
Fan’lık müessesine giriş: Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi?
İdollerinin yüzlerini ya da sözlerini dövme yaptıranlar, destekledikleri ünlüler için küresel çapta yardımlaşma kampanyaları başlatanlar, bir araya gelip sevdikleri dizileri defalarca izleyenler, yaratıcılıklarını konuşturup popüler kültür kazanını kaynatanlar… Sosyal medyanın tam mesaili yaratıcı emekçileri… Evet, fan’lardan bahsediyoruz.
Ünlü isimler, diziler ve tüm bu kurgusal dünyalarla bağımız ve hayatlarını takip etme yoğunluğumuz arttıkça elbette fan’lık da ciddi bir müessese olarak tüm gerçekliğiyle karşımıza çıkıyor. Ünlülerin hayatını takip etmek, onlara ve yaşantılarına dair bilgilere sahip olmak ve evet, hatta biraz abartmak günümüzün yeni normali. Yaygın kanının aksine fanlık müessesinin “boş” olmadığını söylemek ve içinde bir parça da olsa fan kıpırtısı taşıyanlara“yalnız değilsin” diyen bir el vermek için fan olmaya, fandoma ve tartışılan fan kültürüne – IQ avcılarına inat- içlere su serperek dadanıyoruz.
Fanlığın gücü adına!
Kabul edelim, hayatımızın bir döneminde kendimizi bir diziye, bir oyuncuya, bir çifte, bir müzisyene, bir sporcuya ya da çağa ayak uydurarak bir influencer’a kaptırdık. Geçmişte dergilerden çıkan posterlerle odamızın duvarlarını donatıp konser biletleri için sırada beklerken devir gibi hayranlık ritüelleri de değişiyor. Şimdiler de sosyal medyadan 7/24 takipteyiz.
Yerli ve yabancı pek çok ünlü isim, sosyal medyanın da etkisiyle hayatımızda her zamankinden daha fazla yer kaplıyor. Popüler kültürün bu renkli figürleri rol aldıkları filmlerle, şarkılarıyla, ilişkileriyle, evcil hayvanlarıyla, çocuklarıyla kısacası hayatlarının her alanıyla izlenmeye açık. Haliyle biz de olan bitenleri takip ediyor; bazılarına daha da yakından ilgi gösteriyor ve kimi zaman farkında bile olmadan fan’lık rütbesini kazanabiliyoruz. Tabii işi biraz daha ciddiye alanlar da var.
İdollerinin yüzlerini ya da sözlerini dövme yaptırıyorlar, destekledikleri ünlüler için küresel çapta yardımlaşma kampanyaları başlatıyorlar, bir araya gelip sevdikleri dizileri defalarca izliyorlar hatta yaratıcılıklarını konuşturup popüler kültür kazanını kaynatmaya devam ediyorlar. Öyle ki Türkiye’de fan gruplarının başlattığı yardım kampanyaları ve bağışlar haberlere bile konu oldu. Kimileri destekledikleri ünlüler için hatıra ormanları oluştururken kimileri çeşitli sosyal sorumluluk vakıflarına yüklü miktarlarda bağışlarda bulunuyor.
İzledikleri diziler ve sevdikleri isimleri Twitter’da Trend Topic yapmak kampanya başlatmak ise onlar için neredeyse çocuk oyuncağı. Kısacası fanlar o pembe ışıltılı dünyanın düşünen, bir araya gelen, konuşan ve üreten emekçileri diyebiliriz.
Popüler kültüre dair her şey gibi Fan’lık müessesi de hafife alınabiliyor. Fan’lar öylesine büyük ve güçlü gruplar ki etki alanları kimi zaman şaşırtıcı olabiliyor.
Birkaç örnekle fanların gücünün hatırlayalım.
