Vizyonun dadanmalık filmleri (30 Kasım)

Ve bakıyoruz ki yine cuma gelmiş, vizyona yeni filmler girmiş. Bu hafta yedi yeni film var ve yine hepsi ayrı tellerden çalıyor.

Green Book

Bütün yaz A Star is Born konuşuldu ve birkaç aydır da sürekli Bohemian Rhapsody’nin adı dönüyor. Ancak uzaklarda bir yerlerde, çaktırmadan Oscar’a yürüyen birkaç film var. Green Book onlardan biri. Afroamerikan piyanist Don Shirley ve onun koruması / şoförü Tony Vallelonga’nın gerçek hikayesinden esinlenilen film, 1960’larda geçen bir yol hikayesi.

Shirley, bir turneye çıkacak ama güneye doğru indikçe ırkçılık tehdidinin artacağının farkında. Bu yüzden Vallengo’yla anlaşıyorlar. Siyahlar için nispeten daha güvenli yollardan geçmeye çalışıyorlar. Filmin adı da The Negro Motorist Green Book adlı kitaptan geliyor. Gerçekten de siyahlar için, böyle bir yol kitabı basılmış senelerce, bir yanlış anlaşılmaya, önyargıya kurban gitmesinler diye. Film tamamen karakterlerin özgünlüğü ve hikayenin çarpıcılığı üzerine kurulu. Neredeyse yeniden canlandırmalı bir belgesel niteliğinde ve fazladan dramatik bir öge eklemeye ihtiyaç duymuyor. Filmin oyuncuları Mahershala Ali ve Viggo Mortensen’in oynadıkları karakterlerle çok iyi örtüşmesi de dramatik etkiyi artıran etkenlerden biri.


Borç

Vuslat Saraçoğlu’nun ilk uzun metraj filmi Borç, son dönem Türkiye sinemasının görülmeye değer örneklerinden biri. Son derece sıradan bir hayat süren bir ailenin hayatı, komşularının bakımını üstlenmek zorunda kalmalarıyla birlikte başka bir ritme giriyor. Bu noktadan sonra, iyiliğin yükü ve ahlaki ikilemlerin ağırlığı üzerine bir hikaye izlemeye başlıyoruz. Filmin, diyalogları, kadrajları ve mekanlarla kurduğu ilişki bakımından Demirkubuz estetiğini andıran bir hali var.


Den Skylidge / The Guilty 

İsveçli yönetmen Gustav Möller’in ilk uzun metraj filmi olan The Guilty, tek mekanda geçen, klostrofobik gerilim filmlerinin güzel bir örneği. Asger Holm, acil durum telefonlarına bakan ve polis ekipleri olay yerine yönlendiren bir santral memuru. Gelen aramalardan birinde, kaçırıldığını söyleyen bir kadınla konuşmaya başlıyor ve film boyunca da Holm’un olayı telefon başında takip etmesine şahit oluyoruz. Kadını ve ne olup bittiğini hiç görmüyoruz ama Asger’in de, bizim de gözümüzde canlanıyor her şey. Sanki kendi filmimizi kendimiz çekiyoruz. The Guilty, aynı zamanda Danimarka’nın yabancı film dalında Oscar adayı.


Hedefim Sensin

Hedefim Sensin; Ata Demirer, Demet Akbağ, Gonca Vuslateri, İlker Aksum ve Erkan Can gibi çok fazla iyi oyuncunun oynadığı, pek de komik olmayan komedi filmi. Üstelik filmin yönetmeni de Kocan Kadar Konuş, Görümce ve Arif v 216 gibi sektörün ehvenişer filmlerinin yönetmeni Kıvanç Baruönü. Hal böyleyken daha iyisi olmalıydı diye düşünüyor insan. “Gündüzleri köylü bacı, akşamları Suzan Avcı” gibi küçük söz oyunları ve yanlış anlaşılmalar yüzünden bir mafyadan kaçmak zorunda kalmak gibi ülkemizde komedi yapmak için vazgeçilmez olarak kabul edilen bu unsurların modasının geçmesini hasretle bekliyorum.


The Bad Nun

Tam bir geceyarısı televizyonda yakalamalık ve dublajlı izlemelik bir korku filmi. Doğru saatte, doğru battaniyeyle ağızları sulandırabilecek bu film; kalkıp, sinemaya gidip, üste para vererek izlendiği takdirde hayal kırıklığı yaratabilir…


Thugs of Hindostan

Hindistan sinemasının modern ve güzel bir sürü örneği varken, yurtdışı pazarda neden bu Karayip Korsanları’nın bilgisayar oyunu gibi gözüken versiyonunu salmışlar, anlamak güç. 

The Girl in the Spider’s Web: A New Dragon Tattoo Story

Steig Larsson’ın Milenyum Serisi’nin punk kahramanı Lisbeth Salander, bu filmle vizyona geri geliyor. The Girl With The Dragon Tattoo’dan sonra, diğer iki Larsson kitabının da çekilmesi planlanıyordu. Yönetmenin David Fincher, Salander’in yine Rooney Mara olması bekleniyordu. Ancak Sony sıradaki kitapları rafa kaldırdı ve Larsson’ın ölümünden sonra seriyi devam ettiren David Lagercrantz’ın kitabıyla devam etme kararı aldı. Yönetmen koltuğu için de Fede Alvarez ile anlaştı. Alvarez, kendi cast ekibini kurmak istediği için Mara, filmde oynamak istediğini belirtmesine ve Salander yorumuyla Oscar’a aday olmayı başarmasına rağmen, rolü kraliçemiz, majesteleri Claire Foy’a kaptırdı. Serinin takipçileri için heyecan verici bir film olabilir.