Röportaj: İstanbul’daki ilk konserleri öncesinde Avusturalyalı ikili Two Another ile bir araya geldik

2015’te Avusturalya güneşinin altında köklerini salmaya başlamış, Londra’nın yağmurlarıyla dallanıp budaklanmış, Stockholm ve Amsterdam’ın sokaklarında sesini bulmuş bir ikili Two Another. Sydney’de bir müzik programında tanışan Angus ve Eliot, kafa sallayarak eşlik ettiğimiz soul mix’leri, ıslık çalarak ritim tutturduğumuz albümleri derken, Zorlu PSM’de gerçekleşen MIX Festival kapsamında bizimle dans ederek serüvenlerini ilk defa İstanbul’a taşıyorlar. 

2016’da kendi isimlerini taşıyan Two Another EP’si ile yeni akım soul, alt-pop mecralarında isimlerinden bahsettirmeye başlamışlardı bile. Şarkılarında dünyanın her ucundan müzisyenlerle çalışan ve kendilerini de küresel bir şekilde var eden Two Another’ın parçaları, hem kulaklarımızı gıdıklayan bir özgünlük hem de ilk birkaç saniyesinden kolaylıkla tempo tutabilmemizi sağlayan rahatlatıcı bir aşinalıkla karşılıyor hep bizi. Neredeyse iki sene önce kavuştuğumuz, ikilinin kişisel hayatlarındaki sıkıntılarının sempatik tınılarla anlatıldığı albümleri Back to Us ise, sanki Angus ve Eliot’ı renkli sahne ışıkları arasından alıp bir masada karşımıza oturtmuştu. Hayatta bazen bir şeylerin kötü gidebileceği hakkında konuşmuştuk onlarla, fakat “Someday” şarkısında da söyledikleri gibi “bir gün her şey iyi olacak” diyerek masadan kalkmıştık.

3-4 Kasım’da İstanbul’da gerçekleşen olan ve şehri “müziğin sesini aç”maya davet eden MIX Festival kapsamında Two Another ile ilk defa sahnede buluşuyoruz. Soul, R&B ve elektronik müzik janrları arasında süzülen şarkılarıyla mest olmadan önce bu buluşmamızdan hangi hislerle ayrılacağımızı merak ediyoruz ve heyecanla bekledikleri şehir turu arasında ikiliye dadanıyoruz.

Merhaba Eliot ve Angus! Sizi İstanbul’da görmek çok güzel. Bildiğim kadarıyla MIX Festival ile İstanbul’daki ilk konserinizi veriyorsunuz. Buradayken yapmak istediğiniz, planladığınız şeyler var mı?

Merhaba! Burada olmak çok güzel 🙂 Evet, bu İstanbul’a ilk gelişimiz, epeydir heyecanla bunu bekliyorduk. İkimiz de bir bakıma tarih delisiyiz; buradayken eski yapıları görmek, şehri tanımak ve tarihini okumak için sabırsızlanıyoruz. Sanırım en çok burada yiyeceğimiz yemekler ve gezeceğimiz pazarlar için heyecanlıyız. Daha bunu yazarken bile ağzım sulanıyor…

Siz ikiniz okulda, bir müzik programında tanıştınız. Bir ikili olarak müzik yapıyor olmak işin içine giren profesyonellik unsurundan dolayı farklı bir samimiyet gerektiriyor olmalı. Bu işi beraber yapıyor olmak nasıl bir şey? 

Bu aslında ilginç bir soru. Biz bunu hep kardeşliğe yakın olan bir ilişkiye benzetiyoruz çünkü aslında bizi bağlayan şey bir arkadaşlıktan öteye gidiyor. Hayatlarımız, beraber yaptığımız müzik ile birbirine bağlanıyor. Sıkıntılar yaşamadığımızı veya fikir ayrılığına düşmediğimizi söylemek doğru olmaz, ama biz bir “ikili” olmayı seviyoruz. İyi bir arkadaş ile müzik yapmanın kazandırdığı bir özgüven ve sağladığı bir rahatlık var.

