
Kırılgan olmanın kabul edilebilirliği ve kolektif duygularımız: İdil Meşe ile yeni teklisi Yara üzerine konuştuk
Asla kayıtsız kalamadığımız biri İdil Meşe. Bireysel müzik yolculuğu, Da Poet ile projeleştirdiği Rain Lab, Oceanvs Orientalis ile çıkardığı şarkılar, Denis Köymen ile performanslar derken senelerdir İdil’in engin ses dünyasında buluşuyoruz, aynı İdil’e bambaşka merceklerden bakıyoruz. Albüme iki şarkı kala kendisini bir janra kutusuna koymaktan hoşlanmadığını söylüyor İdil, çünkü müzik onun için canının istediğini yapabildiği bir alan. Dans müziğinden akustik tınılara, trip-hop’tan derin nefesler almaya alan açan nefis yüksek perde vokallere… İdil’i hangisiyle tanırsak tanıyalım derdi aslında hep aynı: bazen çok sert bir yere dönüşebilen şu dünyada kendine iyi gelmek.
8 Eylül’de çıkan yeni teklisi Yara üzerine konuşmak için oturduğumuzda konu haliyle şarkının hikayesinden öteye taşınıyor. “Duygularımız sadece bireysel değil, hep buna inanırım” diyor İdil. “Kolektif bir duygu dünyasının parçasıyız.” Hikayelerini elinde çoğunlukla gitarı, kafasına bazen çiçekten bir taç, bazen de ev haliyle bir bandana takarak usul usul bize anlatan İdil bu sefer yaralardan bahsediyor. Hem kendi yaralarından hem de bir bakıma bizimkilerden…
İlk önce İdil’in yumuşacık sesiyle şarkının duygu dünyasının kapıları aralanıyor. Kayıplar ve kabul edişler bir sonbahar dinginliğinde karşımıza çıkıyor. Gitarın akustik tınısıyla birlikte anlıyoruz ki şimdi oturup gerçekten dinleme zamanı. Zorluklarla birlikte iyice kaotikleşen,, bazı yaraların sadece kabuklaştıktan sonra fark edildiği bu sıkıntılı dönemin ruhuna dokunuyor Yara. Bir şarkı boyunca bizi yavaşlatmayı başararak kısa süreli bir pansumana da dönüşüyor aynı zamanda.
Merhaba İdil. Yeni teklin Yara 8 Eylül’de çıktı, Bina’da da bir lansmanı oldu. Şarkı çıkışı sonrası hislerin, günlük tempon nasıl?
Konserler, çıkışın verdiği tempo derken epey yoğun gidiyor. Bir yandan da bu dönemi yoğun olacak bir şekilde ayarladım zaten. Eylül en sevdiğim ay oluyor İstanbul’da, insanların artık şehre dönmeye başladığı bir dönem. Onun için güzel, keyifli bir tempodayım şu an.
Yara’nın söz ve müziği sana ait; düzenlemesiyse Umut Çetin’den. Bu Umut ile üzerine beraber çalıştığınız ikinci şarkı aslında, daha önce de Yabani Otlar şarkısını beraber üstlenmiştiniz. Masaya oturduğunuzda ortaya nasıl bir enerji çıkıyor? Sizi tekrar beraber çalışma konusunda ne motive etti?
Umut’la Yabani Otlar üzerine çalışmaya başladığımızda pandemi zamanlarıydı. Bu durumdan dolayı çalışma metodumuz Yara’ya kıyasla biraz daha farklıydı. Genelde her şarkıma bir proje gibi bakıyorum, bir albüm üzerine düşünür gibi yaklaşıyorum. Bu şarkının ses dünyası nasıl olacak ve sözlere nasıl bir yer açacak? Umut’a gittiğimde onun da kafasında bir şeyler canlanmaya başlıyor, zaten ona genelde “Umut bunu çok iyi yapar” dediğim şarkılarla gidiyorum. Kafasının içindeki ses dünyasını çok seviyorum. Sinematik bir yaklaşımı var ve kaydı ona göre ince ince örüyor. Detaylı çalışan, iş etiği yüksek bir insan, bu açıdan birlikte çalışması çok kolay.
