
Dedeye sahip çıkalım: “Agatha Christie’s Poirot”
Yazı: Deniz Çıkış
Bu aralar Sherlock’a iyi dadandık, sonra başımıza bir de True Detective çıktı, hatta üstüne cila olarak Broadchurch attık. Dedektifliğe doyduk doymasına ama bir sorun vardı. Bayramda telefon başında beklediğini adım gibi bildiğim yaşlı bir akrabayı aramamış olmaktan doğan suçluluk duygusunun bir benzerini hissettiğimde, oturup düşündüm. Bulamayınca “küçük gri hücrelerime” başvurdum
Eh, cevap açıktı. Holmes’un, Cohle’un peşine düşüp de Agatha Christie’nin biricik Belçikalı dedektifi, nice gençleri cebinden çıkaracak Hercule Poirot’yu nasıl ihmal ederdim? Üstelik 1989’dan beri çekilen ITV dizisi Agatha Christie’s Poirot, geçtiğimiz Kasım ayında, Christie’nin yazdığı son Poirot romanı olan 1975 çıkışlı Curtain’ın uyarlamasıyla final yapmışken.
Aslında Agatha Christie’s Poirot’nun başrolündeki Suchet perde/ekran âlemlerinin tek Poirot’su değil. “En iyi Poirot kim” tartışmasına pek rastlanmaz ya, dedektifimizin sinema macerasına hızlıca bir bakalım isterseniz.
En çok Doğu Ekspresi’nde Cinayet’le (1974) bilinen Albert Finney’in Poirot’su, ziyadesiyle cadılar bayramı havası estirir. Köşesinden tutup çeksek direnmeden çıkacağını adımız gibi bildiğimiz bıyığı ve oturmamış Belçika aksanıyla rol kesen Albert Finney’e şöyle bir bakmak bile Poirot sevdalıları için ızdırap olabilirken, bu karikatürü baştan sona izlemenin nasıl bir acı olduğunu okuyucuya bırakıyorum. Peter Ustinov’un Nil’de Ölüm (1978) başta olmak üzere tam altı filmde canlandırdığı, Hulusi Kentmen tadındaki iri yarı, rahat ve babacan tavırlı, üstelik beyaz saçlı Poirot’yu akrabalarım arasında görmeyi çok istesem de, Agatha Christie uyarlamalarına pek yakıştıramıyorum. Onu da hızla geçelim lütfen.
Finney ve Ustinov’u çok da kuvvetli olmayan alkışlarla yerlerine alıyoruz. Müsaadenizle şimdi tekrardan Agatha Christie’s Poirot’ya ve tam 25 sene, 70 bölüm boyunca Poirot’yu oynayan David Suchet’e gelelim, hatta mümkünse orada uzun süre kalalım.
Belki Ustinov ve Finney gibi bir sinema efsanesi olmadığından kariyerinin rolünü yakaladığının bilincinde olan Suchet, dersini iyi çalışmıştı. Poirot’yu gerektiği gibi ciddiye almış ve “karikatür gibi adam işte, tatava yapma oyna geç” basitliğine düşmemişti. Çekimlerden önce Christie’nin yazdığı tüm Poirot öykülerini dikkatle okumuş, Belçikalı dedektife dair karşısına çıkan irili ufaklı her özelliği tek tek not edip koca bir dosya çıkarmış, sağlam bir analiz yapmıştı. Böylece daha çekimler başlamadan enikonu Poirot oluverdi, 25 yıl boyunca da o çizgiden bir gram kaymadan öyle devam etti. İşte biz Poirot’cular olarak o adanmışlığı sevdik, tuttuk ve bırakmadık.
Suchet’i Poirot rolünde ilk izlediğim günü hatırlıyorum. Hâlihazırda Poirot sevdalısıydım: bıyığını her sabah özenle kıvırıp yağlayan, şıklığından vazgeçmemek adına ayaklarına epey dar gelen iskarpinlerini çekip elinde bastonuyla minik adımlarla yürüyen, kahvaltıda yediği iki yumurta birbiriyle aynı boyutta olmazsa boğazından geçmeyen, olayları çok gurur duyduğu “küçük gri hücrelerini” çalıştırarak oturduğu yerden çözen, her daim iki dirhem bir çekirdek Mösyö Poirot, benim dedektifler âlemindeki ilk göz ağrımdı. Doğal olarak, kaytan bıyıklı dedektifimizin nasıl görünmesi gerektiğine dair keskin fikirler sahibiydim. Belki Suchet’in kafası Christie’nin her fırsatta değindiği o mükemmel yumurta şeklinde değildi, belki biraz da sıskaydı ama ona ısınmam, bir de üstüne âşık olmam uzun sürmedi.
