
Yağlı boya bir film: ‘Loving Vincent’
Malumunuz, “tek başına da yapılabilecek etkinlikler” arıyor ya da var olanları tek başına yapıp keyif almayı amaçlıyorum. Geçen haftalardan birinde tek başına yaptığım etkinlik ise ‘Loving Vincent’ izlemekti. Hayır, kimse de çıkıp, kollarını açıp “yalnız gitme” demedi ki.
Ben süper sanatsal bir film izleyecek olmanın heyecanıyla girdim salona. Umarım boş olur da istediğim yerde oturur, mısır sesi duymam diye sinsilik peşinde koşarken, küçük olsa da salonun dolu olması sevindiriciydi. Neyse ki ‘Arif V 216’ birkaç salonu kapatmış ve o salonları dolduracak kadar da reklam yapmıştı. Canım sanat dostları da Vincet’ı yalnız bırakmamış… Ay yine ağlıcam! O nasıl yalnızlıktır ya!
Van Gogh Bey’in hayatını diğer ressam dostlarına göre, çoğumuz gibi, daha iyi biliyorum. Meşhur kulak kesme hikayesi, falan filan. Yani hikayeden ziyade görsel şov peşindeydim. Hakkında o kadar çok şey okumuş ve duymuştum ki (125 ressam, 65 bin resim, yıllarca süren çalışma ve daha bir sürü şey), tez zamanda gidip filmi görmek istiyordum. Gerçekten de pek doğru bir zamanlama yapmış, dünyanın en sıkıcı pazar gününde bir AVM içi sinemada 21:30 seansına bilet almıştım.
Şubat’ta 28 yaşında oluyorum (Vincent’ımızın resme başladığı yaş), yalnızlık peşindeyim (Vincent’ın diğer adı ‘yalnızlık’), neyse ki yetenekli değilim, kendimi bir şeye adayamıyorum, sıkılıyorum, kendimce bir şeylere tutunabilmişim, yani Van Gogh Bey’le özdeşleştirilecek bir hayatım yok, içselleştirilecek bir duygum yok gibi, sadece uyarı veren iki nokta var ve buna rağmen içim parçalandı. Ben Van Gogh tabloları arasında dolaşacak, sinema sanatı açısından da yeni, şahane bir şey izleyeceğim derken, Armand’ın (ki kendisini genç yakışıklı Douglas Booth canlandırıyor) mektubu ulaştırmak için yola çıkmasıyla hikayenin içine çekiliverdim, Van Gogh tabloları içinde kayboldum.
Armand’la beraber yemin etmiştik, Vincent’ın başına gelenleri öğrenmeye, o katili bulmaya. Bir ucube gibi dışlanan – ki zamanında ucube olmayı sahiplenmiş biri olarak (hatırlamayanlar için: RTE’nin ucube olayı) – Vincent’in kanını yerde bırakmamaya. Of tamam, aşırı abarttım ama o hep minnoş anlatılan, sıcak Anadolu insanımız vardır ya ama biliriz ki çoğu pislikler de o şirin mi şirin kasabalarda, canımız Anadolumuzda olur ve “kol kırılır, yen içinde durur” ya işte öyle bir kasaba hikayedeki. Hani çocuklar melektir, masumdur ama kötülükle tanışmış olanı da acımasızdır, tıpkı Sineklerin Tanrısı’ndaki gibi öyle çocuklar düşünün (yine abarttım ama o Vincent’la dalga geçen çoçukların hepsini parçalamak istiyoruuummm), işte Vincent’ımız acılarından kendini o kasabaya sürgün ediyor, belki de sığınıyor. Serde de hep ezilenin yanında olma var tabi benim içim iyice parçalanıyor.
Polisiye tadında, yağlı boya resimli bu sanatsal animasyon film, hikaye anlatımı ve görsel açıdan beni yakalamış, pazar günümün en dolu ve en keyifli 1.5 saatini yaşatmıştı. Eleştireni de çok olmuş, konu kötüydü diye. Eee tabi kötü olacak be! Vincent’ımıza onları yaşatanlar kadar kötüydü… Ben de içine çekileceğim bir hikaye beklemiyordum, resimlerle yapılmış bu filmi çok merak ediyor, bu kadar beğeneceğimi düşünmüyordum. Tam da bu yüzden azıcık abartmış olabilirim ama siz zaten bunu okumaya gerek duymadan bile izlemişsinizdir umarım.
Film bitti. Salondaki herkes, artık benzer duygular hissetmenin verdiği yakınlıktaydı. Konuşmadık ama yalnız olmadığımızı düşündük ya da olmayalım diye dua ettik.
Sonra da o salondan çıkan yüzleri düşündüm. Film hakkında bir şeyler okurken buna rastladım: “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. Insanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.” (Aylak Adam)
İşte o an insanlarda tamda bunu gördüm, bu film de insanlara bir şey yapmıştı. Korkutmuştuk sanki. O başkasına acıma hissi, büyük bir korkunun gizlenmesiydi sanki.
Yazıyı daha fazla Van Gogh sarısına boyamadan, ‘Loving Vincent’ın kategorisinde ilk olduğu için bile hep ‘iyi’ olarak kalacağını not düşelim.
‘Lady Bird’den ve daha birçok filmden tanıdığımız Saoirse Ronan, postacı rolünde (ilgili tablo da aşağıda) Chris O’dowd, Eleanor Tomlinson ve ‘Game of Thrones’un Bronn’u Jarome Flynn’ı, Van Gogh tablolarında gördüğümüzü söyleyip, film için yapılan resimlerin de Londra’nın yüzölçümü kadar alan kapladığı yönündeki bilgiyi de ekleyerek bu yağlı boya sinema filmini izlemenizi öneririm.
Ve hayatımızda tüm başarı ve başarısızlıklarımızı, Vincent’ ın gardaşı Theo gibi sevgiyle kabul edecek insanlar olmasını diliyorum. Sevgilerimle…

Jerome Flynn- Doktor Paul Gachet

Saoirse Ronan- Marguerite Gachet

Eleanor Tomlinson – Adeline Ravoux

Chris O’dowd – Postacı Joseph Roulin

Douglas Booth- Armand Roulin