Yabani Otlar bizim birlikte çalışmayı denediğimiz ilk şarkıydı. Ben de prodüksiyonun sürecinde ara ara fikirlerimle dahil oldum. Vokal açısından ses aralığımız da çok uyumlu. Şarkıyı çalışırken “Ya Umut, aslında bu bir düet mi olsa?” dedim ve Yabani Otlar’ı düet şeklinde söyledik. Çok tatlı bir projeydi. Biraz da birbirimizin çalışma metodunu ve müzikal dünyasını keşfettiğimiz ve arkadaş olmaya başladığımız bir süreç oldu. Yara üzerine çalışırken Umut biraz daha özgür davrandı. Her enstrümantalist arkadaş şarkıya kendi bakış açısını ve müzikalitesini getirdi; müzisyenlere daha çok alan açtığımız bir proje oldu. Bir şarkının prodüksiyonunda çok iyi müzisyenlerle çalışabilirsin ve onlar da harika şeyler sunabilirler fakat bu bazen şarkının aşırı kalabalık olmasına yol açabilir. Fazla katman olması sözlere yeterli alan açmayabilir ya da belki duygu dünyasını baltalayabilir. Umut bu konuda hakikaten titiz davrandı. “Şarkının sözlerine, duygu dünyasına nasıl bir alan açabilirim?” hissiyatıyla yaklaştı ve bence mükemmel bir düzenleme ortaya çıktı. Şu an tabii daha deneyimli hissediyoruz. Zaten Umut iki şarkı arasında birçok prodüksiyon yaptı; Kalben ve Mabel Matiz’le de çalışmaları var. Çok iyi bir prodüktör, aynı zamanda çok iyi bir sanatçı. Keyifli bir çalışma sürecimiz oluyor.
Oldukça melankolik şarkı sözlerine sahip olan bir şarkı bu. Bu duygunun Yara’ya nazaran özel bir hikayesi var mı, ya da daha çok genel olarak hayata atfedilmiş sözler mi bunlar?
Yara, yas üzerine bir şarkı. Sözlerini köpeğimi kaybettikten sonra yazmaya başladım. Şarkıyı bir yandan da çok hastayken yazdığım için o durumun verdiği bir ağırlık da var. Yası çözümlemekten bahsediyorum, bundan dolayı şarkı doğrudan nakarat ile başlıyor ve sözler sonradan hikayeyi devam ettiriyor. Adım adım köpeğimi gömdüğüm gün, etrafımda olanlar, o sıradaki doğa, mevsim halinden bahsediyorum, bunlar Yara’nın büyük bir parçası. Bir de yas ile birlikte tetiklenen diğer incinmişlikler, o kırılganlık halinden alınan mesajlar ve semboller de sözleri besledi. Kırılgan olmanın kabul edilebilir bir şey olduğunu anlatan bir şarkı.
Geçirdiğimiz bu dönem için çok önemli bir mesaj aslında.
Son dönemde çok büyük kayıplar yaşandı, insanlar en yakınlarını kaybetti. Bu kolektif bir duygu. Duygularımız sadece bireysel değil, hep buna inanırım. Bir çok şeyi belki terapiyle ya da kendimiz bireysel olarak çözmeye çalışabiliriz ama kolektif bir duygu dünyasının da bir parçasıyız. Yaşadığımız tüm zorluklar, ekonomik sıkıntılar, kayıplar… Ya da sevinçler, kutlanacak güzel şeyler bizi ortak bir duygu paydasında buluşturuyor. Bundan dolayı şarkılarım tamamen bireysel değil, aynı zamanda bulunduğum çevrenin bir yansıması.
Seninle bir bakıma tanışmamıza vesile olan Oceanvs Orientalis ile çıkardığın parçalar ve Da Poet ile yaptığınız Rain Lab projesinden çıkan sesler, Yara’nın duygu dünyasından oldukça farklı hislerle bizi karşılıyor. Şarkı sözlerinde karşılaştığımız melankoli, tek başına kaldığında ve çalıştığında ortaya çıkan bir duygu mu?
Evet, aslında biraz öyle. Bu tip duygular tabii ki diğer projelerde de oluyor ama tek başına gitarınla ve sesinle bir şarkı yazıp bestelediğinde, dünyayı algılayış biçiminin bireysel hali ortaya çıkıyor. Benim öncelikli olarak müzik yapma sebebim kendime iyi gelmek. Kolektif projelerde bu kısım farklılaşıyor. Tek başına şarkı yazmak biraz ağır bir durum çünkü insan kendiyle baş başa kaldığında biraz daha kendisiyle ve ifade etme konusunda zorlandığı duygularla uğraşıyor, orada derinleşmek için bir alan oluşuyor. Aslında ben gitarımı çalıp söyleyebilirim, onu kaydedip basit bir düzenlemeyle şarkı olarak çıkarabilirim ama ben o solo şarkıları bir ekibe götürmeyi seviyorum. Ağır duygular taşıyan bir parçada bir ekip ile çalıştığımda o duyguyu paylaşmış oluyorum, diğer müzisyen arkadaşlarım duygularıma ortak olmuş oluyor ve bu çok ferahlatıcı.
