Pepe the Frog ve Normy’lerle savaş: Feels Good Man belgeseli ve bir meme’in hikayesi

2000’lerin ilk yıllarında internete düşen bu güleç yüzlü kurbağanın günün birinde bir nefret sembolüne dönüşeceğini kim bilebilirdi ki? Bu sene Ağustos ayında önümüze çıkan, bir de Sundance Film Festivali’nde ödül alan Feels Good Man belgeseli bize o meşhur Pepe the Frog meme’inin nereden nerelere uçtuğunu anlatıyor. Günlük hayatta elimize yapışan meme’lerin bu denli etkilerinin anlatılması tükettiğimiz ‘masum şakalar’ın kolektif bilinçte nerelere varabileceğini de önümüze koyuyor. Arthur Jones’un yönettiği belgesel, yaratıcısı Matt Furie ile birlikte Pepe the Frog’un peşine düşerken izleyiciyi de 2000’lerin ilk yıllarından bugüne şaşırtıcı bir yolculuğa çıkarıyor.

“Meme” kelimesinin Türkçedeki karşılığı yaygın bir şekilde kullanılmadığı için yazıda İngilizce olarak karşınıza çıkmaya devam edecek. Peki ‘‘meme’’ ne mi? Urban Dictionary’ye göre kabaca bir açıklamayla internet alemini yakıp yıkan bir yazı, söz, görsel ya da hatta bir kişi! Aklımıza ilk gelen “Arkadaşlarımızla birbirimize DM attığımız komik görseller” olsa bile bu konuda kazılacak çok toprağın olduğunu itiraf etmeliyiz.

Genler gibi memler

‘‘Meme’’ kelimesi ilk olarak evrimbilimci ve yazar Richard Dawkins tarafından kullanıyor. Tabii bu bildiğimiz internet alemindeki haliyle değil… ‘‘Kültürel iletişim veya imitasyon üniteleri’’ olarak tanımlıyor Dawkins meme’leri ya da Türkçe çevirisiyle ‘‘mem’’leri. Dawkins’e göre bazı düşünceler ve davranışlar, gözlem ve taklit yoluyla, bir kuşaktan diğerine aktarılıyor. Yani aslında nesiller değişse de bazı kültürel ve sosyal özellikler, adeta genler gibi, anne-babadan çocuklara, sonra da torunlara aktarılıyor. Dawkins de bu aktarılan kültürel ögeleri, genlere benzetiyor adına da ‘‘mem’’ yani ‘‘meme’’ diyor. Giydiğimiz ayakkabıdan yediğimiz yemeğe, temsili her türlü kültürel aktarım, bu memler sayesinde oluyor. Yani anlayacağınız, meme’ler sadece internette bulduğumuz komikli-şakalı görsellerden ibaret değil; arkasında insanlık kadar eski bir hikaye var…

Bugün bir belgeselle bize yine yeniden kendini hatırlatan Pepe the Frog’un hikayesi ise apayrı.

Ve internet meme’i keşfediyor

2000’lerin ilk yıllarında, yarattığı çizgi romanları Myspace üzerinden kolayca paylaşabileceğini fark eden Matt Furie, Boy’s Club adlı çizgi roman serisini de yine bu platform üzerinden yayınlamaya başlıyor. Bölüm bölüm okuyucuyla paylaştığı serinin bir yerinde, Pepe the Frog adlı karakterin söylediği bir söz kulaktan kulağa, elden ele dolaşmaya başlıyor ve özellikle Myspace aleminde virale dönüşüyor. Ama tabii, oradan oraya zıplarken, farklı yorumlarla da çeşitlenmeye başlıyor Pepe the Frog ve onun zihne çakılan sözleri. Popülerliği Myspace’i aşıyor hızlıca, diğer internet platformlarına da sıçrıyor. (O zamanlar sosyal medya henüz bugünkü haline ulaşmış değil tabii.)

”Buna bu kadar anlam yüklemeye gerek yok” diyebilirsiniz ama Pepe the Frog’un popülerliğinde insanı şöyle bir dürten bir taraf da var. Kelebek etkisi bile ne kasırgalara yol açarken bu kelebeğin bir gün değil, yüzyılların tecrübesiyle kanat çırptığını düşünün… Ama kelebek bile nelere kadir olduğunun farkında değil. Pepe arkadaşımız da arkasına 4Chan ordusunu alarak bir önceki ABD seçimlerinde bile karşımıza çıkabiliyor. 4Chan ise bambaşka bir mesele diyebiliriz. Diğer internet mecraları gibi gözükebilir ama 4Chan o dönemin blog ya da forumlarından ayrı bir yerde duruyor. Oradaki çoğunluk belli bir fikrin etrafında buluşuyor ve 4Chan de kendisini bu fikir ve üyeleri üzerinden tanımlıyor.

Radikal bir sembol

Belgeselde de gördüğümüz üzere normatifliğe ve normlara düpedüz isyan başlatan 4Chan tayfası, kendilerini NEET olarak tanımlıyor, ki bu tanım 4Chan üyeleri tarafından başlatılmış değil. NEET’in açılımı ‘‘Not in Education, Employement, or Training”; yani eğitim ve istihdam gibi, toplumun bazı şartlarını reddedenler. Sadece ABD’de değil, diğer ülkelerde de geçerli bir görüş ve hayat tarzı diyebiliriz. İşte, bu ortak çatı altında (muhtemelen, hâlâ anne-babalarının evinde, bilgisayarlarının başında) buluşan 4Chan kitlesi, Pepe the Frog’un kendine has yüz ifadesi ve sözleri ile daha da kenetleniyor birbirine.

