İdeal kadının peşinde: TikTok’tan yükselen ‘‘that girl’’ hedefleri ve verimliliğe oynayan özgüvenimiz

Son zamanlarda işimiz gücümüz verim olmuşken atik ve çözümcü olmak sahip olunması gereken en önemli kişisel özellikler haline geliyor. Verimliliğe doğrultulan bu kitlesel takıntı bizi çeşitli kişiler ve arketip fikirlerine yöneltirken, biz bizden çok daha fazlası olmak için her gün daha çok çalışmaya itiliyoruz. Kendimizi geliştirmeye alerjimiz yok tabii ki. Her zaman büyümeye ve değişmeye açığız. Fakat kendiliğinden gelişecek bazı şeyleri zorla disipline edip “ideale ulaşmak” pek de kolay değil sanki. 2021’den bu yana TikTok’tan yükselen ve işte o ”ideal kadın”a referans yapan ‘‘that girl’’ akımı ise başlı başına bir hayat rutini, varılması gereken bir hedef gibi karşımıza çıkıyor. Çok daha iyi, mükemmel ve başarılı olmaya yönelik. Kadını kadına kıyaslatması ise cabası… ‘‘Sabah erken kalk, gün boyu şunları yap… Her gün biraz daha gelişecek ve ileride optimum seviyene ulaşacak yani o imrenerek baktığın ideal kadınlar gibi olacaksın.’’

John Berger’in Görme Biçimleri derlemesinde de yaptığı büyük sanat ve medya analizine göre bunların hepsi bilinçli olarak kıskançlık yaratmak için… Daha iyi açıklamak gerekirse buna benzer görsel ve uyaranların en önemli ortaya konuş sebebi üstümüzde bir gerilim yaratmak ve bu gerilimin sonucunda tansiyonumuzu düşürmek… Böylece aksiyona geçmemizi ve haliyle de daha çok tüketmemizi sağlamak. That girl trendinde ise aldıklarımız genellikle evde spor için dumble’lar, su mataraları ve şu yeşim taşından yapılan gua sha aleti (bu arada işe yarıyorsa haber verin biz de alalım 🙂 Özgüven tarikatının dışlayıcı onur üyelerinde bulunan bu aletler onları her zaman daha özgüvenli hale getirmek için çabalayan minik mücadeleciler oldu. Öncelikle that girl’ü anlamak için şu rutinlerinin bir üstünden geçelim, çünkü şimdilerde özgüvensiz olmaya pek de hakkımız ve halimiz yok gibi.

@everpeachy

Important! you don‘t have to do this everyday! It‘s all about balance🤍 #thatgirl #morningroutine #fyp #selfcare #healthylifestyle

♬ this is what falling in love feels like – JVKE

Sabah 5’te kalkıp yogamı yaptıktan sonra matcha latte’mi güneş alan balkonumda oturarak ve podcast dinleyerek başlattım. Sonrasında köpeğimi yürüyüşe çıkartıp şükran günlüğüme bugün neler için şükredeceğimi yazdım. Beş dakikalık ufak bir meditasyondan sonra oturup biraz işlerimi halletmeye hazırdım. İki saatlik derin odak çalışmamdan sonra arkadaşlarımla öğle yemeği arasında buluşup glütensiz makarna yedik. Akşama ise günlüğüme ileriki hedeflerim için yapmam gerekenleri listeledim ve günü aletli pilates dersimle tamamladım. Her gün hedeflerime bir adım daha yaklaşıyorum ve gençliğimin baharında o “mükemmel” kadın olacağım. Buna ulaşana kadar asla durmayacağım ve ulaştığımda da bunu sürdüreceğim.

