Sancılı vedalar, ürkütücü keşifler eşliğinde: The Last of Us ikinci sezon incelemesi
Oyun dünyasını yıllardır kasıp kavuran, hikayesiyle yürek dağlayan The Last of Us’ın HBO önderliğinde çekilen ilk bölümünün yayınlanmasının üzerinden iki sene geçti. Araya bu kadar vakit girince tüm anılarımız da silikleşecek gibi olmuştu ama Nisan ayında başlayan yeni sezonuyla beraber bu kasvetli dünyaya tekrar girmemiz çok da uzun sürmedi. Yorgun savaşçımız Joel ve hırçın ergenimiz Ellie’yi bıraktığımız yerde, güvende ama aralarında artan mesafelerle beraber bulduk. Derken daha sezonun ikinci bölümünden bize hazırladıkları büyük sürprizle (oyunu bilmeyenler için) beraber ne yapacağımızı şaşırdık. Biz şimdi ne edelim, nerelere gidelim diyor ve The Last of Us’ın ikinci sezonuna dadanıyoruz.
The Last of Us, Neil Druckmann’ın yarattığı heyecanlı, ürkütücü, dramatik post-apokaliptik evreniyle kısa sürede büyük ses getiren bir video oyunuydu. Bu oyunda Cordyceps isimli paraziter bir mantar enfeksiyonuyla canavarlaşan (zombileşen) insanlar ve bu enfeksiyondan kaçmaya çalışan insanlar vardı. Klişe bir kıyamet senaryosu gibi dursa da elbette kendine has karakterleri ve kurgusuyla öne çıkmayı başarmış ve nihayet HBO’nun da duruma el atmasıyla beraber bir TV dizisi haline gelmişti. Chernobyl dizisinin de yapımcısı olan Craig Mazin ve Druckmann’ın ortaklığıyla uyarlanan dizinin başrollerinde ise gönüllerimizin muzip prensi Pedro Pascal ve geleceği bir güneş kadar parlak olan Bella Ramsey yer alıyordu. İlk sezonda oyundan çok da uzaklaşmadan, Pascal ve Ramsey’in güçlü performansları eşliğinde bol aksiyonlu ama ayakları yere basan bir evren yaratıldı. Joel daha salgının başında kızını kaybetmiş yaralı bir baba, Ellie ise bu kıyamete doğmuş kimsesiz bir kızdı. Ve bu harika eşleşme ikili arasında koparılması zor bir bağ yarattı; tüm dünyaya karşı duran bu ‘‘baba-kız’’ hayatta kalma savaşından şimdilik galip çıkmışlardı.

Buradan sonrası yürek dağlayan bazı spoiler’lar içeriyor!
İlk sezonun sonunda Joel, kendisine emanet edilen değerli kargoyu yani Ellie’yi Fireflies’a ulaştırmayı başarmıştı. Ancak orada Ellie’nin bu mantar türüne karşı olan bağışıklılığından faydalanmak ve bir tür antidot sentezlemek için Ellie üzerinde çeşitli deneyler yapmak üzere hazırda bekleyen bilim insanları vardı. Tabii Joel bunu görünce durdu mu? Hayır. Ellie’yi kaptığı gibi neredeyse binadaki herkesi öldürüp Wyoming’e doğru yola koyuldu. Bu olaydan beş yıl sonrasında gözümüzü açtığımız ikinci sezonda ise Joel ile Ellie’i, Joel’in kardeşi Tommy’nin yanında ve güvende bulduk. Joel artık neredeyse altmışına dayanmış, Ellie ise ergenliğinin son demlerinde. Sığındıkları kasaba derseniz yok yok; sanki dışarda kıyamet kopmamış gibi herkesin bir evi var, çocuklar doğuyor, konseyler toplanıyor hatta yeni yıl kutlamaları bile yapılıyor. İnsanlar üzerinde dış dünyanın korkunç etkileri azaldıkça ise gündelik dertler baş göstermeye başlıyor. Platonik aşklar, güç gösterileri, terapi seansları, homofobik tehditler, gergin baba-kız ilişkileri… Görüyoruz ki yetişkinliğe adım atan Ellie babasının aşırı korumacı tavırlarından bıkmış ve de triplerde. Joel ise Ellie’nin hayatını kurtardığı için hiçbir pişmanlık duymasa da belli ki öldürdüğü masum insanların hayaletleri peşini bırakmamış geçen sürede.
İkinci sezonun ilk bölümüyle oldukça tatmin edici bir sezon açılışı yapıyor The Last of Us. Bize kasabayı ve yeni karakterleri tanıtıyor, olacaklara hazırlıyor ve de prodüksiyonun ne kadar iyi olduğunu yeniden hatırlatıyor. Dina karakteriyle karşımıza çıkan Isabela Merced, Jesse olarak izlediğimiz Young Mazino ve dizinin önemli karakterlerinden biri olacağına emin olduğumuz Abby’e hayat veren Kaitlyn Dever’i selamlıyoruz. Her biri birbirinden yetenekli olan bu genç isimlerin gelişiyle beraber diziye de bir tazelik geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İlk bölüm genelde sakin geçse de Ellie ve Dina’nın küçük keşfi sırasında yeni bir tür enfekteyle karşılaşınca gerim gerim geriliyoruz. Belli ki bu evrende Cordyceps enfeksiyonun daha bilmediğimiz/görmediğimiz başka mutasyonları da var ve biz her seferinde daha kötüsüyle karşı karşıya kalabiliriz. Tabii önce örgütlü insan dehşetinden kendimizi kurtarabilirsek. Dışarıda Runner’ların, Clicker’ın dışında Wolf’lar mı ararsınız, Scar’lar mı ararsınız her türlü tehlikeli grup pusuda bekliyor. Kendinizi enfektelerden arınmış bir kasabaya atsanız bile diğer gruplardan saklanmanız o kadar da kolay olmuyor.

