Röportaj: King Hannah ile İstanbul konseri öncesi müzik, sinema ve yol arkadaşlığı üzerine konuştuk

Dadanizm newsletter duyuru (600 x 600 px)

2022’de I Was Just Being Me albümleri aracılığıyla King Hannah adı altında tanıştığımız Hannah Merrick ve Craig Whittle, müziklerinin yanı sıra uzun-kısa sohbetimizde de dingin bir ahenk yakalama konusunda doğal bir marifete sahip. Dünya turlarına verdikleri iki haftalık arada Liverpool’da soluklanan ikiliyle uykulu bir sabah, Zoom üzerinden tanışıyorum. Hannah’nın şefkatli sesi ve Craig’in yumuşak esprileri ile gözümü açtığım bu ılık güne, ikilinin okuduğum röportajlarında fark ettiğim ve kendim tecrübe edince gülümsemeden edemediğim uyumuyla devam ediyorum.

“Değil mi Craig?”

“Sen ne düşünüyorsun Hannah?” 

Neredeyse her cümlenin sonunda birbirlerine pas atan ve ötekini kollayan ikilinin El Paso’da üstü açık bir arabanın arka koltuğunda, turne otobüsünün sıkışık mutfağında veya kayıt stüdyosunun belirsizlik ve olasılıklarla dolu odasında derinleştirdiği bağları, sohbetimizin tüm boşlukları, sessizlikleri ve kikirdemelerinden dolup taşıyor. Liverpool’da, çalıştıkları bir barda arkadaş olan ikilinin bir müzik grubuna, King Hannah’ya evrilmesi ise aslında Craig’in seneler önce Hannah’yı bir konserde tanımasıyla başlıyor. Bar mesaileri sonrası soluğu birbirlerinin evlerinde alıp şarkı sözleri aracılığıyla dertleşmeye başlıyorlar ve kısa bir süre sonra ortaya ilk EP’leri Crème Brûlée çıkıyor.

“Biz dürüst ve samimi insanlarız; dinlediğimiz müzik, okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler de öyle. Müziğimiz bizim bir nevi bir uzvumuz, dolayısıyla iş şarkı yazmaya gelince bu dürüstlük ve samimiyet oldukça doğal bir şekilde ortaya çıkıyor” diyor Craig, yeni albümleri Big Swimmer’dan bahsederken. Zorlukları aşarak yüzmeye devam eden Büyük Yüzücü’lerden oluşan hayranlarıysa onlar için salt dinleyiciden öte birer arkadaş, ekiplerinin ve yolculuklarının değerli bir üyesi.

Sık sık sinemaya dair sevgileri ve Aftersun gibi filmlerin seslerine olan etkisinden bahseden grupla turneleri hakkında konuşarak başladığımız sohbetimiz, kendimizi film festivalleri ve Juno üzerine tartışırken bulmamızla sonlanıyor. Bir indie film kadar sıcak, tam bir İngiliz kadar dürüst ve bir müzisyen kadar açık ve duygu yüklü şarkılarının kimi zaman naif, kimi zamansa şairane sözlerinin, Hannah ve Craig’i ne kadar da özgün bir şekilde temsil ettiği dakikalar geçtikçe daha da belirgin olmaya başlıyor.

“İnsanların kocaman bir ekip olduğumuzu hissetmelerini istiyoruz. Bizim için dinleyici ve sahne arasında bir ayrım yok. O sahneye seyirciyle beraber çıkıyoruz ve bu insanların yolculuğumuzun sonuna kadar bizimle olmasını istiyoruz.” Biz de +1 Sunar: Gezgin Salon Festivali kapsamında ilk defa İstanbul’da sahne alacak King Hannah ile, 29 Haziran’da açık sularda yüzmeye tüm kalbimizle “evet” diyoruz ve ikiliye dadanıyoruz.

Merhaba Hannah ve Craig, umarım harikasınızdır! Gezgin Salon Festivali’nde sizi sahnede dinleyeceğimiz için çok heyecanlıyız. Türkiye’ye ilk gelişiniz mi olacak yoksa daha önce İstanbul’da bulundunuz mu?

Hannah: Merhaba, teşekkür ederiz. Biz de oldukça heyecanlıyız, İstanbul’a ilk gelişimiz!

Şu anda ikinci albümünüz Big Swimmer için turnedesiniz. İlk albümünüz için ABD’de çıktığınız turnenin Big Swimmer için büyük bir ilham kaynağı olduğunu okudum. Bu turnenin ABD ayağını da çoktan tamamladınız. Bu şarkıları bu kez oradaki dinleyiciler için seslendirmek nasıl bir duyguydu?