Sanırım ilk izlediğim ve en çok etkilendiğim canlı performansınız Londra’da KOKO’daki sahnenizdi. Şarkılarınız şüphesiz oldukça eğlenceli fakat sahnedeyken müzikalitenize tamamıyla yeni bir katman ekleniyor. Canlı performanslarda özellikle aradığınız, yapmaya çalıştığınız bir şey oluyor mu?

O performansı beğendiğine sevindim! Biz her zaman canlı performanslardaki ses ve enerjinin kayıttan farklı olmasını istedik. Sahneye çıkmadan önce, enerjiyi ve duyguları kabartmak için şarkı aranjmanlarını değiştirdiğimiz oluyor. Aynı zamanda tüm enstrümanların mevcut olduğu bir grupla çalmaya bayılıyoruz, daha elektronik olan şarkılarımızdan çok daha farklı bir hissi ortaya çıkarıyor. Son zamanlarda canlı performanslarımızın enerjisi üzerine odaklanmış durumdayız. Performansımızın zirvelere çıkıp daha sonra yavaşlayıp, nefes aldığı bir temposu olmasını arzuluyoruz. Bizce, müzisyenler olarak seyirciyi performans boyunca bir maceraya çıkarmak bizim görevimiz ve sahnede farklı tempolar ve duygularla oynuyor olmak bunu sağlayabiliyor.

Sizin kendi performanslarınız arasından en sevdiğiniz var mı? Her şeyin diğer performanslara göre daha oturduğunu, coştuğunu hissettiğiniz bir tanesi mesela? 

Daha demin bahsettiğimiz, geçen sene Mart’ta gerçekleşen KOKO performansı bizim için gerçekten çok özeldi. Sahnede enstrümanlarıyla olan herkes varını yoğunu ortaya koydu ve sahne prodüksiyonu ve ışıklandırmadan sorumlu olan arkadaşımız James inanılmazdı. Hep hatırlayacağımız bir akşamdı, seyirci de harikaydı.

Aslında geçtiğimiz Eylül ayında da Cannons grubuyla Amerika turnesindeydiniz. O nasıldı? 

Bu oldukça güzel bir tecrübeydi. Cannons beraber turneye çıkabileceğiniz en iyi grup. Bizi hep çok iyi hissettirdiler. Konser öncesi çıkan grup olmanın bazen birinin partisine davetsiz gitmek gibi hissettirdiğini söylerim hep, fakat bu turnede hiç böyle hissetmedik. Aynı zamanda bu turnede hep hayalimizde olan, Los Angeles’taki Greek Theatre gibi bazı sahnelerde çalma şansımız oldu. Bulutların üstündeydik.

Two Another’ın başlangıcı ve serüveninin yolu bir sürü şehirden geçti aslında, ve siz ikiniz de zamanınızı Amsterdam, Stockholm ve Londra arasında mekik dokuyarak geçiriyorsunuz. Önceki albümlerin bazı kısımlarının, bir ikili olarak müzik yapmaya başladığınız Avusturalya’daki stüdyolarda kaydedildi. Bu belki biraz daha kişisel merakımdan ötürü soracağım bir soru olacak fakat zaman geçirdiğiniz stüdyolardan hangisi sizde daha büyük bir etki bıraktı derdiniz? Ya da hangisinin sizin için daha özel bir anlamı var? 

Keşke “Abbey Road” gibi fiyakalı bir cevap verebilsek fakat maalesef o tarz lüks stüdyoları daha karşılayabilecek bir durumda değiliz. Fakat müzik yapmaya ilk başladığımızda gittiğimiz, Sydney’deki Studio 301’de geçirdiğimiz günler kesinlikle en akılda kalanlar oldu. Evimizdeki stüdyolarda ya da yepyeni bir şehirde buluşup, Airbnb tutup orada ev stüdyosu kurmayı da çok seviyoruz.