Ne tuhaf değil mi? Sokaktan geçen insan, okuldaki herhangi bir kişi, bir iş arkadaşı veya bir akran… Onları örnek almak, “bak o kadın bunları başardı” derken kendimizi heyecanlarımız ve hırslarımızla sıfırlamak. Daha kötüsü, ideale ulaşmanın hayaliyle gerçekliğin asla bir olamayacak olması…

Kendini sevme trendi çok uzun zamandır buralardaydı. RuPaul’un o ünlü vaazini tekrardan hatırlayalım “Kendini sevemezsen, bir başkasını nasıl sevebilirsin ki?”. “O kız” evreni de aslında aynı altyapıdan geliyor diyebiliriz. 2021’de TikTok’ta yeni yıl dilekleri arasında trend olarak başlıyor hayatına. Bir araya gelmenin büyüleyici etkisinden olsa gerek herkes ilk çıktığı videodan bir şekilde etkileniyor videodaki pek çok şey arasından özellikle “that girl” ibaresini çekerek benimsiyor. Kendi videolarında aynı durumu, “o kadın” olma halini bahsetmek üzerine tekrardan kullanmaya başlıyor.

https://www.tiktok.com/@urfavadv1cepage/video/6912776433475652865?referer_url=https%3A%2F%2Fthetab.com%2F&referer_video_id=6912776433475652865&refer=embed&referer_url=https://thetab.com/uk/2021/04/21/ok-so-what-actually-is-the-that-girl-vibe-everyone-is-trying-do-on-tiktok-202917

Aslına bakarsanız kafamızda bir arketip oluşturan bu trend Nisan 2021’de TikTok ve dolayısıyla internet dünyasının çok büyük bir kısmını kaplamaya başlıyor. Yani bizim internet yine yapacağını yapıyor ve sonuç “that girl” oluyor. Peki bu trend nasıl bir trend? Kendini o kadar seviyorsun ki, bütün önceliğin kendini daha iyiye götürmek oluyor; kendine iyi bakmak, sporu aksatmamak, matcha içmek 🙂 (Taktık matcha’ya…) Yani şu 2000’lerin ünlü “it girl” lerinden farklı olarak başkaları için değil kendileri için havalı olmayı seçen ama bir yandan da “it girl” kadar sosyal hayatı olmasa bile daha verimli bir hayat sürmeye çalışan birisi “o kadın”. Gossip Girl’in Serena’sı ve Sex and the City’nin Carrie’si bir “that girl” ile tanışacak olsaydı “that girl” onlara “Ah canım, benim arkadaşlarımla buluştuğum günler bellidir. Mesela asla çarşamba geceleri çıkmam çünkü o gün evde kendimle kalmayı tercih ederim” derdi.

@ririlovesroses

who will win? ( Fake body!) #fyp #fypシ #viral #foryoupage #foryou #itgirl #itgirlaesthetic #itgirllifestyle #thatgirl #thatgirlaesthetic #thatgirllifestyle

♬ original sound – bestspedup

2000’lerin alışılagelmiş rahat ve çılgın hali pek de yok bu yeni trendde. Daha sakin ve dingin olmayı hayal ediyor ve huzuru bulmamızı temenni ediyor daha çok. Sadece kendin için çalıştığın ve her ufak adımın seni daha iyiye götüreceğine inandığın bir akım bu. Sadece akım diye inanmıyorsun tabii ki de. “O kız” olacaksan yaptığın her şeyin senin için derinden anlamlı olması ve sana fayda sağlaması gerekiyor. Hayatını, sadece işini gücünü değil sosyal yaşamını bile (evet, bu çok zor biliyoruz) bir dengeye oturtmuş olan bu kadınlar hayatlarında yaratmış oldukları, düzen, istikrar ve tertibi birazcık da estetik kaygıyla bizlere sergiliyorlar. Fakat durum böyle olunca aslında kendine değil gelecekteki vücuduna çalışıyor insan. Buradaki asıl dayanak nedir peki? Özgüven. Tüm dünyaları ele geçireceğine kadar kendine inanmak. Fakat kendini daha iyi yerlere getirmeye ve ideale ulaşmaya çalışırken bunun için bunca çabaya rağmen o “makbul” olana sahip olamamanın vücuda ve akla çektirdiği hüsrana ne demeli? O zaman elimizdeki bir özgüven mi yoksa “gerçek olana kadar sahtesini kullan” gibi bir uğraş mı? Kendine verimliliğiyle değer biçmeyen it girl her ne kadar kalbimizi zaman zaman çok kırmış olsa da “that girl” kadar davranışlarına takıntılı olmamakla birlikte daha özgür ve özgüvenliydi sanki… Özgüvene karşı olan bu baskı hissettirdiği gibi en başından beri başımızda değildi aslında. Özgüven bir tarikat haline çok daha yavaş bir süreçten geçerek geldi.