Hannah: Sanırım bu sefer Amerika’daki ikinci turnemiz olduğu için etkisi ilki ile karşılaştırılamayacak bir yerdeydi. Tabii ki de harika bir zaman geçirdik fakat hiçbir his, bir şeyi ilk defa yaptığınızda hissettiklerinizle yarışamaz.

Craig: Bir önceki turne bir nevi ilk turnemizdi. Ondan önce sadece bir kez turneye çıkmıştık ve o da Avrupa’daydı. Amerika’da yazılmış bu şarkıları Amerika’da çalmak oldukça özeldi. New York’ta New York, Let’s Do Nothing’i, Philadelphia’da Milk Boy’u dinleyiciyle paylaşmak gibi. Bunların hepsi üç yıl önce yaptığımız ve daha sonra albümü oluşturan şarkılara ilham olan tecrübeler.

Big Swimmer döneminize odaklanacak olursak: İlk albümünüz ve EP’niz, sizin deyiminizle “15-20 yıllık durmaksızın çalışmanın ve katıksız kararlılığın” bir ürünü ve kanıtıydı. Bu ikinci albümün, müzisyen olarak çıktığınız bu yolculuktaki yerini nasıl tanımlarsınız?

Craig: İlk albümü pandemi sırasında kaydettik. Daha önce hiç turneye çıkmamış ya da bir plak şirketiyle anlaşmamıştık. Her şey bizim için inanılmaz yeniydi ve bu işler hakkında hiçbir şey bilmediğimizi hissediyorduk. Bu yüzden çıktığımız ilk birkaç turne nasıl bir ikili olacağımızı, bir müzik grubunun nasıl hareket etmesi gerektiğini ve bu yolculukla ilgili püf noktaları sıfırdan öğreniyormuşuz gibi hissettirdi. Big Swimmer’ı dinleyiciyle buluşturduğumuz noktadaysa bu detayların hepsine artık hakimdik. Sadece bu albümün ve sahne performanslarımızın her zamankinden daha iyi olmasını ve bizi bir sonraki seviyeye taşımasını istiyorduk. Bu seviye artık her neresiyse 🙂 Sanırım bu sefer daha özgüvenli hissediyoruz.

Hannah: Artık birden fazla gösteriye gelen hayranlarımız var ve onları tanıyoruz. “İlk turnenizdeydim ve sizi ilk kez şu lokasyonda dinledim. Şimdiyse buraya tekrar dinliyorum” diyorlar. Craig ve benim dinleyicilerimizle kurduğumuz önemli bir bağ var ve bu çok özel bir his. Big Swimmer ile “köpekbalığı” konsepti ortaya çıktı. Hepimiz yüzen bir “köpekbalığı” gibiyiz, Büyük Yüzücü’leriz (Big Swimmers) ve dinleyicilerimiz kendilerini bunun bir parçası olarak görüyor. Bu çok özel çünkü bu dinleyiciler bize onları Büyük Yüzücü yapan şeylerle ilgili bir sürü hikaye anlatıyor. İnsanların kendilerini ait hissettikleri bir King Hannah evreni var ki bu bizim için yepyeni bir şey. Önceden bu evreni daha kurmamıştık, henüz çok yeniydik.

Şarkı sözleriniz, sizin de bahsettiğiniz gibi, daima oldukça içten ve dürüst. Bu dürüstlük unsuru aslında müziğinizde yaratmayı hedeflediğiniz “yolculuk” hissini de büyük ölçüde besliyor. Daha önce “bir albümün sizi bir manzara ya da film gibi alıp götürmesi fikrini sevdiğinizi” söylemiştiniz. Pitchfork ise sesinizi “sürücü koltuğunun yanında oturup müzik dinlemeye” benzetmişti, yani bu albüm bir nevi sizinle birlikte çıkılan bir yolculuğu temsil ediyor. Dinleyicilerinizin sizinle birlikte bu yolculuğa çıkmasını nasıl arzu ediyorsunuz, nasıl bir ilişki kurmak istiyorsunuz?