Bu sene “All I Have” diye yeni bir EP yayınladınız ve geçen sene de en son albümünüz olan Back to Us çıkmıştı. Back to Us oldukça kişisel bir albüm; akıl sağlığı, kendini kabullenme ve rehabilitasyona başlamaktan bahsediyorsunuz. Bu soruyu albüm ilk çıktığında defalarca cevapladığınızı biliyorum, fakat albümün çıkışından ve dinleyiciyle buluşmasından aylar sonra bu samimi ve çıplak hissettirebilecek şarkı sözleriyle ve dinleyiciyle olan ilişkinizin nasıl değiştiğini merak ediyorum. 

Back to Us ile albümü dinleyiciye sunuşumuzun daha dürüst ve açık olmasını, dinleyicinin bizi daha iyi tanımasını istedik. Yüzü olmayan bir Spotify sayfası olmaktan daha fazlasını hedefliyorduk. Zaman zaman bizim için biraz zorlayıcı olsa da, şarkıların bize ifade ettiği şeyleri ve hayatımızda olan bitenleri paylaşmak hem dinleyiciye hem de bizim için müziğimize daha derin bir katman kazandırdı diyebilirim.

“All I Have”in çıkışını Instagram’da paylaşırken bu şarkının uzun bir süredir kenarda durduğunu söylemiştiniz. Bu şarkının hikayesi nedir? 

Bu şarkı, bitirip yayınlamadan önce yıllarca hard diskimizde durdu. Hatırladığım kadarıyla 2019 yılının başlarında, şarkı yazmak için buluştuğumuz Amsterdam’da yazmıştık. İlk yazdığımızda da sevmiştik fakat nedense asla tamamlayamadığımız bir parça oldu. Yaklaşık dört sene sonra da, Mezz Production’daki müzik prodüktörü arkadaşımız Sean’a demo’yu götürdük ve o kendine has dokunuşlarını ekleyip, parçayı dinleyiciyle paylaşmak için tekrardan heyecanlandığımız bir noktaya getirdi.

Son zamanlarda Spotify’daki çalma listelerinizden biri olan Another List’i dinliyorum. Bu playlist sizin en sevdiğiniz parçalardan oluşuyor ve her hafta güncelleniyor. Listedeki Sampha’lar, Wesley Joseph’lar ve BADBADNOTGOOD’lar, Two Another’ın sesine aşina olan insanlar için hiç de sürpriz olmayan şarkılar bence. Peki bizimle, belki de bizi şaşırtabilecek birkaç favorilerinizi de paylaşabilir misiniz? 

Aslında daha elektronik müziğe kayan, Jamie XX, Moderat, James Blake, Nicolas Jar gibi müzisyenlerden de ilham aldık. Ama son zamanlarda daha çok alt/pop şeylerden hoşlanıyoruz; Omar Apollo, Dominic Fike, Doja Cat ve Kali Uchis gibi. Açıkçası çok da şaşırtabilecek ya da bilinmeyen bir şey söyleyemiyorum. Bu soru ne zaman sorulsa hep böyle oluyor 🙂

Konumuz playlistlere gelmişken, Spotify’daki sayfanızda Preggo Sauce isimli bir liste daha var. Bunun hikayesini bir süredir merak ediyorum. 

Sanırım o playlist Angus’un partneri Alice ikinci çocuklarına hamileyken yapıldı. Angus hep oğlunun anne rahminden çıktığı gibi en iyi müziği dinliyor olmasını istiyordu!

Son olarak, önümüzdeki aylar için planlarınız var mı? 

Anlık olarak ikinci albümümüzü bitirmek üzereyiz, yani 2024 bizim için önemli bir yıl olacak. Ciddi miktarda şarkı yayınlamak üzereyiz, bundan dolayı bu sene turne için hep yolda olacağız. Umuyoruz ki İstanbul’a da tekrar yolumuz düşer!