Kolektif projelere gelince, Da Poet ile bambaşka dünyalar hayal ediyoruz mesela. Hatta Rain Lab projesinde biraz escapism var. Sanki gelecekteyiz ve geçmişi özlüyoruz, fütüristik şeylerden bahsediyoruz. Rain Lab’in dinamizmi de farklı: Da Poet hip-hop’tan, ben folk’tan geliyorum ve ortak paydada trip-hop’ta buluşuyor gibiyiz. Oceanvs Orientalis ile daha ilk birbirimizi tanıdığımız dönemler Bar 25’dan Indoor Voyager çıktı. O EP’de bulunan The Cube’un sözlerinde, yumuşak olarak algılamaya çalıştığımız dünyanın aslında ne kadar şiddetli, vahşi bir yer olduğu ve nasıl cesur kalabileceğimizden bahsediyorum. Bu dans müziği için derin bir konu. Müzik benim için canım ne isterse onu yaptığım bir alan. Kendimi türler ya da sınırlı projeler içerisinde sıkıştırmadan hoşlanmıyorum çünkü müzik özgür olunabilen nadir yerlerden biri. Onun için müzikal tavrıma da bu düşünce yapısı yansıyor.
Bireysel çıkardığın parçalarda söz ve beste sana ait oluyor. Bu süreçte nerelerden ilham alıyorsun?
Bir yerden ilham almak sürpriz dolu bir olay. Ergenliğimde çok daha kolaydı, duygu değişimlerim hormonlarla beraber daha şiddetli geçiyordu. O dönem sürekli şarkılar yazabiliyordum çünkü hislerim ham bir yerden geliyordu, patlayan havai fişekler gibiydi. Şarkı yazarlığının olgunlaşması diye bir şey de var. Bu olgunlaşma sürecinde sürekli kendini aşk şarkısı yazarken bulmuyorsun, duygu dünyanın ötesinde farklı dünyalar olduğunu keşfediyorsun.
İlham kaynaklarım öncelikle gündelik yaşamımdan, banal şeylerden geliyor. Sıradan bir yaşamın ilhamı diyebilirim. Şu anda hep iyi yaşamak, eğlenmek ya da eğleniyor görünmek, sosyal olmak gibi yüksek şeylere yönelik bir toplum anlayışı içerisindeyiz. Sürekli heyecan peşinden koşmamız gereken bir hayatta oturup düşünmeye, düşündüklerini kağıda ya da müziğe dökmeye vaktin ya da alanın olmayabiliyor. Böylece durduğum anlar benim için daha kıymetli oluyor. Durağanlık, sıkılmak ve tek başına olma hali aslında insanın içinde yaratıcılığı tetikleyen şeyler. Ama tabii ki değişimler de tetikliyor, durağan bir dönemden daha heyecan verici şeylerin olduğu dönemlere girdiğimde mesela. O tezatlıklar müziğimi besliyor.
Bu soruyu belki de biraz kişisel merakımdan soracağım çünkü dediğin gibi bulunduğumuz sosyal yapıda durmayı bilmek, sıkılmak için kendine izin vermek oldukça zor. Bunu nasıl başarıyorsun?
Bu benim üstünde aktif olarak çalıştığım bir şey. Duygu dünyası olarak çok zor duygularla uğraşıyor olabilirim ya da çok neşeli olabilirim. Benim yapım böyle, yükselişlerin ve düşüşlerin dik olduğu, ortaların çok barınmadığı bir yapı. Kendim üzerine çalışıyorum ve bu şekilde daha mutlu hissettiğimi fark ediyorum. Kendinle baş başa kaldığında duygularınla ya da kendinle nasıl uğraşıyorsun? Seni rahatsız eden ya da sevindiren şeylere ne kadar tutunuyorsun? Ne kadarını bırakabiliyorsun? Nasıl özgün olabilirsin? Sosyal ortamlarda genelde bir kabilenin parçası olmak istediğimiz için ister istemez etrafımıza benzemeye çalışırız ama tek başına kaldığında kimsin? Üstüne düşünüp çalıştığım ve farkındalıklı yaklaşmaya çalıştığım konular bunlar.