Hannah: İnsanların kocaman bir ekip olduğumuzu hissetmelerini istiyoruz. Bizim için dinleyici ve sahne arasında bir ayrım yok. O sahneye seyirciyle beraber çıkıyoruz ve bu insanların yolculuğumuzun sonuna kadar bizimle olmasını istiyoruz. Biz bu işi uzun bir süre yapacağız ve dinleyicinin de sonsuza dek bizimle bu yolculukta olmasını diliyoruz. Yaptığımız müziğin de bu türden bir müzik olmasını umuyoruz. Bizim müziğimiz pop müzik gibi değil, yolculuğumuz da aynı şekilde. Radyoda bir şarkımıza denk gelebilirsiniz ama bu büyük ihtimalle tek seferlik bir şeydir. Craig ve ben konserlerimize gelen pek çok insanla yakınen tanışıyoruz çünkü onları seviyoruz ve müteşekkiriz. Bu insanlar Craig’in gitar çalışını ve benim şarkı söyleşimi tecrübe etmek için paralarını harcıyor, akşamlarını bizim performansımız etrafında planlıyorlar. Bu bence tam bir delilik. Bunu yapan herkesle arkadaş olmak istiyoruz ve seyircimizle çok samimi bir bağımız var.

Craig: Bana kalırsa, neden başka türde bir müzik yapalım ki? Biz dürüst ve samimi insanlarız, dinlediğimiz müzik, okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler de böyle. Müziğimiz bizim bir nevi bir uzvumuz, dolayısıyla iş şarkı yazmaya gelince bu dürüstlük ve samimiyet oldukça doğal bir şekilde ortaya çıkıyor. Her şarkı sözü yazmaya oturduğumuzda aklımızda olan ilk şey de bu. Eğer insanlar şarkı sözlerimizle bir bağ kurabiliyorsa, bunun karşılarındaki kişinin kendilerine özgün davranıyor olmasından hoşlandıkları için olduğunu düşünüyorum.

Hannah: Şarkı sözlerimizde kendilerinden bir parça bulabiliyorlar.

İkiniz çok yakın arkadaşsınız ve dürüstlük arayışınız ikiniz arasında inşa ettiğiniz rahatlık ve kırılganlık ortamından kaynaklanıyor. İkinci albümünüz için tekrar yollardayken, King Hannah olmak ve büyümek arkadaşlığınızı nasıl besliyor? Biraz yumurta tavuk sorusu gibi olacak ama şarkı yazarken aradığınız ve değer verdiğiniz dürüstlük arkadaşlığınızdaki dürüstlüğü besliyor mu, yoksa tam tersi mi?

Craig: Birlikte tecrübe ettiğimiz her şeyin bizi daha da yakınlaştırdığını ve bağımızı güçlendirdiğini düşünüyorum. Bir barda çalışırken tanışıp birlikte turneye çıkma şansını pek fazla insanın yakalayabildiğini sanmıyorum. Birlikte dünyayı gezebildiğimiz, farklı dinleyicilere müziğimizi tanıtabildiğimiz ve sürekli birbirimizin hayatında olabildiğimiz için kendimizi çok şanslı hissediyoruz. Pek çok müzik grubu dağılır, küskünlükler ve kavgalar olur. Biz buna alan açmayacağız.

Hannah: Beraber şarkı sözü yazmak bağımızı hiç öngöremediğimiz açılardan güçlendiriyor, yeni şekiller kazandırıyor. Craig ve ben şarkı sözlerimizi evde, tek başımıza yazıyoruz ve daha sonra yazdıklarımızı birbirimize gösteriyoruz. Yazdığımız sözler oldukça kişisel tecrübe ve hislere dayanıyor. Bazen henüz birbirimize söylemediğimiz şeyleri şarkı sözü aracılığıyla paylaşıyoruz, bunları bir şarkıya döküyoruz. Yani bu çok, çok kişisel ve duygusal bir an. Birine şarkı söylemek, onunla konuşmaktan tamamen farklı bir iletişim şekli, dolayısıyla birbirimize bir şarkıyı ilk kez gösterirken ikimiz de biraz gergin oluyoruz ve utangaçlaşıyoruz.

Craig: Sanırım müzisyen ve şarkı sözü yazarı olmanın en değer verdiğim özelliklerinden biri de sizi hakkında şarkı söylemeye değer şeyler bulmaya zorlaması. Bu şeyleri birlikte tecrübe edip kağıda dökmemiz kesinlikle dostluğumuzu derinleştiren ve besleyen bir şey oldu.

Şarkılarınızın deneyimlediğiniz olaylardan ve tanıştığınız kişilerden ilham alınarak yazıldığını biliyorum. Şarkı yazma süreci sizin için neye benziyor? Bir deneyimi şarkıya dönüştürmek için yapılan konuşma nasıl ilerliyor?

Hannah: Aslında böyle bir konuşma gerçekleştirmiyoruz. Şarkılarımızı yazıyoruz, birbirimize gösteriyoruz ve eğer beğenirsek o şarkı albüme ekleniyor.

Craig: O kadar da bilinçli bir karar olmuyor aslında bu. Şarkılarımızı ne üzerine yazmak istiyorsak onun üzerine sözlerimizi yazıyoruz ve bu bir şarkıya dönüşüyor.

