dair bir merakım vardı. Yüksek lisansta da yine sinema çalışayım dedim. Queer temsiler üzerine çalıştım. ‘Türk sinemasında ‘babalık’ ‘ üzerine dair bir ders almıştım, eşcinsel sinemaya, queer sinemaya baktım biraz. Kadın Çalışmaları’nda yüksek lisans yaptığım için 80’li yıllarda Türkiye sinemasında “kadın filmleri/sineması” adı altında yapılmış filmlerin neler olduğuna bi’ göz attım. Hali hazırda 80’li yıllar sinemasına nostaljik bir yerden değil, biraz daha politik bir yerden bakıyordum. Atıf Yılmaz’ı da seviyordum. Sevdiğim bir yerden bu meseleye el attım.

Her film izlediğimde, “Ben o sahneyi nasıl çekerdim” diye düşünürdüm. Sinemada homo sosyal yakınlaşmalar; kız kardeşlik, arkadaşlık, bro’luk adı altında kurulan ilişkiler ve bunların altında gizlenenleri hep merak ediyordum. Dediğim gibi üç filmi seçtim; 80’ler de hareketli bir dönem olduğu için özellikle o yılların sinemasını tercih ettim. Yoksa 60’larda da tabii böyle örnekler var. “İki Gemi Yan Yana”, “Ver Elini İstanbul” gibi kadın eşcinselliğe dair görünümlerin olduğu filmler söz konusu. Ya da “Düş Gezginleri” gibi birebir, gerçekten adı konulmuş bir ilişki filmi varken, daha çok dışarıda kalan, “ima eden” filmleri seçtim.

“Ben o sahneleri nasıl çekerdim” diyerek yola koyulmadan evvel de, “o sahneler nasıl çekildi, oyuncu o sahneleri ben oynamam dedi mi, o senaryolar yazılırken vazgeçilen sahneler var mıydı, yönetmen o sahneyi çekmeyelim diye mi düşünüp sansür mü uyguladı” gibi asıl cevaplanması gereken sorular vardı aklımda.

Atıf Yılmaz vefat ettiği için önce oyunculara ulaşmak istedim. Tabii bunlar büyük isimler, ulaşmak da kolay olmadı. Altı kadın varsa üç kadına ulaşabildim. Sinematik tarafını da merak ettiğim için akademisyen ve sinema yazarlarıyla görüştüm. Mesela Özlem Güçlü’nün, Cinsellik Muamması kitabında İki Genç Kız filmiyle ilgi bir yazısı vardı; o beni çok etkilemiş ve yol göstermişti. Yine kitaplarını çok beğendiğim Umut Tümay Arslan’la ve yazılarını okumaktan keyif aldığım Engin Ertan’la görüştüm. Biraz teorik biraz film analizi gibi röportajlar serisini bitirdim. Çok verimli oldu.

Sosyolojik kısmını ise ayrıca anlatayım: Art & Queer Culture diye bir kitap vardır; ülkelerin ve dünyanın politik akışı bizim cinselliğimize de aynı şekilde yansır der. Mesela 2. Dünya Savaşı’nda erkekler daha çok ölmüşse, o dönem erkeklik krizi üzerine filmler yapılıyor. Erkeklik krize girdiği zaman iyi babalar, iyi erkekler gösteriliyor. Ya da 80’lerde feminist hareket yükseliyorsa, o dönem sinemasında kadın meselesi daha çok işleniyor. Filmlerin o açıdan sosyolojik değil de tarihsel bir okuması daha doğru olabilir. Şunu göz ardı edemeyiz tabii: toplumun kullandığı dil, cinselliğe dair dili belirlediği için sosyolojiden uzak kalamayız. Kadın-erkek tabirlerine dair kullanılan dildeki çeşitlilik kadınlarda ne kadar az ve erkeklerde ne kadar çoksa ve bu da bizim “erkek toplum” olduğumuzu gösteriyorsa, dili anlayabilmek açısından sosyolojiden kopuk durabilmemiz mümkün değil.

Çekilemeyen-Sahneler-Hale-Soygazi

Sinema ve sosyoloji birbirine indirgenemez ama aralarındaki ilişki sayesinde filmleri sosyolojik amaçlar için kullanabiliyoruz ve genellikle temsil ve gerçeklik arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğuna dair bir sorgulama oluyor. Bu çalışmada başka nasıl sorular var? Senin soruların çok net ve zaten “bu sahneler neden yok” sorusu araştırmaya başlamak için yeterli 🙂 

Sinema temsilin en yoğun yaşatıldığı yer. Sarmaşık filmi mesela bunu çok iyi yapıyor; bir kürt gösteriyor ve bu karakter üzerinden kürt meselesine dair birçok söz söyleyebiliyor. Bir karakter üzerinden bir sınıfa dair bir sürü şey anlatabilirsin ama sinemada LGBTİ+ bireyler çok az gösterildiği için bir rol model yok.

