
Yeni diziler geliyor yurdumuza, heyecanlanıyoruz
Televizyon bizim coğrafyamızda öyle bir nimet ki, biz salondaki eşyaları bile ona çevirir, kaç ekran olduğuna aldırmadan saatlerce izleriz.
Türk televizyonları yıllardan bu yana neler gördü neler, saymaya kalksak sonu gelmez. Kimi zaman realite şovlara takıldık kaldık, kimi zaman haberlere gelince zap yapamadık. Ama değişe değişe bir hal olan diziciliğimiz hep diri, hep üretken.
Naçizane senaryolar yazan ve bir gün “falanca dizinin senaristi de Yiğit’miş” diye anılmak isteyen biri olarak gelmek istediğim noktayı şöyle anlatabilirim. Evimin balkonundayım, saatten haberim yok, telefon çalıyor. Arayan en yakın arkadaşım, beni bir yere davet ediyor ve ben de büyük bir gururla reddediyorum: “Abi sezon finalini yazıyorum, bugün unutun beni.” Beni o gün unutsunlar, ben de izleyince delireceğiniz bölümü yazayım istiyorum. Kendi yolculuğumu bir gün uzun uzun konuşuruz, gelelim dizilere.
Ben dizilerle büyüdüm, hâlâ büyüyorum. Sadece 37’sinden 51 ekranına bana her televizyonu sevdiren Yılan Hikayesi’ni ya da Ekmek Teknesi’ni kastetmiyorum, yabancı diziler de hayatıma girince cümbüş başladı, benim meydanlar şenlendi. Keşfettiğim ilk yabancı dizi, Lost. Lisedeydim, her teneffüs harıl harıl bir Lost lafıdır gidiyordu. Merak ettim, öğrendim, izlemeye başladım ve bugünün tarihi itibariyle beş ya da altı defa baştan izlediğim bir diziye dönüştü. Yazmak istediğimi de Lost’u izlediğimde fark ettim zaten, “Ben hep böyle şeyler izlemek istiyorum, onları yazan da ben olmalıyım” güdüsüyle yola koyuldum. Sürekli izlemeye, anlamaya, anladıklarımı da başkalarına anlatmaya başladım.
Değişe değişe bir hal olan diziciliğimiz, evet, hep diri kaldı ama bir hal de oldu, inkar edemeyiz. Televizyonu açıp beni kendine çeken bir dizi bulamamanın sorumlusu ben değilim. “Benzer hikayelere rastlıyoruz çünkü o hikayeler daha önce tuttu”, “aynı oyuncuları görüyoruz çünkü onların izleyicisi var” gibi gibi, liste böyle uzuyor. Her yıl, her yayın dönemi televizyonumuz sadece üstündeki montu çıkarıp aynaya bakıyor, kendini sanki yeniden keşfediyor. Oysa belki mont yerine kazağını değiştirse herkes daha memnun olacak.
Netflix’in izleme alışkanlıklarımızı değiştirdiği bir çağda BluTV ve Puhu gibi platformlarımız oldu, televizyona sımsıkı alternatifler sunuldu. Yolun başında da olsalar farklı aynalara baktıklarını bize gösterdiler. Sonuç olarak umutsuz değilim, ne televizyondan ne de dijital platformlardan. Sıfıra sıfır elde var sıfırcı hiç değilim çünkü her dönem yayın mecrası fark etmeksizin mutlaka elini taşın altına koyanlar oluyor; bize cesur, denenmemiş ve iç ferahlatan işler izletiyorlar. Ben, yine bu düşüncelere daldığım bir akşam, Instagram’da gezerken alt alta öyle iki paylaşım gördüm ki, gerçek olamayacak kadar güzellerdi. İçinde bulunduğum İETT otobüsü sanki usulca yavaşladı, Harry’nin Çatlak Kazan’a giden Hızır Otobüs’üne dönüştü. O akşam iki yeni dizi tanıtılıyor, iki yeni umut doğuyordu.
“Herkes döner olay mahalline.”
Çarpışma. Teaser’ı taptaze yayınlanan, Kıvanç Tatlıtuğ’un yine bambaşka bir kılıkta, “Acaba bu kez ne yapacak?” sorularıyla karşımıza çıktığı dizimiz. Erkan Can’lı, Elçin Sangu’lu ve Alperen Duymaz’lı kadrosuyla şöyle insanın ellerini ovuşturmasını sağlayan Çarpışma, Kıvanç Tatlıtuğ’un karakteri Kadir’in sesinden “Çarpışan aslında biz değil, kaderlerimizdi” sözleriyle kulaklarımda hâlâ yankılanıyor. Dizi Kasım ayında Show TV’de başlıyor.
“Her katil, yaşadığı yere benzer.”
Cümlelerle girince sizce de etkileyici olmuyor mu? Bir de böyle tok bir sesle okuyun ikisini de… Müthiş. Bozkır, BluTV’nin yeni bombası. Instagram’da ilk görseli gördüğümde durup uzun uzun baktım, Yiğit Özşener bir yapımı izlemem için zaten yeterli ve geçerli sebepken yavaşça gözüm diğer simalara kaydı ve hemen o gönderiyi ona buna şuna yolladım: Altan Erkekli, Nur Fettahoğlu, Ekin Koç, Bige Önal… Yani All-Star kadrosu. Henüz bir yayın tarihi yok ama yakın takibi fazlasıyla hak ediyor.
Aslında mesele ne televizyon ne tablet ne telefon ekranı. Mesele hikayeler anlatmak, duygulara dokunmak. Bunu yapmanın binbir yolu var, bana kalırsa seveceğimiz yeni yolları keşfetmeye açılan kapı da tüm o yolları denemekten geçiyor. Karşımıza çıkacak her hikayenin yolu açık olsun.
“Bartu ben.”
Bartu Küçükçağlayan ile Tolga Karaçelik’in ne kadar sağlam bir formül tutturduklarını Kelebekler filminde görmüştük zaten. Tam “tadı damağımızda kaldı” diyorduk ki, bu ikili bu sefer bir dizi projesi için bir araya geldi. Hem de Bartu Küçükçağlayan’ın senaryosunu yazdığı bir dizi projesi! “Bir az ünlünün az daha ünlü olma hikayesi” sözüyle yola koyulan dizinin ne kadar matrak olabileceğini zaten başlamadan tahmin ediyor gibiyiz. Instagram fotoğraflarının altına yazdığı iki-üç cümleyle bile kırıp geçiren, şarkı sözleriyle hedefi on ikiden vuran bir adam Bartu Küçükçağlayan. 18 Ekim’de ilk bölümü yayınlanacak dizi bünyeye iyi gelecek.