
Gözden kaçan hazineler ve normal olmanın can sıkıcılığı: Extraordinary
Şimdi olağanüstü demişken hepimiz bir noktada kendimizi anormal ya da normal hissederiz değil mi? Öyle değil mi? Yoksa sadece ben miyim? Neyse siz hiç böyle fikirlere kapılmadıysanız da kapılan bir kişi var: Jen. Geçtiğimiz hafta Disney+’ta yayımlanan Extraordinary, bu soğuk ve anlamsız kış günlerinde bir acı ilaçtan çok daha fazlası. Tutun ve bırakmayın bu diziyi. Hemen koşun izleyin. Her şeyi kenara koyun. Öncesinde bu yazıyı okuyup kendinizi şenlendirin.
Normallik çemberinin dışında kalan her şey ve herkes üzerine bir yazı yazmanın çok da kolay olmadığını itiraf ediyorum. Bu yazıyı ODTÜ’de felsefe okuyan biri mi yazmalı acaba? Çocukken hatırı sayılır anormal düşüncelerim vardı ya da öyle sanıyordum. Büyürken o kadar da anormal olmadığımı yalnızca çevremdeki insanların fazla normal olduğunu düşünmeye başladım. Yaşlandıkça normalliği sorgulamayı bıraktım. Bence herkes bir parça deli ve öyle olmamak için çaba harcamaya gerek yok. Ama bu konuya kafayı takan yalnızca ben değilim. Bir senarist ve birden fazla yazarın bu konuyu hayli uzun süre düşündüğü çok açık. Aksi halde Frodo Baggins, yüzüğü Hüküm Dağı’na atmayı başaramazdı.
Extraordinary, insanların süper güçlere sahip olduğu bir evrende geçiyor. Modern ve kaotik bir Londra’da yaşayan Jen, süper gücü olmayan az sayıda insandan biri. Yanlışlıklar komedisi üzerine kurulu olan dizinin ilk sezonu sekiz bölümden oluşuyor. Klasikleşmek şöyle dursun uzun soluklu bir diziye dönüşmesini muhtemel görmüyorum. Zaten neden altı sezon süren dizilere ihtiyacımız olsun ki? Bazılarımızın hayatı o kadar uzun bile değil. Supernatural’ı bitirmeye çalışırken uyuyakalanlar topluluğu olarak (çünkü 15 sezon!) biraz sempatiyi hak ediyoruz sanki. Ne dersiniz?
Her şeyi PDF’e dönüştürmek
Dizinin yaratıcısı Emma Moran, Jen’in varoluşsal krizini tanıdık hikayeler arasına sıkıştırıyor. Mesela Jen’in ondan çok daha popüler bir kız kardeşi var. Süper gücü, insanları ve objeleri oradan oraya fırlatmak. Süper gücü, süper güçlü olmak yani. Kuşkusuz bu noktada dizide yer alan güçleri açıklamak lazım. Öyle aklınıza Marvel falan gelmesin. Hele DC hiç. Kimsenin gözünden ışın falan çıkmıyor. Emma Moran, kara mizahı elinde iplik gibi çevirirken karakterlerine birbirinden garip süper güçler veriyor. Her şeyi PDF’e dönüştürmek ya da tek dokunuşla orgazm etkisi yaratmak gibi. Aramızda gizli saklı yok, bu yazı da bir yeraltı edebiyatı ürünü değil. O yüzden bu bilgiyi sizinle paylaşmakta sakınca görmüyorum: Eğer bir gün distopik bir evrende yaşarsam, süper gücüm bu ikisinden biri olmalı. Birisi bana ‘‘Distopik bir dünyada çete lideri olurdun’’ demişti. Her şeyi PDF’e dönüştürebilen ve tek dokunuşla orgazm etkisi yaratan bir çete liderliği kulağa fena gelmiyor. Şimdilik konumuza dönelim, bunları dünya aniden zombiler tarafından işgal edilirse ya da uzaylılar gelirse veya tüm ülkelerde elektrikler giderse (bakınız: Revolution) konuşuruz.
Herkesin normali senin anormalin mi?
Dizideki süper güç karmaşası, Jen’i süper güç elde edebilmek için bir kliniğe gitmeye yönlendiriyor. Ancak Jen’in parası yok, kısa süreli işlerde çalışıyor, mutsuz, ailesi tarafından pek de hoş karşılanmıyor, erkek arkadaşı yok. Kısacası Jen, kendi normallik algısından çok uzak. Süper güçlerle dolu bir evrende, anormal olduğunu düşünmekten kendini alamıyor.
Tam bu noktada ”Esas güç içinde, sen her halinle güzelsin” ya da ”Hayatında bir erkek olmasına ihtiyacın yok” dememi bekliyorsanız, kusura bakmayın. Süper güçlerin olduğu bir dünyada, gücü olmayan tek insan ben olsaydım ben de depresyonda olurdum.
Erkek arkadaş mevzusu ise tartışmaya açık. Yine de Jen’i anlamaktan kendimi alamıyorum. Normal olduğunu düşündüğümüz her şey, başka birinin anormali olabilir.
Biri üzerime İngiliz komedisi artsın
Dizi çığır açıcı bir etki yaratmıyor ancak hafızalarda iz bıraktığı kesin. Jen’in anormallikle savaşı ve süper güç kazanma mücadelesi, izlemeye değer tek şey değil. Jen’in en yakın arkadaşları Carrie ve Kash’in hikayesi de bir sonraki bölümü bir an önce izleme isteği uyandırıyor. Carrie’nin ölülerle konuşma yeteneği, Viktorya dönemindeki bir leydi gibi giyinmesine; Kash’in zamanı geri alma gücü ise geleceği görmesine yardımcı oluyor. Ne ironik bir yaklaşım ki Kash vaktini boşa harcayan bir karakter. Çalışmıyor, dışarı da çıkmıyor, öyle pek bir olayı yok. Derken bir gün, süper kahramanlardan oluşan bir ekip kurmaya karar veriyor. Kendi kendiyle dalga geçen bir dizi kadar daha eğlenceli çok az şey var. Dizide tanıdık yüzlere rastlamanız olası. Derry Girls’teki her sahnesinde dikkatleri üzerine çeken Siobhán McSweeney, Jen’in annesini canlandırıyor. Teknolojiyi kontrol etme gücü olsa da teknolojiden anlamıyor. Instagram’da hikaye paylaşabilir mi, emin değilim. Luke Rollason, kesinlikle ismini daha önce duymadığımız bir birey olmanın ötesinde dizinin en sevilebilir karakteri olarak karşımıza çıkıyor. Jen’in tüm huysuzlukları ve bencilliğine karşı, Rollason’ın hayat verdiği Jizzlord karakteri her eve lazım. Diziyi izlerseniz, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Biri üzerimize İngiliz komedisi atsın.
Dizi hemen olmasa bile, ikinci sezonda gönüllerde taht kurabilir. Söylememiştim değil mi? Çoktan sezon onayı aldı. Kapitalizm böyle bir şey. Dizinizi Disney’e satarsanız, birkaç bölüm daha çekebilirsiniz. Netflix ise bir sezonda iptal eder. Extraordinary, bir tutam mutluluk ve bol kahkaha garantili. Bu satırları nereden okuyorsunuz bilmiyorum, ama o mutluluğa ihtiyacınız var gibi hissediyorum. Bu da benim süper gücüm.