Britney Spears fanları, FreeBritney.net üzerinden ünlü yıldızın neden bir vasiye ihtiyaç duymadığını anlatan bir açıklama yayınladıklarında sene 2009’du. O günlerde ilk adımları atılan #FreeBritney hareketi, geçen senenin sonunda zaferle sonuçlandı. Kazanan Britney ve tabii ki fan’ları oldu. Fan’ların başlattığı imza kampanyalarını, yaptıkları destek eylemleri Britney’nin yaşadıklarını tüm kamuoyuna duyurulması konusunda önemli bir etkiye sahipti.
Bir diğer örnek de hayran kitlesiyle dikkat çeken K-Pop cephesinden geliyor. K-Pop Radar’la işbirliği yapan Twitter, bir yıllık süreçte elde ettiği verileri açıkladı. Forbes’un haberine göre Twitter üzerinden K-Pop hayranlarının ve sanatçılarının etkileşim halinde olması uluslararası tanınırlıklarının yükselmesini etkileyen önemli faktörlerden biriymiş. Bir de bayrakları çıkarıp asmak isteyeceğiniz bir bilgi daha ekleyelim: bahsettiğimiz verilere göre Türkiye K-Pop’un en çok konuşulduğu ülkeler arasında. Yani tabii, “onları biz yarattık” gibi büyük laflarımız yok ama siz yine de fan’ların gücünü hafife almayın demek için güzel bir örnek.
Peki bir dönemin Justin Bieber fırtınası desek? Aklınızda hemen bir şeyler canlanacaktır. Yüzünün önüne düşen o saçlar, Selana Gomez’le ilişkisi, çok satan albümleri… Belieber’lar çevrimiçi fan kültürünün öncüleri kabul edilen gruplardan biriydi. Yeni trendlere hızlıca ayak uydurarak, albüm satın almak için organize oldular hatta Twitter’da hashtag algoritmasını değiştirmeleri için ısrarlı bir kampanya bile yürüttüler.
Peki dev bir Justin Bieber hayranı olan, onun için saatlerce ağlayan (ailesi onu terapiye götürmeye kalkışmış tabii bir noktada) genç bir kadından bahsetsek size? Sıradan bir hikaye gibi düşünebilirsiniz ancak bu hikayeyi ilginç kılan genç kadını hepimizin tanıması. Evet, bahsettiğimiz fan Billie Eilish’ten başkası değil. Kendi hayatına odaklanan belgeselde fan’lık geçmişinden bahseden ünlü şarkıcı, idolüyle Coachella müzik festivalinde tanışıp gözyaşlarını bu kez bu kavuşma anı için akıtabilmişti.
Bu arada fan’ların sadece sevdikleri ünlüler için bir araya geldiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bazen sevmedikleri için de seferber olabiliyorlar. Mesela 2020 yılında başta BTS olmak üzere K-pop hayranları, ABD başkanlık seçimlerinde Trump’ın kampanyasına fena dadanmışlardı. TikTok ve Twitter üzerinden harekete geçerek haberleşmişler ve Trump’ın konuşma yapacağı Tulsa’daki bir etkinlik için 10 binlerce bilet ayırtarak yerlerin tükenmesini sağlamışlardı. Ve tabii sonra da etkinliğe gitmeyip Trump’ın bomboş salona konuşma yapmasın sebep olmuşlardı. Oysa etkinlik öncesi Trump caka satıyordu, 1 milyona yakın kayıt aldıklarına dair. Ah bir bilse…
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Hatta şu anda bile bir yerlerde TT çalışması ya da idolleri için bir yardım kampanyası organize etmeye çalışan fan grupları var, hissediyoruz.
Fan kültürünün son yıllarda bu denli yoğun yaşanmasında elbette teknolojinin hayatımıza getirdiği yeniliklerin büyük bir etkisi var. Eskiden izlemekten keyif aldığımız ünlüleri dergi kapakları, gazete röportajları ve sahnelerde biraz da şanslıysak televizyonlarda görmeye alışmışken, şimdi özellikle Instagram ve TikTok sayesinde yaşamlarına dair en ufak detayları bile öğrenebiliyoruz. Fakat siz fan kavramının son yıllarda sosyal medyanın da büyük etkisiyle bu kadar görünür olmasına aldırmayın. Köklerinin antik Roma’daki gladyatörlere ve Eski Mısır firavunlarına dek uzandığı bilinen fan kültürünün köklü bir geçmişi var. Tabii bir de dönüm noktaları…
“Yeni” fanlığın abc’si: Efendi vampirler vs. serseri kurt adamlar
2000’li yılların başındayız.