Daha demin ergenlik döneminde şarkı sözü yazmaktan bahsettik. Sen uzun süredir müzikle uğraşan birisin fakat profesyonel olarak bu işe girmen daha sonra gelişen bir şey. Ne zaman “Tamam oldu, ben bunu yapacağım” dedin?
Açıkçası “Ben oldum, artık sadece bundan para kazanıyorum” denilen bir nokta yok, bu soruyu böyle cevaplayabilirim. Ben 13-14 yaşımdan beri şarkı yazıyorum, müzik yapıyorum ve derdimi müzikle anlatıyorum fakat bunun bir meslek olması hayatımın sonraki evrelerinde gerçekleşti. Her zaman “Ben müzisyenim” dedim kendime ve çevreme çünkü hakikaten kendimi bildim bileli şarkı yazıyorum, söylüyorum. Benim bundan para kazanıp kazanamayacağım sadece bana bağlı değil ne de olsa, etrafımdaki şartlar da bu durumu etkiliyor. Bu düzenimin bozulması bir ekonomik krize bakar gibi bir durum mevcut Türkiye’de. Hayatta kalmak için en çok müzikten para kazanmak bana neşe veriyor ama hayat da sırf neşe odaklı bir şey değil. Bir gün ihtiyacım olursa başka yeteneklerimi de kullanabilirim. Akıl sağlığımı korumam ve yaşamımı devam ettirebilmem daha önemli. İnsan çok yönlü bir yaratık, beynini farklı farklı kullanabilir. Onun için kendimi şartlamıyorum, gittiği yere kadar gider, sonrasında da bir çözüm düşünürüm.
Da Poet, Oceanvs Orientalis derken heyecan veren iş birliklerinden de bahsettik. Yara’nın kapak görselini Gülinler çizdi, daha önce de müzisyen olan Nilipek.’in elinden çıkan bir kapak görselin olmuştu. Aynı zamanda Amerika’da geçirdiğin zaman süresince İlhan Erşahin ile çalışma şansın da oldu. Senin için bu sektörde “komünite”, “birlik-beraberlik” ne anlama geliyor? Sektöre girdiğinden beri bu kavramlar nasıl değişti, evrildi?
Birlikte sanat üretmek her zaman daha eğlenceli, neşe odaklı. Türkiye’de böyle harika sanatçılar olduğu için çok şanslıyım, hem müzikleri, sanatları, hem de hayat görüşleriyle beni çok besliyorlar. Nilipek. de Gülinler de birer sanat güneşi, birçok farklı sanatsal yetenekleri olan insanlar. Mesela Gülinler, Kendini Sev şarkımın klibinde üstüme çiçekler yapıştırdı, birlikte dans ettik. Bu birliktelikler bize sanatın oyun olduğunu ve keyif alınan bir şey olduğunu hatırlatıyor. Bazen ekonomik dertler içerisinde bu oyun unsurunu unutabiliyoruz, müzik endüstrisinin kıskacında popüler, ana akım iş üretme takıntısına kapılabiliyoruz. Yaşam çok sert bazen. İklim kriziyle, ekonomik krizlerle daha da sertleşiyor ve biz sanatla birbirimizi beslediğimiz bir alan açmaya çalışıyoruz. Beraber üretmek bunun önemli bir parçası, tekrar çocuk olmak gibi o üretim süreci. Beraber üretirken bu dünyanın içerisinde özgür olabileceğimizi ve birlikte olduğumuzu bilmek, hissetmek güzel bir duygu.
Uzaktan gözlemleyen biri olarak Türkiye’de daha bağımsız sanat alanında müzik yapan sanatçıların çok sık bir şekilde beraber çalıştığını görüyorum, belki de küresel sahnedekine kıyasla daha sık bir birlikte olma, üretme hali var. Herkesin enerjisi çok farklı fakat bu enerjiler çok güzel bir şekilde birleşip üretime dönüşüyor.