İlk beş sezonda normal dizi yoğunluğunda çekilip yayınlanan Poirot, ilerleyen sezonlarda iki yıl arayla film uzunluğunda birkaç bölüm şeklinde devam etti. Azalan bölüm sayısının, ilerleyen sezonlarda hayranlık verici derecede artan bir kaliteye tekabül ettiğini de keyifle gördük. Son olarak, 13. sezona kalan 5 hikâye de 2012-13 arasında çekilip, 2013’te yayınlandı.
Yan karakterlerin de neredeyse Poirot kadar rollerine oturmuş olması, dizinin başka bir cazibe unsuru. Huysuz ve tatlı dedektifimizin kadim dostu Kaptan Hastings, düzen tutkunu sekreteri Bayan Lemon, dedektif romancısı arkadaşı Ariadne Oliver ve her daim resmi otoriteyi temsil eden Müfettiş Japp’le hemen sıkı fıkı olacaksınız zaten. Tabii onların dışında da “oooo, kimler buradaymış” hissini sık sık yaşamanız olası, zira Michael Fassbender (After the Funeral), Emily Blunt (Death on the Nile), Joely Richardson (The Dream), Alice Eve (The Mystery of the Blue Train) ve Christopher Eccleston (One, Two, Buckle My Shoe) dahil olmak üzere günümüzün pek çok ünlü İngiliz* oyuncusu, ünü yakalamadan önce son durak olarak Agatha Christie’s Poirot’da birer bölüm oynadı.
Poirot’nun cazibesine siz de kapıldıysanız, İngiliz usulü sütlü çayınızı (veya Poirot’nun her daim çaya tercih ettiği gibi sıcak kakaonuzu) yudumlarken izlemeniz gereken bölümlerin bir listesini çıkardım. Tabii eğer Agatha Christie okumuşluğunuz yoksa diziden önce bir-iki kitabına göz atmanızı tavsiye ederim, zaten bir başladınız mı dadanacaksınız.
After the Funeral (sezon 10, 2005)
Bu harika bölümü bir sinema filmi olarak izlesek sırıtmazdı. Birçoğumuzun son dönemdeki hayali erkek arkadaşı olan Michael Fassbender’la ilk tanışıklığımız da bu bölüme denk geliyor, not düşülsün.
The Murder of Roger Ackroyd (sezon 8, 2000)
Okuyucuyu son bölüme kadar “kandırmakla” itham edildiği için, Roger Ackroyd Cinayeti Christie’nin en tartışmalı (ve bence en iyi) romanı. Okumamış olanlar için spoiler vermeden söylemem gerekirse, biçimsel nedenlerle aynı “kandırıkçılığın” ekrana nasıl taşınabileceği insanı epey düşündürüyor. Bu uyarlama, olay dizisinde ufak ama önemli bir değişiklikle bunu başarıyor. Tek eleştirim, “keşke son sezonlarda yer alsaydı da biraz daha ayrıntılı olarak işlenebilseydi” şeklinde.
Murder on the Orient Express (sezon 12, 2010)
Karda mahsur kalan Doğu Ekspresi’nde bir cinayet, 13 yolcu ve 13 şüpheli. Uyarlanırken haddinden fazla yorum katılmış olduğunu düşünsem de, katartik bir sona doğru tempoyu düşürmeden adım adım ilerleyen çok önemli bir bölüm. Üstelik Poirot’yu bir de Suchet’den izlemek, aynı hikâyenin üstte bahsi geçen Albert Finney versiyonundan sonra göz banyosu gibi geliyor. Yine de o versiyondaki Ingrid Bergman, Lauren Bacall, Sean Connery gibi efsanevi yardımcı oyuncuları mumla arıyoruz tabii, orası ayrı.
Five Little Pigs (sezon 9, 2003)
Dedektifimizin genç kızlara olan o sevimli zafiyeti dışında, son derece karanlık ve cesur bir bölümle karşı karşıyayız. Sana diyeyim Poirot, televizyonda harcanıyorsun.
Three Act Tragedy (sezon 12, 2010)
“Yemekteyiz Londra” ekseninde bir yemek davetinde başlayan bu bölüm, ustalıkla kurulmuş üç cinayet ve bir film noir’ı akla getiren kamera oyunlarıyla birden yön değiştiriyor. Poirot’nun “daha kötüsü de olabilirdi, ölen ben olabilirdim!” sözü de akıllarda yer ediyor- ki kendisine hak vermemek mümkün değil.
The ABC Murders (sezon 4, 1992)
Bu sefer ele aldığı dava, Poirot için yalnızca iş değil, gayet kişisel bir mevzuya dönüşüyor. Üstelik Christie’nin genelde ele aldığı soylu ve ayrıcalıklı kesimin yanında, birbirinden çok farklı sınıflardan insanların da arasına karışıyoruz.
*Ne olur ıslak ıslak bakma öyle Fassbender, biliyoruz İngiliz değil İrlandalısın ama neticede sen de adalardan modalardan sayılırsın.