Potterhead’lerin rüzgarı çok taze. Daha önce de birçok hikayeye konu olan vampirler ve kurt adamlar ise hiç olmadığı kadar çekici, hiç olmadığı kadar gündemde. O zamanlar henüz bu kadar hayatımızın merkezinde olmayan sosyal medya bir nevi emekliyor. Ancak Tumblr’da veya şimdi hatırladıkça boğazımızda düğüm olan bloglarda hararetli bir tartışma var ve konu hayati bir öneme sahip:
#TeamJacob mısın yoksa #TeamEdward mı?
Fan kültürüne dair bir şeyler söyleyeceksek lafı elbette pop kültürü fenomeni Twilight serisine de getirmeliydik. Çünkü seri bir dönem fırtına gibi esmesinin ve Kristen Stewart& Robert Pattinson ikilisini bizlere kazandırmanın yanı sıra bambaşka bir etki daha yarattı: Fan kültürünü tam anlamıyla değiştirdi, belki de şu an bildiğimiz anlamına gelmesi için kapıyı araladı.
Twilight fanları, dönemin imkanları dahilinde internette tartışmalar yapıyor, dünyanın dört bir yanındaki fanlar kitapla ilgili teoriler üretmenin yanı sıra alternatif hikayeler yazıyordu. Biz farkında değildik ama “Fan fiction” türü kalkış için hazırlanıyordu.
Hatta bu hikayelerden biri hepimizin bildiği bir başka fenomene dönüştü: 50 Shades of Gray. Seri, aslında bir Twilight hayran kurgusunun ürünü. Snowqueens Icedragon (karlar kraliçesinin buzdan ejderhası) adlı takma isimle yazdığı romanını bir fan fiction sitesine yükleyen E. L James, hayranı olduğu Twilight serisinden ilhamla bambaşka bir evren yarattı. James, tanıdığımız en “meşhur” fan’lardan biri olmakla kalmadı, Türkiye de dahil olmak üzere yayıncıları Wattpad ya da fanfiction.net gibi adreslere yönlendiren önemli adımlardan birini attı. Bugün Wattpad yayıncılığı dediğimiz şey, tam anlamıyla bir fan kültürü ürünü.
Peki neden birinin fanı oluruz?
Bu soruyu çok sevdiğiniz ve takip etmekten keyif aldığınız bir ismi düşünerek cevaplamaya çalışırken yanıtların ne kadar değişken olduğunu fark edeceksiniz. Belki de aklınıza herhangi bir neden gelmemiştir bile.
Normal tabii: Ünlüler ve başkalarının hayatlarına neden bu kadar ilgiliyiz sorusunun net bir cevabı olmadığı gibi farklı nedenleri ve buna bağlı olarak açıklamaları olabiliyor.
Biraz düşününce kurgusal karakterlerle ve ünlülerle yoğun bir bağ kurmak çok da şaşırtıcı gelmiyor aslında. Her gün, her an bir şekilde hayatlarında neler olduğunu görüyor ve onlarla ilgili içeriklerle karşılaşıyoruz. Hal böyle olunca, “ne oldu, nasıl gelişti, başka neler olacak” sorularınının peşine düşüp kendimizi uzak diyarlarda ama tam olarak konunun ortasında bulabiliyoruz.
Derby Üniversitesi’nde psikoloji ve ergonomi alanında kıdemli öğretim görevlisi olan Doktor Ruth Sims bu durumu şöyle açıklıyor: “Bu bir kaçış. Mükemmel görünen ve parayla her şeyin satın alabileceği hayatlar yaşayan insanlar… Tabii ki durum tam olarak böyle değil ama biz peri masallarına inanmayı seviyoruz!”