Bir yandan da Pepe’nin yavaş yavaş müritleri haline gelen bu güruh, internetin norm haline gelmiş mutlu ve fit ol, hayatta aktif rol al gibisinden mesajları ve bunların gerektirdiği uyumlu olma halini başlı başına bir gerçeklik olarak görmeyi reddediyor. 2010’dan beri hayatımızı ve benliğimizi metalaştırmaya gönül veren sosyal medya mecralarının normatif ve dışlayıcı tavrını uygun bulmayan NEET abilerimiz (büyük bir kısmı erkek) bu normallere karşı Pepe’nin önderliğinde savaş açıyor. Hayatlarına yoğun bir şekilde depresyon ve anksiyetenin olduğunu gördüğümüz bu grup kendini genel geçer sosyal medya mecralarında kabul edilen bireyler olarak görmüyorlar.

Kurbağanın (neredeyse) kutsallaşması

Bu durumda çoktan Matt’in elinden kayıp giden Pepe, “normy”lere açılan savaşın kanaat önderliğini yapıyor bir nevi. Ama bir noktada komikliğiyle o kadar popüler oluyor ki bizim NEET’leri kızdıracak şekilde yeni bir dalga bile oluşturuyor. (Kurbağaya bakın, kimse üzerinde hak edemiyor resmen!)

Üstüne yüklenen yoğun anlamlarla şimdiden kutsallığa ulaşırken Antik Mısır eserlerinde keşfedilen ‘‘karanlık tanrısı’’ olarak da bilinen KEK ile özdeşleştirilerek başka bir kutsallık seviyesine ulaşıyor Pepe. (Belgesel adım adım anlatıyor bu garip geçişi.) Ünlü sosyolog Durkheim’ın “kolektif efervesans” olarak adlandırdığı, kutsalı dünyeviden ayıran ve kutsal olana gücünü veren toplumsal enerji; sembol, motif ve anıtlara, fiziki olarak kapsadığı anlamın üzerinde bir söylem, anlam atfeder. Bizim Pepe’yi de bunun etrafında düşünebiliriz: KEK’in kutsallığını da emen Pepe 21. yüzyılın önemli sembollerinden, güçlerinden birine dönüşüyor. Hatta işler daha da ilerliyor.

2016 seçimlerinden önce bir tür “şaka” olarak görülüp ciddiye alınmayan (eski) ABD başkan adayı Trump’ın, kendisi gibi sadece bir “şaka” olarak görülen Pepe’yle özdeşleştirilmesiyle başlayan işte o “şaka gibi” yolculuk, Trump’ın başkan seçilmesine kadar gidiyor. (Evet, maalesef.) Trump ile özdeşleşmesine sebep olan o sinsi gülümsemeye sahip Pepe, belgeselde de Joel Finkelstein’ın belirttiği gibi, her şeyi yapma kapasitesine sahip olsa da söyledikleri ‘‘latife’’ diye geçiştirilebilecek de bir tip. Tam da bu yüzden gönülleri fethediyor zaten. 4Chan’de ne kadar ileri gidebileceklerinin keşfini yeni yeni tecrübeleyen bu güruhla beraber politika bilmeyenlere de kapı açılmış oldu böylece.

O artık bir nefret sembolü

Kamusal alanın uzlaşıcı ve ikna edici halinden faydalanan demokrasi internet ile kendine, yeni söylemlerin üretilebileceği alternatif platformlar ve alanlar aramaktayken, 4Chan bu alternatifi yaratmakla kalmayarak, daha da radikal gruplara geçit veriyor. Tam da bu yüzden Pepe Trump’la özdeşleştiriliyor ve beyaz üstünlükçü (white supremacist) grubun simgesi haline geliyor. O güleç yüzlü kurbağa da çok geçmeden bir nefret sembolü hale gelerek kara listeye alınıyor. Bu sırada hâlâ bir meme olarak kullanılmaya devam eden Pepe üzerinden rahatsız edici, şiddet içeren görseller üretiliyor.

Matt Furie’nin sevgiyle ürettiği, hatta biraz da kendisiyle özdeşleştirdiği çizgi roman karakterini geri kazanmak için nasıl bir mücadele verdiğini de görüyoruz belgeselde. Ayrıca sembollere ve dolayısıyla meme’lere ne kadar çok anlam atfedilebileceğini, hatta neredeyse kutsal bir hale bürünen bu anlamın tarihin belirli anlarında ne kadar farklı amaçlarla kullanılabileceğini ve farklı toplumlarda ne şekillerde yorumlanabileceğini de anlatıyor belgesel bize. Tüm bu hikaye karşımızda akarken, bu şakanın nasıl bitmiş olduğunu da görüyoruz tabii. Belgesel ise Sharon Von Etten’in bu belgesel için yaptığı şarkısıyla bitiyor, “You gotta let it go…”

 

Feels Good Man belgeseli Feels Good Man belgeseli Feels Good Man belgeseli