Kadınlardan hoşlanan bir lubunya, Dul Bir Kadın filmini izlediğimde “Aa bu filmdeki kadınlar arasındaki ilişkiler sanırım arkadaşlık, ben de bir kadına ilgi duyuyorum, sanırım bizim aramızdaki şey de arkadaşlık” diyebilir. Ne gösterirsen, ne kadar gösterirsen bunu izleyen izleyici de aslında o kadarını görür ve hayatına bunu yansıtır.

Günlük hayatta adını koyamadığım şeyleri bir filmde gördüğüm zaman bir tür aydınlanma yaşayabilirsiniz. O yüzden temsil meselesi çok önemliydi benim için. Tam da bu sebeple bu sahneleri tekrar çekiyorum. Bu filmlerdeki imalardan öteye bir laf edebilmek istiyorum.

Benim yapacağım işlerde de bunun adı yine kız kardeşlik, dostluk olabilir ama bir temasın, bir bakışın, bir dokunuşun eksik olduğunu, bunlar eklenince daha güzel olacağını düşündüğüm filmlerdi bunlar. O temsili bir adım öteye götürmek ve o olasılığı tekrar tartışmak istiyorum aslında. Yani Zuhal Olcay ve Serap Aksoy’un karakterleri öpüşseydi seyirci ne düşünürdü ve bu yaşanılan ilişkiye bir ad konulduğunu görse ne olurdu?

Ben de bunu gösterirsem aslında izleyicinin o muğlak aklı, yine muğlak bir yerde kalmaya devam edebilir ama en azından o olasılıklar genişler, tek bir ihtimalden çıkar gibi geliyordu.

Çekilemeyen-Sahneler-Deniz-Türkali

Çekil(e)meyen Sahneler’in olası sebeplerinden biri olarak söylediğin bir şey var: yönetmenlerin bu sahneleri çekmeyerek LGBTİ+ aktivizminin mutlak değil, muğlak olan cinselliklerinin gücüne dair bir selam göndermiş olabileceği. Bu varsayıma dair düşüncelerinden biraz bahsedebilir misin?

 Aslında bu Özlem Güçlü’nün bahsettiğim yazısında geçen lafı. Ben bu lafı okuduktan sonra bu filmi yapmayayım dedim. Benim yapmak istediğimde gösterilmeyen şeyin arka tarafını tartışan bir yanı vardı.

Sinema izleyicisi dediğimiz şey aslında erkekler. Bir lezbiyen sahne, kadınlar arası cinsellik gösteren sahnenin izleyicisi yine bu erkleler ve bu yönetmenler bu sahneleri göstermeyerek o erkeklik bakışını beslemeye dair süregelen durumu durdurmuş olabilir diyordu yazı. Yani o sahnelerin gösterilmemesinin heteroseksüelliği beslemeyen bir tarafı olabilir gibi geliyor. Lezbiyen ya da biseksüel kadınların arasındaki ilişkinin aslında çok sömürülmüş bir tarafı da var. Bu tür sahnelerde kullanılan kameralar genelde Türkiye sinemasında aslında çok erkek kameraları. Eğer öyleyse ve Atıf Yılmaz kuirin farkındaysa ne âlâ; çok güzel olurdu bu ama bence böyle değildi. 🙂 Yaptığım röportajlardan hareketle bunu düşündüğümde çıkan sonuç bu. O yüzden röportajları yapmaya başladığımda iyi ki yapıyorum dedim. Çünkü öncesinde ben bir şeyleri tekrar çekeceğim ve o zaman bir şeyleri göstereceğim, göstermemenin gücünü bozacağım diye düşünüyordum ama röportajlar bunun önüne geçti ve bunu iyi ki yapıyorum dedim.

İma ve gösterilememesi aslında o ülkedeki cinsel politikayı da belirliyor. Göstermek o anlamda kıymetli diye düşündüm ve şunu da düşünmeye devam ediyorum: Cinsellik denilen şey nedir? Bir filmde mutlaka bir karakterin lezbiyen olduğunu öğrenmek ve kanaat getirmek için öpüştürmek mi gerekir? Bir bakış, bir sigarayı uzatış, bir hayal sahnesi bile, bir karaktere dair çok şey söyleyebilir. O yüzden yeni çekeceğim sahnelerde bunu da gözetiyorum. LGBTİ+ oldukları kanaatine varabilmemiz için illa ki sevişmeleri gerekmiyor; bu düşünceden uzaklaşmak gerek.