Dr. Sims, fan’lığı yalnızca ulaşamadığımız peri masallarına olan ilgiyle açıklaya dursun, biz fan olmanın aslında bununla da sınırlandırılamayacağından bahsedelim biraz. Çünkü fan’lar destekledikleri isimleri yalnızca yaşam tarzları nedeniyle değil; üretimleri, yaptıkları işler ya da bazen toplumu ilgilendiren bir konudaki duruşları ve açıklamaları nedeniyle de sevip destekleyebiliyor. Kısacası lüks ve ulaşamayacağımızı düşündüğümüz yaşamlar, fan olmayı açıklamak için pek de yeterli olmuyor. Belki eskiden geçerli olabilirdi bu… Ama sosyal medya çağında bundan çok daha fazlası fan’lık.
Wisconsin-Green Bay Üniversitesi’nden profesör Regan Gurung’a kulak veriyoruz bu kez de: “Eğlenceli aktiviteler iyi hissettirdiği için beynimizin vücudun hoşlandığı kimyasalları salmasına neden oluyor. Beynimiz de bu iyi hissettiren tepkileri tekrar tekrar yaşamak için yeni fırsatlar arıyor. Gurung ayrıca fan olmanın bir grup bilinci geliştirdiğine de dikkat çekiyor.
Psikoterapist ve Columbia Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Dr. Laurel ise fan’lık kavramının çok ilkel bir içgüdünün modern yinelenmesi olduğunu belirtiyor. Ayrıca, bir fandom’a ait olmanın iyi gelen yönlerini açıklıyor: “Bir fandom grubuna ait olmak, gençlerin yıl boyunca sosyal medyada ve konser etkinliklerinde benzer düşünen diğer yaşıtlarıyla bağlantı kurmasına yardımcı oluyor. Kendinizi bir grubun parçası gibi hissetmek, kişinin kimliğini tanımlamasına ve normalde rutin bir yaşam tarzı olabilecek şeylere bir amaç duygusu vermesine yardımcı olabilir.
Bu görüşler yüreğimize biraz su serpse de içten içe biliyoruz ki bu nedenlere ihtiyacımız bile yok. Biz fanlar, bu yola baş koymuşuz bir kere!
Küçük görme ne olur, stalk’la senin de olur!
Gelelim bizi bu yazıyı yazmaya iten esas nedene: Fanları ve fan kültürünün küçümsenmesi…
Önce IQ avcılarıyla başlayalım. Bir ünlüyü destekleyenlere yönelik algılar genelde zeka seviyesine dil uzatmakla başlıyor. Bir şarkıyı, bir diziyi ya da bir çifti sevmek, defalarca izlemek ve desteklemek için mutlaka “aptal” olmamız gerekiyor algısı.
Fanların IQ seviyelerine ilişkin araştırmalar yapıldı, biraz da medyanın köpürtmesiyle fanlara ilişkin algılar desteklendi. Geçen yılın sonlarında BMC’de yayınlanan ve pek çok yerde de paylaşılan çalışma, hem okuryazarlığı hem de aritmetiği ölçen “ünlülere tapma ile bilişsel testlerde daha düşük performans arasında doğrudan bir ilişki olduğunu” söyledi mesela. “Bunu görmek için araştırmaya gerek yoktu” mesajları bir tarafta bir şeyin fan’ı olmanın IQ ile bağlantısını anlamaya çalışanlar diğer tarafta… Biraz iç rahatlatan(!) bilgiyi de ekleyelim: Düşük zeka, ünlülere takıntı ve hayranlığın nedeni mi yoksa sonucu mu henüz bilinmiyor. Hmm… Ne çalışmaymış be…
Ünlüleri ve bu renkli dünyayı seviyor, az buçuk da haberleri takip ediyorsanız, ‘’bir hayatın yok mu senin’’ gibisinden, ‘’hayatsız’’ olmaya dair suçlamalarla da karşılaşıyor olabilirsiniz. Zeka seviyesine dil uzatmalar, küçük görmeler ve hatta toplumsal çürümeye neden olabilecek bir “boşluk” seviyesine kadar uzanıyor bu yorumlar… (Düşünün bir Andrew Garfield fanı, toplumu ve gençliği yozlaştırıyor olabilir. Nelere kadirsin be Andrew!)
