
Dünya yanarken Gilmore Girls izlemek
Muhtemelen şu zamanda kendiniz için yapabileceğiniz en iyi şey…
Uzaklarda, çok uzaklarda, Şirinler Köyü’nden hallice bir kasaba varmış. Stars Hallow adlı bu pasta kreması kıvamındaki kasabada herkes öyle bir refah içerisinde yaşarmış ki evlerinin kapılarını kilitlemeye bile ihtiyaç duymazlarmış. Üstelik herkes birbiriyle dostmuş. Aslında kocaman bir ev gibiymiş Stars Hallow. Yani bir anda yan komşunuzu evinizde, sizin makinenizde donlarını yıkarken görürseniz şaşırmamanız gerekirmiş; çünkü orası biraz da onun evi sayılırmış. Bu neredeyse kurtarılmış bölgede, kararlar da ortaklaşa alınırmış. Kasaba halkı bir araya gelirmiş, tek bir çivi çakılacaksa bile buna oy birliğiyle karar verirlermiş. Arada kasaba heyetinin başındaki Taylor Doose, hiç olmadık fikirler ortaya atmaya çalışırmış ama babacanlığına güvendiklerinden, ”Deli bu” der geçerlermiş.
İnsanı iyi olduğu gibi, doğası da iyiymiş… Yeşilliklerle çevrili, yalıtılmış; yazları sıcak ve sevimli, kışları kar yağışlı ama yine sevimli bir yer. Hatta evet, tam da kar kürelerinin içerisinde görebileceğiniz cinsten bir kasaba bu. Hem de büyük şehirlere, mesela New York’a bir saat falan uzaklıkta. Atla otobüse, gir o keşmekeşe. Ay yoruldum bu kalabalıktan dersen de dön hemen evine.
İşte sosyologların rüyası, krizler çağının ütopyası olan bu masalsı yerde geçiyor Gilmore Girls. Burada sadece varoluşsal krizlere yer var ki onların bile en acılısı maksimum 24 saat sürüyor.
Annenizi arayın ve özür dileyin
Adları aynı olan bir anne-kızın hikayesi Gilmore Girls. Kardeş gibi, arkadaş gibi büyümüş bir anne-kız. Hatta kızın ergenliğinin en koyu olduğu dönemde bile itişip kakışmıyorlar. Çünkü her şeyden önce birer sırdaş ve arkadaşlar. (Şimdi annenize çektirdiğiniz her şey için pişman olun.)
Anne Lorelai Gilmore, 30’lu yaşlarında; daha sonraları gönlünü kaptırdığı Luke Danes’in de söyleyeceği üzere, ”çizgi film karakteri” gibi bir tip. Hayattan her koşulda keyif almanın yollarını buluyor. Kızı Rory’yi 16 yaşındayken, bir gençlik hatası sonucu doğurmuş. Bu arada ”Rory” diyoruz ama onun adı da Lorelai. ”Erkekler hep oğullarına kendi adlarını veriyorlar, şanları yürüsün diye, kadınlar niye vermeyecekmiş” demiş ve kızının adının Lorelai olmasına karar vermiş. Babadan oğula değil de anadan kıza yani. Rory annesine göre daha sakin. Çok da çalışkan. Annesi etrafında bağıra çağıra, hoplaya zıplaya dolaşsa da kendini derslerine vermeyi çok iyi beceriyor. Rory’nin babası ise hikayede var ama söz sahibi değil. O da çılgın liselinin tekiymiş neticede o zamanlar. Lorelai onunla evlenmeyi hiç düşünmemiş. Daha doğrusu sırf ailesi zorunlu tuttuğu için evlenmek istememiş. Çocuğumu ben büyütürüm deyip evi terk edivermiş. Bu arada Rory’nin babası çok yakışıklı bir golden boy. Zaten ara ara gelip Lorelai’ın aklını başından alıyor…
