2023 beklentilerimiz ve yılın o vakti: Barbenheimer

Şüphesiz ki 2023, beklentiler anlamında epey tuhaf bir yıl oldu ve olmaya da devam ediyor. Mevcut halimizden daha iyisini bekleyenlerin çoğunlukta olduğuna yemin edebilirim hatta basit bir sokak röportajı ile de kanıtlayabilirim. Sinemaya gelecek olursak 2023’ün en beklenen iki filmi Barbie ve Oppenheimer, aynı hafta sonu vizyona girerek, pandemi ve dijital platformların dominasyonundan sonra ölen sinemayı diriltmeye geliyorlar. Aynı gün vizyona girmeleri haricinde hiçbir ortak yanı bulunmayan bu iki film sadece stüdyo savaşları yüzünden haftalardır sosyal medyada aynı bağlamda konuşuluyor. Tabii ki biz de geri kalmayıp nam-ı diğer “Barbenheimer”ı bu bağlamda konuşacağız.

Barbie bir Greta Gerwig filmi olup Margot Robbie ve Ryan Gosling’i başrollerinde buluştururken, Oppenheimer’ın “iddialılar iddialısı” Christopher Nolan’ın, başrole Cillian Murphy’i kadrosuna da birbirinden ünlü isimleri koyduğu iki farklı yapım olduğunu hatırlatayım. “Barbenheimer”ın filmler henüz vizyona girmeden yaptığı agresif PR çalışması Amerika’da önce yazarların sonra da oyuncuların büyük çapta greve gitmesiyle bıçak gibi kesildi. Hollywood’un görkemli zamanlarının bu iki filmle sonlanması ve Amerika’nın 20’lerde olduğu gibi Büyük Buhran’a girme arifesinde olduğunu söyleyenler de var. Kendimizi bütün bu konuşmalardan uzaklaşarak filmlere dönersek izleme sıramla da denk düşürüp söze Barbie ile başlamak isterim.

Barbie, her şeyden önce seyir zevki çok yüksek bir film, buna kimsenin itirazı olmaz herhalde. Karşımızda çok yetenekli bir oyuncu kadrosu, zekice hazırlanmış prodüksiyon tasarımı ve müzikleri ile coşkun pembeleriyle tam 114 dakika var. Ancak işler ciddiye binince hakkında iyi şeyler söylemekte zorlanıyoruz. Öncelikle Greta Gerwig’in, Noah Baumbach ile beraber yazdığı senaryodan kesinlikle çok zeki diyaloglar ve bir hikaye beklerdik. Maalesef “Barbie’nin bağımsız – feminist ellerden çıkma bir filmi olsa nasıl olurdu”nun ötesine geçemeyen bir fikri var. Diyaloglar ise yer yer fena olmayan bir Twitter flood’u tadı veriyor. Bununla beraber özellikle kadın bedeniyle ilgili oldukça tartışmalı bir tarihe sahip Barbie’yi bu anlamda tartışmaların ötesine götüremiyor ve yaptığı eleştiri oldukça cılız kalıyor. Greta Hanım’ın işin eğlencesinde olduğu kesin ama biz kendisinden biraz daha fazlasını bekliyorduk. Barbie’nin PR çalışmasında kendine nasıl bu kadar fazla yer bulduğunu filmi izledikten sonra daha iyi anlamış oldum. Filmin kendisi değil de Barbie’nin bir ürün olarak içerik açısından bereketli olduğu gerçeği yüzümüze çarpıyor. Bu da filmi eleştirmeyi hedeflediği çarkın içine sokuyor aslında. Kanımca bunu önümüzdeki günlerde daha iyi anlayacağız.

Oppenheimer’a gelirsek film, Robert Oppenheimer’ın hayatını ve hayatının en önemli odağı atom bombasının keşfini anlatıyor. Hikayesinden de anlayacağınız üzere film oldukça ciddi ve tabii ki Nolan’ın her filmi gibi kendisini de oldukça ciddiye alıyor. Bu ciddiye alışı Cristopher Nolan’ın filmi, Imax – 65 mm büyük format kombinasyonuyla çekmesinden anlıyoruz. Tenet faciasından sonra Nolan için bir “comeback” olur mu emin olamıyorum ama 180 dakikalık uzun süresiyle neredeyse tamamı diyalogla geçen bir filmi heyecanlı denebilecek bir seyirle tamamlıyoruz. Görüntü yönetmenliğine dair de gösterişsiz ve iyi bir iş çıkardığını söylemek mümkün. Ancak kadın karakterlerin kötü yazımı, kurgunun bazı yerlerde gerçekten kötü olması gibi bazı alanlarda film ne yazık ki tökezliyor. Filmin benim için en çalışmayan kısmı Robert Oppenheimer’ın biyografisini anlatıp gerçek bir karakter yaratamaması oldu. Bu kadar uzun bir süre içerisinde hikaye için de çok kritik olan bu iç hesaplaşmaları ne yazık ki göremiyoruz.

Barbie, özellikle kadının toplumsal yeriyle ilgili ve bir çok anlamda da tartışmalı bir figür, Oppenheimer’a gelirsek, yaptığı keşifle, özellikle vicdani anlamda yine çok tartışmalı bir bilim insanı. Bu güzel tesadüfleriyle iki filme de dönüp baktığımız zaman, bu tartışmaları başka boyuta taşımalarını beklerken, bu beklentileri karşılamadıklarını görüyoruz. Beklentilerimizin bir nebze olsun karşılanmasını dilediğimiz bir düzlemde, her şeye rağmen bu iki filmin sinemayı kurtarmasını dileyerek, yazımı yine bir beklentiyle noktalıyorum.