Halbuki her şeyin yeterince zor ve karmaşık olduğu bu gündemde biraz nefes almak ve gerçekliğe ara vermek hepimizin hakkı. Bu kaçış, kimi zaman her repliğini ezbere bildiğimiz bir diziyle kimi zaman Kardashianlar’ın Instagram hesabıyla olabilir. Tamamen bize bağlı. Ve kabul edelim ünlülerin renkli hayatları, izlediğimiz bir film ya da dinlediğimiz bir şarkı bize ideal bir kaçış anahtarı sunuyor. Bir diziyi defalarca izlemek kendimizi güvenli bir alanda hissettiriyor, Bennifer’ın yeniden bir araya gelmesi aşka olan inancımızı tazeliyor, Tarkan’ın attığı bir tweet umudumuzu tazeliyor, Gülşen’in tek kişilik başkaldırısı tünelin ucundaki ışığı biraz daha görünür kılabiliyor.
Fan’lık müessesinin de kendi içinde “kabul görme” dereceleri olduğunu da hatırlatmadan geçemeyeceğiz. Mesela “saygın” bir yönetmenin fan’ı olmak ne kadar entellektüel olduğunuzun bir göstergesi olarak kabul edilirken, Kardashian Ailesi’ni takip etmek sizi bir o kadar “boş”, “değersiz” ve hatta “hayatsız” yapabiliyor. Tabii bu durumun da en az o küçümseyici bakışlar kadar rahatsız edici olduğu fikrindeyiz. Zevklerimiz, tercihlerimiz ve izleme/dinleme alışkanlıklarımız kimsenin tekelinde olmadığı gibi kendimizden başka kimsenin estetik kaygılarına uymak zorunda da değil.
Sınırlar belirsizleşiyorsa dikkat!
Fanların gücü, etki alanları ve kişiye iyi gelen yönleri olduğu kadar işin sınırlarının zorlandığı ve durumun hem kişi hem de ünlüler için kötüye gittiği de görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek. Öyleyse biraz da fanlığın uç evresine değinelim: “stan” (takıntı) kültürü.
Merriam Webster sözlüğüne göre, stan terimi, “son derece veya aşırı derecede hevesli veya sadık bir hayran” anlamına geliyor. The Odyssey Online ise, “genelde bir kişi tarafından gerçekleştirilen aşırı eylemler’’ üzerinden açıklıyor kavramı. Bazı insanlar “stan” ifadesinin hayran ve sapık kelimelerinin karışımı olduğunu söylüyor.
Stan deyince Eminem’in kendisine obsesyon derecesinde takıntılı olan hayranına odaklanan şarkısı geliyor hemen aklımıza. Hikayesi kısaca şöyle: Eminem’in bu takıntılı hayranı, ayaküstü tanıştığı şarkıcıdan mektuplarına karşılık vereceğinin sözünü almıştır fakat durum beklediği gibi olmaz. Sonrasında da kendisine ve çevresine zarar vermeye başlar.
Elbette söz konusu fan’lık ve stan kültürü olduğunda sınırı aşma, gerçeklikle bağı koparma ve gerçek hayattan zevk alamama gibi durumların olduğunu da görmezden gelemeyiz. Tüm bunlar kontrolden çıkarak hem fiziksel hem de psikolojik olarak tehlikeli bir hale gelebiliyor. Sevdiğimiz bir müzisyenin albümünü saatlerce konuşmak, bir filmi defalarca izlemek hatta belki de hiçbir gelişmeyi kaçırmamak için bildirimleri açmak çok normalken bu sevgi ve ilginin zarar verici boyutlarının örneklerini görüyoruz. Fan kültürü ve fanlar üzerine yapılan araştırmalardan biri de ünlülere yoğun derecede “takıntılı” olanların mental sorunlarla mücadele etme olasılıklarının daha yüksek olduğunu söylüyor mesela.
