Yılın koltuğa mıhlayan dizileri (14 tane)

Binge-watch tabiri yıllar içinde dilimize bir şekilde geçecek, ona şüphe yok. Selfie’ye yakıştırdığımız görçek gibi bir isimlendirmesi olmayacağına inanarak, biz şimdilik “koltuğa mıhlamak” ifadesini kullanıyoruz ve 2018 yılında hayatımıza girip son bölümüne kadar başından ayrılamadığımız dizileri sayıyoruz.

Killing Eve

Fleabag’in senaristi, başrol oyuncusu yani her şeycisi Phoebe Waller-Bridge’in ellerinden çıkan Killing Eve, Fleabag’e vaktiyle gönlümüzü kaptırmış olduğumuz için 1-0 önde başlamıştı zaten bizim için. Beklentilerimiz de boşa çıkmadı. Eve rolünde Sandra Oh ayrı, Vilanelle karakteriyle Jodie Comer ayrı döktürüyor. İkinci sezondan fragman da geldi. Beklemek zor olacak…

The Haunting of Hill House

“Aman işte yine perili ev” diye izlemeye başladık, çocuksu bir şeyler izleyeceğiz sandık… Bittiğinde gece banyoya gitmeye korkar olmuştuk. Yılın en sürprizli yapımıydı sahiden; perili ev külliyatının televizyondaki en iyi örneklerinden hatta. Oyunculuklarıyla, senaryosuyla ve fonda gizlenmiş hayaletleriyle…

Şahsiyet

Bazı diziler vardır, bittikten yıllar sonra bile kendilerine sosyal medyada bir hashtag açılıp “Keşke devam etse” denileceğini bugünden hissedersiniz. Şahsiyet, -isteyince- dijital yayıncılığı nasıl çatır çatır yapabildiğimizin ilk örneklerindendi. Hakan Günday yazdı, Onur Saylak yönetti, Haluk Bilginer yine devleşti ve biz mest olduğumuzla kaldık…

Sharp Objects

İzleyenin zihnini tokatlayan bir dizi. İzleyip de (hele o final sahnesini görüp de) hâlâ akıl sağlığımızı koruyabilmemiz bir mucize. Amy Adams da ayrı bir mucize.

Daredevil

Marvel’ın dizi kategorisinde ürettiği en tertemiz, tadından yenmez işlerden biri olması şöyle dursun, yahu öyle bir seri düşünün ki içinde yedi düvelin en iyi kötüsü Wilson Fisk; o yetmezmiş gibi bir de kiralık katillerin en psikopatı Bullseye yer alıyor. Ayrıca, ’jeneriğiyle gönlümüzü fethedenler’ listesi yapsak o listeye de mutlaka girerdi.

Ozark

İlk çıktığı zamanlar uyuşturucu trafiği, kartelden kaçan aile, karanlık atmosfer derken ister istemez Breaking Bad’le kıyaslansa da bizler kısa sürede anladık ki Ozark’ın öyle bir karşılaştırılma niyeti yoktu. Bu sene ikinci sezonuyla kendi belirlediği çıtayı iyice yukarı çeken dizi, Netflix’in bize en güzel armağanlarından.

The Last Kingdom

Uzaktan bakınca “Bu ne, Game of Thrones taklidi mi” diye düşündüren, içine girince “Adamlar ne güzel tarihi dizi çekmişler” dedirten, Netflix’in amme hizmetiyle son sezonunu yayınladığı The Last Kingdom, final bölümüne ‘Final’ adını verecek kadar da kendinden emin bir yapım. Thea Sofie Loch Næss’i de hayatımıza soktuğu için ayrı bir parantez açılmalı.

Bartu Ben

Dizinin yönetmeni Tolga Karaçelik, Bartu Ben’i uzun bir film gibi kurguladıklarını ve aslında tek seferde oturup izlenmesinin, hikayenin içine girmek açısından daha etkili olduğunu söylüyor. Dediğini yapın ve sonra şunu düşünün: “Türkiye’de böyle bir dizi çekilmiş olabilir mi gerçekten de?”

Big Mouth

Ergenlik din, dil, ırk farkı gözetmeden herkese eşit davranabilen tek şey muhtemelen. Ve çok leş… Siz o yılları unutmak isteseniz de Big Mouth en utanç verici anlarıyla yüzünüze vurmaya hazır.

Westworld

Hikayenin belki de en dokunaklı bölümleri bu sezondaydı. İleride bir gün yapay zeka ve insanoğlu çarpışırsa, bu dizi yüzünden yapay zekanın tarafını tutabiliriz.

Patrick Melrose

Benedict Cumberbatch öyle bir Sherlock oldu ki, dizi bittikten sonra onu çoğumuz başka bir role yakıştıramadık. Ama o Sherlock’un zamanının dolduğunu çokça dile getirdi, bizim yakıştıramamalarımıza da pek aldırmadan Patrick Melrose oluverdi. Doğru bir karar verdiğini dizinin ilk bölümünden anladık, yakıştıramamalarımızı geri aldık.

Atlanta

Artık bizim gözümüzde garantili bir dizi oldu Atlanta. Ödülleri topladığı için değil, Donald Glover’ın dehası bizi hiçbir zaman yarı yolda bırakmadığı için…

The Good Place

Absürt komediye çoktan gönlünüzü kaptırdıysanız, The Good Place’le yollarınız kesiştiği için çok mutlu olmalısınız. Türün son yıllardaki kesinlikle en iyi örneklerinden biri.

The Handmaid’s Tale

Kalbimizi sıkıştıran bu korkunç distopyadan gözlerimizi alamamızın bir sebebi Elizabeth Moss’un harika performansıysa (her zamanki gibi) diğeri de hikayenin kusursuzca işlenmiş olması elbette. Umarız gerçek olmaz… (Temenni gibi temenni…)