Evet, ta o yaşta çocuğunu kendi imkanlarıyla büyütmeye karar veren bağımsız bir kadın. Çalışmış etmiş, çok zor şartlarda hayatını kurmuş, ekmeğini taştan çıkarmış bir emekçi. Ama çok çok çok zengin bir aileden geliyor. Bu çok önemli bir detay. Hikayeye hareket imkanı sağlıyor çünkü. Mesela kızını özel okula göndermek istediğinde ya da kendi otelini kurmak istediğinde, yani kısacası normal şartlarda hayal etmeye bile cesaret edemeyeceği kararları uygulamada, süngüsünü düşürüyor ve hemen anne-babasına sığınıveriyor. Ki bu da aslında iyi bir şey. Yani biz izleyici için iyi bir şey çünkü gerçekten Lorelai’ın hayalleri gerçekleşsin ve bu ütopyanın üstüne kara bulutlar çökmesin istiyoruz. Yine biz faniler gibi kredi peşinde koşuyor, parasız kalıp (sadece bir bölüm) öyle çok da parasını çarçur etmemek için dışarıdan yemek söylemek yerine kendi yapıyor…
Bırakın kendinizi Gilmore Girls’ün kollarına
Bu dizideki tek vahşi şey, Rory’nin liseden arkadaşı Paris. Herhalde dizideki yüksek doz minnoşluğu dengelemek istemişler de tüm gaddarlığı bu karaktere yüklemişler gibi. Söylediği her söz sert bir tokat gibi. Televizyon tarihinde yaratılmış en matrak karakterlerden biri olabilir Paris. Hırsıyla yanıp tutuşuyor olsa da, empatisi yerlerde olsa da ve dizideki diğer karakterlerin aksine hiç sıcak yürekli olmasa da dandun sözleriyle sizi peşine takıveriyor. Asla gerçek hayatta arkadaş olmak istemeyeceğiniz bir tip.
Her bir detayıyla, karakteriyle ayrı ayrı analizi hak ediyor dizi. Gerçi 2020 şartlarında gözden geçirildiğinde büyük eksikleri olan bir dizi. Bilhassa temsiliyet açısından. Ayrıca kapitalizmle de fena yıkanmış kafalar. Kusursuz bir kariyer kadını gibi yetiştirilen Rory, bu açıdan sinir bozuyor ama neyse ki son sezonda bunu da düzeltmişler. Gerçek insan dertleriyle karşılaşır gibi oluyor mesleki konularda. Ama ”gibi” yani. Ne gerek vardıysa… Zaten masal gibi bir şey izliyorsa, alıp yürüseydi kariyer basamaklarında. Gerçi kötü bir gazeteci/yazar olduğunu gördük hepimiz. Logan’ın babası çok haklı. Başka bir iş yapsa daha iyiydi ya…
Issız adam nereden çıktı şimdi?!
Anlayacağınız, karlı bir günde, dumanı tüten sıcak bir çikolata gibi aslında Gilmore Girls. İklim krizi, pandemi, inip-çıkan dolar, deprem, aşı, İslami terör; artık aklınızda hangi kaygı varsa sizi hepsinden uzaklaştırıp bir tür simülasyonun içine alıyor, kollarında sallayarak yatıştırıyor. Dışarısı yangın yeri olabilir. Ama Stars Hallow’da riske, tehlikeye geçit yok! Animasyonlar hatta çocuk filmleri bile Gilmore Girls’ten daha acımasız olabiliyor, Gilmore Girls ise asla gerçek olamayacak bir hayal kurduruyor. 2000’lerin başında dahi öyleydi ki 2020 itibariyle bambaşka bir hal aldı.
Gerçeklerle örselenmekten yorulduysanız, günde birkaç doz Gilmore Girls almak, akıl sağlınızı korumayacaktır elbette ama hızlı ve acılı delirmenizde size tatlı bir uyuşukluk sağlayacaktır. Şu neydi Issız Adam’daki söz; karın altında tatlı tatlı uyuyorsun ama ölüyorsun muydu? Hah işte öyle bir şey işte… Tabii ölmüyorsunuz da, acıyı fark etmiyorsunuz; artık sebebi her ne ise…
Yine de Gilmore Girls’ü izlerken biraz suçluluk duyuyor insan.
Mesela bir anda aklınızda, pandemi zamanında Stars Hallow nasıl olurdu gibisinden bir soru çakıveriyor. Kendinizi bir anda oraya virüs taşırken buluveriyorsunuz. O güzel insanlar maskelerin arkasında…