2003 araştırmasında, McCutcheon ve Maltby liderliğindeki ekip, ünlülere yönelik üç tür tutum ve bu tutumlarla ilişkili üç ruh sağlığı profili belirliyor:
“Eğlence/sosyal” başlığı, “en zararsız” diyebileceğimiz tür. Sevdiğim ünlü ya da bir şarkı hakkında saatlerce konuşabilirim evresi. “Yoğun, kişisel” kategorisinde ise biraz daha yoğun bir ilgi ve adanmışlık devreye giriyor; “en sevdiğim ünlü benim ruh eşim” ve ‘“eğer o ölürse, yaşamak istemezdim” gibi ifadeler duymaya başlıyoruz. (Billie Eilish’in Justin Bieber için ağlaması mesela.) “Sınırda patolojik” kategorisinde ise işler kontrolden çıkıyor, en sevdiği ünlü ondan ne isterse, ne olursa olsun yapacaklarını söyleyen eğilimler görüyoruz.
İdolü sev, sınırı koru, içindeki fan’ı özgür bırak
Fan kültürü, kendi aralarındaki kavgaları, zorbalık, linç kültürü gibi başlıklar üzerinde de ele alınması gerekilen, çok yönlü bir konu. Net bir şekilde korkutucu ve tehlikeli yönleri olduğunu kesinlikle kabul ediyoruz. Bu durum kişiyi olduğu kadar, takıntılı olduğu isimleri de rahatsız edecek hatta tacize varacak durumlara da neden olabiliyor. Son örneklerini Türkiye’de de görüyoruz… Öte yandan Dr. Sims de hatırlattığı gibi, özellikle sosyalleşme konusunda çok da özgüvenli olmayanlarımız için “orada olmak” ve farklı dünyalara kaçıp nefes alabilmek sandığımızdan daha da rahatlatıcı olabiliyor.
Elbette işin sırrı, hayatın her alanında olduğu gibi sağlıklı ve dengeli bir bağ kurabilmek. Bir ünlü, bir dizi ya da herhangi bir şeyle aranızdaki bağın sizi ve etrafınızdakileri nasıl etkileyeceği konusunda dikkatli olmakta fayda var. Sözün özü, fan’lık müessesinde de sınırlar bulanıklaşabiliyor.
İyisiyle kötüsüyle fan’lık müessesini önümüze alıyor, düşünüyor ve merak etmeden duramıyoruz: Zaten yeterince olumsuz şey varken, kurgusal dünyaya ya da çok sevdiğimiz ünlülere, dizilere ya da popüler kültür ikonlarına hayranlık beslemenin iyi gelen bir yanı da olamaz mı? Kendimize nefes alacak pencereleri nereden ve nasıl açacağımıza kendimiz karar verebiliriz. Ne izlemeyi ya da kimi takip etmeyi seçtiğimizi kimseye kanıtlamak ya da kabullendirmek zorunda değiliz. Birilerinin ya da bir şeylerin fan’ı olmak utandıran ya da gizlemek zorunda olduğumuz bir şey de değil. (Tarkaaaaan!)
Fan’ları, üretimlerini ve fan kültürünü küçük görenlere birkaç çift lafımız var:
Fan’lar sandığınız gibi sadece “faydasız” ergenlerden oluşmuyor (ki neden bir fayda arayalım?). Düşündüğünüzün aksine IQ seviyemizde bir “problem” yok. Hayatsız da değiliz, sadece pek çok açıdan zorlayan yaşamlarımızda tutunacak dallar bulma konusunda sizden daha hevesliyiz.
Ve siz sevgili fanlar. Çok yakınlarınız ve “aşırı” önemli kişiler size “fan” olmanın çok aptalca olduğunu söylemiş olabilir. Onlara şu meme’i gönderip takibe geri dönebilirsiniz:
İmza,
Buraya yazamayacak kadar çok şeyin fanı olan bir dadanist.