Ve artık ne kadar ertelesek de malum olaydan bahsetmemiz gereken yerdeyiz.
Ah ah!
Bu kalp daha kaç Pedro Pascal vedası kaldırabilir bilmiyoruz. Eğer oyundan bihaberseniz sizi bir süre oturduğunuz yere çivileyecek acımasız bir son bekliyor ikinci bölümde. Meğer Joel’in Ellie’yi kaçırmak için öldürdüğü doktorlardan birinin kızı olan Abby intikam ateşiyle yanıp tutuşarak babasının katilinin peşine düşmüş yıllardır. Kendilerine Washington Liberation Front kısaca W.F.L. ismini takan bir grup militan kuvvetten olan Abby ve arkadaşları, Joel’i olabilecek en savunmasız anlardan birinde kucaklarına düşmüş olarak buluyor ve onun için hayal ettikleri korkunç sonu hazırlıyorlar. Yoğun bir kar fırtınası sırasında Joel olacaklardan habersiz bir şekilde Dina’yla beraber devriyeye çıkarken bir yandan da Joel’i arayan Abby’nin uyandırdığı enfekte sürüsü Jackson kasabasına doğru son sürat gidiyor. Hangi birine üzüleceğimizi şaşırmış bir haldeyken kararımızı Joel’den yana kullanıyor ve biricik Ellie’sinin gözleri önünde katledilen bu kahraman için yas tutuyoruz. Kahraman dediğimize bakmayın; Joel hatalarıyla, huysuzluklarıyla, verdiği yanlış kararlarıyla da hatırlayacağımız bir karakterdi ama en başından beri, Pedro Pascal’ın da etkisiyle tabii, onu her şeyiyle kabul edip sevmiştik. Ramsey ve Pascal’ın da gözlerinin dolarak yaptığı son röportajları da belki de bu yüzden bu kadar anlamlı ve de içten bulduk.

Artık Joel’in de vedasıyla birlikte The Last of Us’ın önemli bir kısmını daha bitirmiş gibi hissediyoruz. Önce Amerika’nın çeşitli yerlerinden başlayıp Salt Lake City’e, oradan da Jackson kasabasına kadar küçülen bu hikayenin bundan sonraki sayfaları Ellie için açılacak gibi duruyor. Tıpkı Abby gibi babasının katilini bulmak için yollara düşen Ellie’nin artık yetişkin olma ve karakterini inşa etme anlarına tanıklık edeceğiz. Bu vesileyle aynı zamanda bu korkunç kıyamet sonrası evrenin derinliklerini de keşfedeceğiz. Dina ile beraber başladığı bu yolculukta başına minimum bela gelmesini umsak da şu zamana kadar gördüklerimiz bizi epey korkutuyor ve tıpkı dördüncü bölümde olduğu gibi tırnak yedirtiyor. İkinci sezonun son üç bölümü kalmışken daha bizim için hazırlanan kötü sürprizlerin bitmediğine dair bir his var içimizde. Daha kötü ne olabilir demiyoruz çünkü bu gözler neler gördü neler… Son olarak oyundan habersiz olanlar için spoiler’sız, oyunu sevip gelenler için ise hayal kırıklığı yaşamadan geçen bölümler diliyor ve yazımızı bitiriyoruz.