Bu filmlerde de imalar var ama adı hep dostluk olarak geçirilmiş. Ele ele sokaklarda dolaşıyorlar, beraber bir kayığa binip romantik bir yolculuğa çıkıyorlar, birbirlerini dikizliyorlar. Belki bu ima yöntemi pazarlama için kullanılmıştır. Filmlerin DVD kapaklarında görürsün, o sahnelerden kesin bir kare vardır. Mesela yatakta çıplak uzanmış Nur ve Müjde var, demek ki o sahne önemli.

Çekilemeyen-Sahneler-Nur-Sürer

Proje sürecinde nasıl çalışıyorsun ve şimdiye kadar bu yolculukta karşılaştığın en heyecan verici, ufuk açıcı şey ne oldu senin için? Nur Sürer’le röportaj mesela beni acayip heyecanlandırırdı eminim ki 🙂

O hayranlık duygumu hep cebime koyarak gittim röportajlara. Evet, Nur Sürer’le röportaj yapacak olmanın heyecanı ve sevinci hep vardı tabii ki. O heyecan ve tutkum film yapma nedenim, yoksa yaptığım bayağı deli işi. Özlem Güçlü’nün yazısı zaten benim için çok ufuk açıcıydı ve ilk röportajı onunla yapmış olmak da ayrıca benim için çok iyi oldu.

Bir derdim, kafamda oluşturduğum bir cümlem var ama bu cümlemi temellendirme, “Evet bak, doğru düşünüyormuşum” diye kendi kendime kanıtlama gibi bir amacım yok. Hatta niyetim onu ters yüz etmekti. Bu röportajlar onu da sağladı. Bu üç kadın, şimdi olsa, lezbiyen bir karakteri oynarım dediler. Üçü de cesur oyuncular; önemli kadınlar ve önemli personalar.

Bu üç filde izlediğim her oyuncuyu canlandırdıkları karakterleriyle görüyorum fakat kişisel olarak personalarını da yok sayamıyorum. Nur Sürer’i, Nur Sürer olarak da izliyorum ama Suna olarak da izliyorum. Her defasında o güçlülüğü gördüm ve bu bana çok iyi geldi. Onlarla bir araya geldiğimde bana hep cesaret verecek sözler söylediler.

Çekil(e)meyen Sahneler’i yeniden çekme sürecindeki oyuncularla nasıl bir araya geldiniz?

Üç yıllık bir süreç bu. İlk olarak Ayris Alptekin görüştük ve benimle olmak istediğini söyledi. Elit’i çok beğeniyorum; onunla iletişime geçtik o da kabul etti. Damla Sönmez de projeye dair heyecanlı olduğunu söyledi. Bu iş, hepimiz için cesur bir iş. İki Kadın filmini beraber izledik. Oyuncularla beraber izlemek çok zihin açıcı oldu. Nasıl çekeriz, neler yapabiliriz diye beraber düşünüyoruz. Bu cesaret sahibi kadınlarla birlikte bir şeyler yayacağımız için çok mutluyum. Umarım gerçekleştirebiliriz. Filmin adı Çekil(e)meyen Sahneler olduğu için aksilik çıkacak diye çok korkuyorum 🙂

Tahmini olarak ne zaman ve nerelerde seyredebileceğiz filmi?

Amacımız çekimleri Aralık’ta bitirmek, Ocak ayında da tamamen bitmiş bir film olarak dolaşıma girmek. Tabii her defasında hazmetmek ve üstünde daha çok çalışmak istiyorum. Mesela röportajları tekrar tekrar izleyip gözden geçirmek gibi bir planım var. Acele etmekten kaçınıyorum. Filmin bir pişme süreci var, ne kadar demlenirse o kadar iyi aslında. Ama Ocak diyebiliriz izlemek için.

Filmin kitlesel fonlanma kampanyası sona erdi ama sana destek olmak isteyenler neler yapabilir?

Hayalime insanların ortak olması çok güzel bir şeymiş. Fongo ile destek toplamak, benim gibi sahip olduğu network’ü bile kullanmaktan çekinen birinin ilk defa yaptığı bir şey diyebilirim. Çünkü daha önce hep küçük işler yapmıştım, ona da paramız yetiyordu. Ama bu defa var olan paramıza el konulunca bu işe giriştik ve bu kriz ortamında kim destek olur diye düşünmemize rağmen toplayabildik parayı. Şimdi bir video hazırladık, insanlar çok güzel sözler söylemiş. Tabii mail atanlar, elden para verenler, “şöyle, şöyle yardımcı olurum” diyenler… Bu da başka bir sorumluluk tabii. Daha iyi bir iş çıkarmalıyım diye düşünüyorum. Talepte bulunmak, yardım istemek gibi değil ama insanları hayalime ortak etmek istiyorum. Seninle röportaj yapmak da böyle bir şey. Herkese teşekkürler!