This Wasn’t Intentional şarkısı aslında Aftersun filminden ilhamla yazılmış. Bana kalırsa müzik videolarınız da bağımsız sinema dokunuşu taşıyor, özellikle Leftovers’ın klibi sanki Toronto Uluslararası Film Festivali (TIFF) veya South by Southwest (SXSW) festivallerinden çıkmış gibi. Sesi görsele nasıl taşımayı arzuluyorsunuz? Sizi dinleyenlerin ne görmesini istersiniz? 

Craig: Filmlerde görmeyi en sevdiğimiz şey yalın, kalabalıktan uzak sahneler ve bunu kendi müziğimizle eşleştirmeye amaçlıyoruz. Klibin her zaman müziğin bir parçası olmasını arzuluyoruz. Sırf yapmış olmak için klip çekmeye karşıyız çünkü artık birçok insan için yeni müzik tüketimi şekli klip izlemek. Klibin müziğimize yansıttığı görsel dünya gerçekten de işin işitsel yönüne bambaşka bir boyut katıyor.

Hannah: Leftovers müzik videosunu beğenmene çok sevindim, o klip benim de en sevdiklerimden biri. Tüm kliplerimizi Craig çekiyor ve uzun süredir tek çekim bir klibe imza atmak istiyordu.

Kliplerinizi analog film kamerası ile mi çekiyorsunuz? 

Craig: Klipleri editlemek için Da Vinci Resolve kullanıyorum, o etkiyi sonradan ekliyoruz. Keşke analog film kamerası ile çekim yapabilsek fakat bu bize çok pahalıya patlar.

Hannah: Dünyanın en küçük bütçesine sadık kalma konusunda da çok iyiyiz, değil mi Craig? Bu da iyi olduğumuz bir konu.

Sanırım kliplerinizi TIFF veya SXSW filmlerine benzetmemin sebebi, görsel işlerinizin bana hep Juno filmini hatırlatması. Neden bilmiyorum ama ne zaman kliplerinizi izlesem birazdan Elliott Page kadraja girecekmiş gibi geliyor. 

Craig: O his bence basit, şatafattan uzak insan tecrübelerine dayanan bir şey. Kadrajda pek de bir hareketin gerçekleşmediği ama kullanılan alan ve boşlukta birçok şeyin gerçekleştiği bir görsellik.

Bir röportajda Hannah’nın bir Disney World konserinden etkilenip sahnede olma hayalleri kurduğunu okumuştum. PJ Harvey ve bu albümde de yer alan Bill Callahan’ın sizin için ilham kaynakları olduğunu biliyorum. Size “işte bu” dedirten, sahnenizi ve müziğinizi etkileyen bir canlı performans hatırlıyor musunuz?

Craig: Sanırım ikimize de bu anı yaşatan konserlerden biri Courtney Barnett’ın bir canlı performansıydı. Hangi yıldı bilmiyorum, 2018 sanırım, Manchester’da konserine gitmiştik. İnanılmazdı. Sahneye gitarı ile çıktı ve tüm salona tamamen hükmetti. O konserden çıktığımda “Vay canına” dediğimi hatırlıyorum çünkü kendisinin inanılmaz bir sahne enerjisi vardı. Harikaydı, doğaldı.

Hannah: Evet, Disney World’deki konseri hatırlıyorum. Bir gösteriye gitmiştik ve ben en ön sıradaydım. Sahnedeki karakterin hangi prenses olduğunu bile hatırlamıyorum ama şarkı söylemişti ve ona hayran kalmıştım. “İşte ben bunu yapmak istiyorum” diye düşündüğümü hatırlıyorum. O zamandan beri televizyonda izlediğim bazı pop yıldızları da bu duyguyu bana pek çok kez yaşattı. Disney dediğimde insanlar gülüyor ama bence Disney gelmiş geçmiş en iyi şey.

Siz de her zaman yazdığınız ve kaydettiğiniz müziğin o anda dinlediğiniz sanatçıları yansıttığını söylersiniz. Şu anda ne dinliyorsunuz? Leftovers’ın arkasındaki itici güç neydi?

Hannah: Kesinlikle Wise Blood.

Craig: Bill to Spill, Big Swimmer için yeni bir ilham kaynağı oldu.

Hannah: Belki biraz da Slint. Albümü yazarken ve kaydederken arka planda hep şarkılarının çaldığını hatırlıyorum.

Craig: Bu süreçte biraz daha fazla John Prine dinledik, bu sefer daha country türüne odaklandık. İlhamlar arasında Joni Mitchell ve Neil Young da var tabii ki.

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin