
En ‘sayko’ hislerimizle dadanıyoruz: Bir Jodie Comer biyografisi
Killing Eve’in ikonik psikopatı Villanelle’e hayat verme biçimiyle, bizi karakterle toksik bir ilişki içine sokan Jodie Comer, yeteneğiyle bu genç yaşında hepimizi peşine takıyor. Kendine has bir şekilde, herhangi bir duygudan diğerine geçişi neredeyse milisaniyelere indirebilen Comer, hakkında konuşulmayı da övülmeyi de sonuna kadar hak ediyor. Geçen sene olduğu gibi bu sene de Villanelle rolüyle Altın Küre ödüllerinden bir adaylık kaptı kendisi. Olivia Colman, Sarah Paulson, Emma Corrin ve de Laura Linney gibi isimlerin arasından sıyrılır mı bilemiyoruz ama sıyrılsa da pek sürpriz olmaz gibi…
Henüz 28 yaşında olan Comer, şimdiden kendisiyle birlikte çalışan meslektaşlarını, yönetmenleri ve tabii ki ekran başında bizleri kaliteli oyunculuğuyla kendine hayran bırakıyor. Bu genç yeteneğin kariyerini anlatmaya başlamadan önce biraz özel hayatından bahsedelim, kendisini tanıyalım önce. Liverpool’da doğan Comer, eğitim hayatının tamamını bu şehirde geçiriyor. Lisedeyken de arkadaşlarıyla birlikte bir dans grubu kuruyorlar ve yarışmalara katılmaya başlıyorlar. Ama önemli bir yetenek yarışmasına katılacakları gün Comer, ailesiyle birlikte tatile gidiyor ve bu sebeple dans grubundan atılıyor. Tatilden dönünce ise tek başına bu yarışmaya katılmaya karar veriyor. Dans etmiyor onun yerine bir monolog sahneliyor. Böylece oyunculuk yeteneğiyle dikkat çekiyor ve drama öğretmenlerinden biri Jodie’yi BBC Radio 4’daki bir oyunun seçmelerine yolluyor. Dans grubuyla yarışmaya katılmak yerine gittiği tatil kendisine epey yarıyor yani. Bu oyunda da performansı beğeniliyor ve rol arkadaşları kendisini, “neden bir oyunculuk kariyeri düşünmüyorsun?” diyerek bir ajansa kaydolması için teşvik ediyorlar. Bunun üzerine bir ajansa kaydolup seçmeleri takip ettiği sıralarda da geçici olarak bir barda ve de İngiltere’nin en büyük süpermarket zincirlerinden birinde çalışıyor. Bu arada ailesine oldukça bağlıymış Comer, yaşıtlarının aksine 18’inden sonra evden ayrılıp kendi yoluna gitmemiş. Genç oyuncu bu bahsettiğimiz süreçler boyunca ailesiyle kalıyor. Hatta hâlâ annesi, babası ve erkek kardeşiyle birlikte Liverpool’da yaşıyor. Bir röportajında bu durum sorulunca da, aksini düşünemediğini söylüyor.
Ve televizyondaki ilk işini 2008 yılında alıyor Jodie. The Royal Today isimli bir hastane dizisinde bir bölüm oynuyor. Ardından 2013 yılına kadar Waterloo Road, Doctors, Law & Order: UK, Silent Witness gibi dizilerde, genelde bir-iki bölümlük ufak rollerde görüyoruz kendisini. İlk dikkat çekici yapımı ise My Mad Fat Diary oluyor. Jodie, bu dizide başrol Rae’nin çocukluk arkadaşı olan Chloe karakterini canlandırıyor.
1996 yılında geçen My Mad Fat Diary, Rae Earl’in kişisel günlüklerinden yola çıkarak yazdığı romanından uyarlanan bir dizi. Eğlenceli bir gençlik draması olarak nitelendirebileceğimiz bu dizide oynarken Jodie daha 20 yaşında. Dizi beğenilince Jodie’nin performansı da dikkat çekiyor ve alkış topluyor. Daha sonra, ülkemizde Sadakatsiz ismiyle uyarlanan ve epey ses getiren Doktor Foster dizisinin pek sevilmeyen karakteri Kate Parks’a hayat veriyor. Comer, BBC One’da yayınlanan bu dram dizisinde Suranne Jones ve Bertie Carvel’e eşlik ediyor. Gemma isimli bir doktorun, kocasının kendisini aldatmasından şüphelenmesiyle başlayan ve izleyenleri derin güven problemlerinin kucağına atan olayları anlatıyor Doctor Foster. Suranne Jones buradaki performansıyla Bafta kazanıyor, Jodie ise ismini duyuruyor yavaştan.
2016 yılına geldiğimizde ise Comer, Thirteen isimli mini dizide 13 yıl boyunca esir tutulan bir genç kadın olan Iyv’i, meşhur seri katil John Cristie’nin hayatının anlatıldığı Rillington Place’da ise Berly Evans karakterini canlandırıyor. Bu iki rolüyle drama konusundaki yeteneğini artık iyice göstermeye başlıyor. Özellikle bizimle bir iletişim aracı olarak kullandığı gözleriyle oynuyor her sahneyi. Böylelikle tüm duygu yüklü anların altından rahatlıkla kalkıyor. Ve Thirteen’deki performansıyla En İyi Kadın Oyuncu dalındaki ilk Bafta adaylığını alıyor. Bu adaylıktan eli boş dönse de bu ödül töreni Jodie için bir milat oluyor diyebiliriz. Çünkü bu ödül töreninin ardından yapılan partide kendisine nice ödüller ve adaylıklar kazandıracak olan Killing Eve dizisinde yer almasına aracı olacak kişiyle yani Phoebe Waller-Bridge ile tanışıyor. Phoebe de o yıl, Fleabag ile komedi dalında en iyi kadın oyuncu ödülünü kucaklıyor. İlerleyen yıllarda verdiği bir röportajda Jodie, Phoebe ile ilk tanıştıklarında ikisinin de sarhoş olduğunu söylüyor. Bir Fleabag hayranı olarak elinde Bafta’sıyla oturan Phoebe’nin karşısında pek dirayetli duramamış tabi, yanına gitmiş hemen. O geceki konuşmalarını pek hatırlamadığı için utanç duysa da bir şekilde Phoebe’yi etkilemeyi başarmış olacak ki, tanışmalarından birkaç ay sonra Killing Eve için seçmelere çağrılmış Jodie.
Killing Eve öncesi, Jodie çoğu başarılı İngiliz oyuncu gibi, İngiliz kraliyet ailesine mensup tarihi bir karakteri genç yaşında canlandırma fırsatı yakalıyor. Hakkında devamlı olarak filmlerin, dizilerin, kitapların yazıldığı meşhur VII. Henry döneminin anlatıldığı bir yapımda yer alıyor. Starz’ın The White Princess isimli bu mini dizisinde Yorklu Elizabeth’e hayat veriyor Comer. Yine bir Starz dizisi olan The White Queen’in bıraktığı yerden kraliyetteki durumu anlatmaya devam ediyor The White Princess. Görmeye alıştığımızın aksine ışık tuttuğu dönemi, kraliyette sözü geçen etkili kadınların perspektifinden anlatmasıyla dikkat çekiyor bu diziler. The White Princess, öncüsü kadar olmasa da yine de alkışları topluyor. Neyse, biz Jodie’ye dönelim. Ne demiştik, Yorklu prenses Elizabeth… Elizabeth’in içinde bulunduğu durum o kadar karışık ki, dolayısıyla zaten karakterin kendisi yoğun, karmakarışık duygular içerisinde. Jodie de neredeyse kendisiyle yaşıt olan ve büyük sorumluluklar altında ezilen bir kraliçeyi olabilecek en iyi şekilde canlandırıyor. Özellikle final bölümünde nice tecrübeli oyuncuya taş çıkartan bir performans sergiliyor, Elizabeth’den hem nefret etmemizi hem de kendisine üzülmemizi sağlıyor.
Ve gelelim kariyerinin dönüm noktası olan Villanelle rolüne…
Luke Jennings’in Codename: Villanelle isimli romanından Phoebe Waller-Bridge öncülüğünde diziye uyarlanan Killing Eve dizisi, bir MI5 ajanı olan Eve Polastri’nin gizemli Rus suikastçısı Villanelle’in peşine düşmesini anlatıyor. Ajan, suikastçı laflarına aldanıp diziyi polisiye sanmayın ama. Evet, o tür de ilk sezonda biraz hissedilse de dizi bol kara mizahlı bir dram aslında. Ve macera… Ve suç… Yani, kalıplara sığmıyor diyelim biz. Kendine has karakterleriyle ve müthiş oyunculuklarıyla ilk bölümlerinden itibaren içine çekiyor izleyenleri. Bir kovalamaca olarak başlayan bu hikayede roller sık sık değişiyor, iyi-kötü çizgisi belirsiz ve de bol ters köşeli. Kara mizah dedik, Phoebe’nin kaleminin en çok hissedildiği yerler bu kısımlar tabii ki.