Türkiye’de hiç tanımadığın sanatçılara ulaşıp işlerini beğendiğini, birlikte çalışmak istediğini söylediğinde gayet sevecen bir şekilde yaklaşıyorlar, en azından bağımsız sanat alanında. Sürekli çıkar ve kâr üstüne odaklanmaktan çok beraber iş yapmak için heyecan barındıran bir alan, bu hoşuma gidiyor. Mesela Umut Çetin’le beraber çalışmamız da böyle gelişti. 2020’de videolarını izlemiştim ve müziğine hayran kaldım, daha sonra Verirdim Kalbimi Sana şarkısı çıktı ve “Ben bu insanla çalışmalıyım” dedim. Hiç tanımadan kendisiyle iletişime geçtim ve şimdi birlikte müzik yapıyoruz. Günah Keçisi’nin kapağını çizen Selût de öyle, çok yetenekli bir insan. Hem çok iyi müzik yapıyor hem harika illüstrasyonları var. Kapak çizimi için kendisine sorduğumda o da hemen dahil olmak istedi. Beraber çalışabilme açısından çok şanslıyız burada. Ahmet Ali Arslan’ın da müziğini sürekli dinliyorum ve Günah Keçisi’ni düzenledi. Bunlar çok büyük şans.
Son birkaç senedir çıkardığın şarkılardan bahsettikten sonra sormadan geçemiyoruz: Ufukta bir albüm var mı?
Evet, bir albüm var aslında. Biraz Best Of İdil Meşe gibi olacak. Geçen arkadaşım Güneş Akyürek ile albümü konuşurken kendisi albüm için Mest Of ismini önerdi çünkü farklı farklı müzik türlerinden şarkılar barındırıyor. Kendisi albümde olacak bir şarkıyı da düzenledi aslında, o daha rock türünde bir şarkı.
“Mest of” tam bir plak albüm ismi 🙂
Şu ana kadar 2019’dan beri Ada Müzik’ten çıkan tüm şarkılarım plak olarak basılacak aslında. Ülkenin siyasi, ekonomik iklimi izin verirse 2024’te çıkar diye umuyorum, albümün tamamlanmasına iki şarkı kaldı. Plak basılması da bir kaç ay sürüyor. Ada Müzik’in desteği bu dönemde bana geniş bir alan tanıdı, kendi proje yöneticim gibi çalıştım. 2019’dan beri müziğimde keşifler yaptığım bir dönem yaşamış oldum. “Hangi müziklerden hoşlanıyorum? Şarkılarımı nasıl duymayı isterdim?” derken farklı aranjörler ile farklı müzikler yaptım. Hepsi hoşuma gitti, kafam daha da karıştı. Ama albümü bir janra kutusuna koymak da istemedim çünkü karakter yapım ve duygu dünyamda da böyle bir tutarlılık mevcut değil. Bu albüm çıktıktan sonra da İngilizce sözlü şarkılarıma yönelmek istiyorum. Akustik şekilde yazdığım, uluslararası konserlerimde çaldığım şarkılar. İnsanlar bu şarkıları seviyor, onları da kaydedip koyarım diye düşünüyorum. Onun için de bir fon, bütçe aramam lazım çünkü İngilizce sözlü şarkılar Türkiye’deki plak şirketlerinin ilgi alanına girmiyor. Bakalım nasıl bi yolculuk olacak… Ama evet, her şekilde heyecan verici.
“Mest of” gibi bir albümden bahsediyorsak, şarkıların birbirlerine bağı nasıl oluşuyor? Nasıl bir hikayede birleşiyorlar?
2019’dan beri yazdığım şarkıların ortak bir duygu dünyası var. Türkiye’deyim, müzikalitem de buradan besleniyor. Yerel bir sanatçıyım ve buranın kolektif duygularından besleniyorum, dünya görüşüm şu an buradan şekilleniyor. Aynı zamanda buradayken dinlediğim şeyler de farklı, onun için bu albüm buranın albümü olmuş olacak aslında. Şarkılar birbiriyle tür olarak farklılık gösterseler de benim söz ve müziğim olduğu için hepsi ilintili. Belki sıralamasını da bir hikaye oluşturma gayesiyle yaparım ama bir janra tutarlılığına ihtiyaç duymadım. Bu albümde insanlar farklı İdil Meşe’ler deneyimleyebilir.
Bu konuştuklarımızı düşününce aslında bu albüm gerçekten de tam olarak buranın albümü.
Evet, buranın yerel sanatçılarıyla. Ada Müzik’ten çıkıyor, ki o da buranın en eski bağımsız plak şirketi. Her şey var, arabeskten halk müziğine, Replikas’a kadar tam olarak bu coğrafyanın plak şirketi.