2000’lerden başlayan bu “güçlenme”ye odaklanma hali kendine “o kadın” imajı üzerinden bir vücut bulmuş, artık bağımsız bir şekilde o Instagram senin şu TikTok benim geziyor hale gelmiş durumda. Bahsettiğimiz güçlenme hali ise kapitalizmin sırtımıza yüklediği başka bir kültürü hatırlatıyor bize: “koşuşturma kültürü”. ‘‘Haydi yapabilirsin, güç sende, pes etmek yok’’ ve benzeri cümlelerle kendimizi işgücü ve türlü sermayeye “yeterli” hale getirmeye çalıştığımız yetmezmiş gibi bunları zihnimizi ve bedenimizi sevdiğimiz için yapıyormuşuza getiriliyor konu.

Hiçbir anın “boş” kalarak harcanmaması gerektiği arzusu… Uyandığımız andan itibaren fayda sağlayacak bir şeylerle uğraşıyor olmamız bir yana uyku bile bizim hayata karşı verim ve enerjimizi yükseltmeye yönelik bir iş haline geliyor. Film izlemenin bile bir “iş” olduğu bu dünyada yapılan her adım yapay bir kendini gerçekleştirmeye ulaşırken keyifli vakit geçirmek adına süslü takvimimize yerleştirdiğimiz etkinlikler gerçekten dinlendirici oluyor mu bizim için?  İşte “o kadın” dengeyi sağlayan kadındır diyoruz kendimize. O kadın hem eğleniyor hem de kaliteli vakit geçiriyor. Herkese ve en başta kendisine vakti olan “o kadın” sosyal hayatını da işlerinin arasına yerleştiriyor. Aynı kuralcı anne-babalar gibi kendi kendimize, “Ben sana bunları yaptırıyorum ama ileride bana şükredeceksin” demek için. Bunu yaparken feminizm ve buna benzer kapsayıcı söylemleri baştan yaratan markalar da bizi “that girl” halimize ulaştırmak için hakikaten çok çaba harcıyorlar! İki sosyolog Shani Orgad ve Rosalind Gill tüm bu yaşananlara kitaplarına da koydukları isim olan “özgüven kültürü” diyorlar.

Bu iki sosyoloğun dediğine göre cinsiyet kimlikleri, ırk ve sınıfsal ayrımların derinleştiği dönemlerde şiddetle “kendimize güvenmeye çağrılıyoruz” ve bunu yapamadıkça cezalandırılıyoruz. Çünkü kim olursak, nasıl görünüp, konuşup veya nerede durursak duralım, biz özgüvenli olursak tüm sıkıntılarımız çözülecek veya en kötü haliyle herhangi bir şey bizi üzemeyecek. Ne kadar basit değil mi? Reklamlar ve bunun gibi alanlarda yaratılan söylemler üzerinden kendimize güvenmek zorunda bırakılmamız ise neoliberal kurumların üstümüzde kurduğu bir çeşit baskı oluyor. “İstediğin işi alamadın mı? Biraz özgüvenli ol ve fırsatların önüne serpildiğini gör. Hatta şirketindeki cam tavanı kırmaya hazır ol. Çünkü bu özgüvenle parlayacaksın tatlım!” Sanki özgüven ve bu hayat düzeni üzerimize girdiğimiz çelik bir yelek gibi mucizeler yaratıp üstümüze atılan kurşunları bir şekilde geri püskürtmemize yardımcı olacak gibi.