Yaptığı bu ince dokunuşlarla amansız bir psikopat olan Villanelle’i, soğukkanlılığın sözlük karşılığı olan Carolyn’i, evinde kocasıyla birlikte tavuk besleyen kendi halindeki Eve’i tekdüzelikten kurtarıp sevilesi ve de öngörülemez karakterlere dönüştürüyor Phoebe. Tüm bu sebeplerden ötürü, Jodie’nin hayat verdiği Villanelle de çok yönlü bir karakter oluveriyor. Ve Jodie, Villanelle’in bu renkli kişiliği sayesinde kendini gösterme fırsatı yakalıyor. Villanelle’in saniyeler içinde yaşadığı duygu durum değişiklerini o kadar gerçek canlandırıyor ki bu dengesiz halleri hiç sırıtmıyor. Ayrıca Jodie, Villanelle’in konuştuğu hiçbir dili konuşamamasına rağmen bizi konuştuğuna inandırıyor. Gerçekte İngiliz aksanına sahip olsa da, İskoç, Rus, Amerikan aksanlarında da gayet iyi olduğunu gösteriyor bize. Hatta kendisi çoğunlukla bu diziyle tanındığı için gerçek sesini ve aksanını duyduğunda insanlar ufak bir şok yaşıyor(muş). Eve’e harika bir şekilde hayat veren Sandra Oh ile verdikleri bir röportajda, Killing Eve’de birlikte çalıştıkları birinin yolda karşılaştıklarında Jodie’yi tanıyamadıklarını anlatıyorlar. Ama Killing Eve’de üç sezonu geride bıraktık, tanınırlığı oldukça artan Comer ile ilgili bu karışıklıkların artık pek yaşanmadığını tahmin edebiliriz. Yani, yaşanmasın değil mi… Bu arada Killing Eve’in dördüncü sezonunun çekimleri geçtiğimiz yıl ertelendi, birkaç hafta önce de çekimlerin bu yaz başlayacağını öğrendik. Bizi ruhumuzu okşayan bir köprü sahnesinin ardından belirsizlikler içinde yapayalnız bıraktılar, meraktan çatlıyoruz…
Villanelle rolü ile Comer, 2018 yılında Bafta ve 2019 yılında Primetime Emmy ödüllerinin drama kategorilerindeki en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanıyor. Bu arada kazandığı Emmy ile bu kategoride ödül alan en genç aktris oluyor ama ertesi yıl Zendaya bu unvanı kendisinden alıyor. Killing Eve ile gördüğünüz gibi artan popülaritesi sebebiyle Jodie’nin sıkı bir hayran kitlesi oluşuyor geçen yıllar içinde. Mesela Allison P. Davis’e verdiği röportajda kullandığı parfümün Le Labo Santal 33 olduğunu söylüyor Comer. Ve röportaj yayınlandıktan sonra Santal 33 satışları patlıyor, stokları tükeniyor. Jodie’nin İngiltere’deki hayran kitlesi gerçekten tutkulu yani.
Hazır bu meselelere girmişken yine geçtiğimiz yaz hakkında çıkan bir magazin haberini de verelim size. Jodie, Killing Eve’in ilk sezonunun ardından verdiği bir röportajda uzun bir ilişkiden yeni çıktığını söylemişti. O zamandan beri de kimseyle görüntülenmedi kendisi. Ama geçtiğimiz yaz Jodie’nin, Amerikalı James Burke ile birlikte olduğu haberleri yayıldı bir fotoğrafla birlikte. Bunun üzerine James Burke hakkında didik didik araştırma yapan Jodie hayranları, Burke’un Facebook hesabında ırkçı ve de homofobik yorumlar yaptığını ve Trump’ı destekleyen paylaşımlarda bulunduğunu iddia ettiler. Bu arada Comer, Black Lives Matters hareketine destek postları paylaşıyor ve de Villanelle’in biseksüel bir karakter olması sebebiyle sık sık LGBTİ+ haklarıyla ilgili konuşuyordu. E tabii insanlar bu çelişkiden rahatsız oldular, Jodie’yi ikiyüzlü olmakla suçladılar. Birçok hayranı tarafından “cancellandı”, yani bu tutkulu hayran kitlesinde bir takım kopuşlar oldu. Açıkçası Burke’un paylaşımlarının gerçek olup olmadığı konusu hâlâ belirsiz, ama Jodie bu kadar tepki alınca mecburen bir açıklama yaptı bu konuda. Kendisinin ve erkek arkadaşının suçlandıkları şeylerin saçma olduğunu ve de kendi ruh sağlığı için bu konu ile ilgili kimseyi ikna etme çabasına girmeyeceğini söyledi. Ve hâlâ Burke ile birlikte olduğunu doğruladı. Ne diyelim ki, adı üstünde özel hayat. Kiminle birlikte olacağına da biz karar vermeyelim bir zahmet…
Jodie’nin ufukta görünen projelerine gelmeden önce, 2020’de yer aldığı bir yapım daha var. İngiliz oyun yazarı Alan Bennett’in meşhur Talking Heads’inin 12 bölümlük yeniden çekiminin bir bölümünde Lesley Manville’nin monologunu oynadı Comer. 40 dakika boyunca kameraya bakarak bir monolog sahneliyor, Jodie hayranları için bulunmaz bir nimet bu bölüm. Gözden kaçırdıysanız haber verelim.