@emalygisell

Everyday looks different for me ✨ #fyp #thatgirlaesthetic #thatgirl#healthylifestyle#morningroutine #fitness #motivation #productivity

♬ yo voy x Gasolina by Altegomusic – ALTÉGO

Kendine güvenen kadın olarak tanımladığımız kişi bir “that girl” veya geçmişten gelen benzer bir tabirle “it girl” olarak karşımıza çıkıyor. “That girl” dışarıdan bir bakış aslında. Yaşam rutinine onun gösterdiği gözlükten baktığımız ve sadece onun anlattığı kadarını dinleyebildiğimiz bir hayat bu aslında. Dışarıdan o imrenerek baktığımız “ideal”, karşımızda aynı reklamlar gibi oynarken aklımıza John Berger’in görme biçimleri geliyor yine. Hayatımıza kapitalist yaşam ve medyanın ortaya çıkışıyla giren reklam sosyal dinamiklerden beslenen bir unsurken yegane amacı aslında bizi kıskandırmak oluyor Berger’e göre.

Televizyonda yayınlanan Görme Biçimleri isimli programdaki konuşmalarının derlemesi olan bu kitapta John Berger, eski dönemlerin yağlıboya tablolarından süregelen varlık kanıtlama arzusunun reklamlar eşliğinde hâlâ varlığını nasıl sürdürdüğünden bahsediyor. Berger’e göre reklamlar tamamen yağlıboyaların devamı asla olamayacaktır ve sadece onların bir tür can çekişmesidir. Sosyal medyayla birlikte metalaşan yaşam ve kimliklerimizle birlikte yayınladığımız her anımızla bir nevi reklam öznesi haline gelişimiz ise bu birtakım şeyler ve yetilere “sahip” olmayı kutlayışımızı çok daha bireysel ve ulaşılır yapıyor. Bu durumda bir şeylere sahip olamayanların en önemli eksiğiyse yine “özgüven” oluyor. “Ah sev kendini, kendine güven, kendine güvenirsen her şeye göğüs gerebilirsin”. “O kız” trendi ise bize asla kimsede yüzde yüz tamamlanmış olamayacak bir şeyin hasretini yaşattırıyor: işte yine o özgüven! Burada Berger’in anlattıklarına tekrar dönecek olursak kendisi reklamların her daim huzursuzluk üzerine çalıştığından bahseder. Bu huzursuzluk öyle bir huzursuzluktur ki sahip olamadığımız o noksanlıktan kurtulmak için bizi harekete geçirmeye iter.

Kimilerine göre gereksiz, kimilerine göre yapmacık, kimilerine göre sosyal medyanın en masum ve en motive edici trendi “that girl” yani “o kız” trendi ciddi tartışmalara yol açtı. Bazıları oldukça toksik bulurken bazıları da kendisini daha iyi hale getirmek için bunu bir hedef haline getirdi. Tüm dertlerimiz sabah erken kalkıp yürüyüşe çıkınca toz olup gidecek miydi gerçekten? Öte yandan videolara şöyle bir göz atacak olursanız “özgüven tarikatı”yla birlikte “o kız”ın da ne kadar büyük bir sınıfsal ayrımı içerisinde barındırdığını göreceksiniz. Tertemiz odaların içinde inci gibi parlayan macbook’lar… Özellikle bakım ürünleri gibi oldukça tuzlu harcamaların hedefe varmak için kullanılması gereken araçlar haline gelmesi bu trendi biraz daha problematik bir alana sokuyor. Her şeye rağmen bembeyaz odalarda toplanan yatak örtüleri görmek bizi tatmin edemiyor olamaz… Bu yüzden biz çekimser kalıyoruz…