Ve evet, artık gelecek projelere geçebiliriz. Ryan Reynolds, Taika Waititi ve Joe Keery gibi isimlerin de yer aldığı Free Guy filminde Milly ve Molotov Girl karakterlerine hayat veriyor Comer (küçük bir dedikodu: Jodie’nin, erkek arkadaşı James ile bu filmin çekimleri için gittiği Boston’da tanıştığı söyleniyor). İki karakter canlandırıyor burada çünkü film hem bir oyun dünyasında hem de gerçek dünyada geçiyor. Ryan Reynolds’un dediğine göre, Jodie’nin karakterleri son haline göre aslında oldukça basit yazılmış karakterlermiş. Ama Jodie’nin özgün mimik şölenini gördükçe, karakterlerin diyalogları çoğu sahnede yeniden yazılarak derinleştirilmiş. Ryan, Jodie için şöyle diyor: “Jodie’nin ilk üç repliğinden sonra dönüp Shawn’a (filmin yönetmeni) baktım, benim gördüğüm şeyi gördüğünden emin olmak için. Jodie, Meryl Streep gibi gerçekten milyarda bir gelen yeteneklerden biri. Oyunculuğu en kötü gününde bile benim zirvedeki halimden daha iyiydi.” Gördüğünüz gibi Ryan bizim düşüncelerimizi birkaç cümleyle toparlamış sağolsun. Tüm bu övgüler üzerine daha bir meraklandığımız Free Guy filmi, Jodie’nin izleyeceğimiz en yakın projesi gibi duruyor şimdilik. Fragmanının uzun süre önce yayınlandığı film, pandemiye takıldı. Vizyon tarihi geçtiğimiz yıldan beri sürekli erteleniyor, durduramıyoruz. Hatta oyuncu ekibi de bu belirsizlikle bir güzel dalga geçtiler.
Comer’ın Free Guy’dan sonra yer aldığı bir başka film ise Eric Jager’ın aynı isimli romanından, Matt Damon ve Ben Affleck’in katkılarıyla uyarlanan The Last Duel. Aynı zamanda filmin başrollerinden olan bu iki isme Marguerite de Carrouges karakteri ile eşlik ediyor Jodie. Çekimlerinin bir kısmı yapılmıştı, sonra her şey gibi sekteye uğradı ama yazın yine önlemlerini alarak kalan çekimleri bitirdiler. Filmin vizyon tarihi belirsiz şimdilik. Jodie bugünlerde ise, Jack Thorne’un yazdığı Help isimli televizyon filminin çekimlerinde. Başrolü Stephen Graham’la paylaşıyor burada. Film Liverpool’daki bir bakım evinde geçiyor ve buradaki bir hasta ile bir hasta bakıcı arasındaki ilişkiye, bu ilişkinin pandemi sürecindeki değişimine odaklanıyor. Yayınlanma tarihi ise yine belli değil henüz. Bu arada salgın döneminde birçok yapımda rol aldı Comer. Killing Eve çekimlerini başlatmamakta neden bu kadar ısrarcılar diye düşünebilirsiniz bu noktada (bizim gibi). Dizinin yapımcılarından birinden bir açıklama gelmişti geçtiğimiz yıl. İzleyenler bilir, Killing Eve dizisi birçok farklı ülkede çekiliyor genelde. Hikayenin bu özelliğinden vazgeçmek ya da sırf COVID-19 önlemleri dolayısıyla senaryoyu sınırlandırmak istememişler. Bu sebeple daha rahat hareket edebileceklerini umdukları yaz aylarına ertelemişler çekimleri.
Gördüğünüz gibi Comer kariyerinde emin adımlarla ve de son sürat ilerliyor. Bize de kendisini hayranlıkla izlemek, bol bol övmek düşüyor. Canlandırdığı her rolü olduğundan daha etkileyici bir hale getiren, şahane mimikleriyle içinde bulunduğu sahneleri şenlendiren, her işinde oyunculuğunu daha da geliştiren İngiliz güzel Comer’la aynı döneme denk geldiğimiz için biz kendimizi şanslı görüyoruz. Ve kendisine uzun yıllar boyunca dadanacağımızı da tahmin ediyoruz.