Kadınların ve kuirlerin hikayeleri ile K’nın Sesi hep kulaklarımızda

Podcast’in macerası yeni başlamadı elbette, koskoca bir 20 yılı var… Ama pandemiyle birlikte bir araya geldiğimiz mekanlar daralınca, bir nevi kurtarıcı işlevi de gördü diyebiliriz. Her şey bir yana, birlikte üretebilmenin farklı formüllerini sunuyordu bize. Bu süreçte özellikle de varlığını sürdürebilmek için sahneye ve seyircisine ihtiyaç duyan sahne sanatları büyük zorluklardan geçti; geçmeye de devam ediyor. Podcast gibi sesli yayınlar, o noktada da devreye girdi tabii. Radyo tiyatrosu geleneğini sürdürürcesine oyunlar seslendirilmeye ve podcast gibi yayınlar üzerinden seyirci/dinleyici ile yine yeniden buluşmaya başladı. Tiyatronun dijitalin süratli yenilikleriyle nasıl bir ilişki kuracağını merak ediyorduk zaten de, aklımıza gelen her şey oyunların sahnelenişi ve seyirci ile kuracağı ilişki üzerineydi. Bir kere daha sadece seslendirme odaklı, işitsel bir yöntemin yükseleceği tahmin edemezdik belki de…

Podacto‘dan Podbee’ye, yeni dijital oluşumlarla bu sesli tiyatro deneyimini keşfeder, sahnelere duyduğumuz özlemi gidermeye çalışırken çıktı karşımıza K’nın Sesi. Kuirlerin, kadınların hikayelerini anlatan, toplumsal cinsiyet odaklı, feminist yayın yapan bir podcast kanalı K’nın Sesi. Üç boyutlu ses tasarımıyla hazırlanmış oyunlarıyla birlikte, gidemesek de göremesek de sanki oradaymış, sahnenin karşısına dizilmişiz gibi hissettiriyorlar ve K’ların hikayelerini merkeze alan metinleriyle bizi yeniden yan yana getiriyorlar.

Yakın zamanda podcast’lerini canlı kaydedecekleri bir etkinlik de düzenleyecek olan K’nın Sesi ekibi, yarın yani 25 Haziran Cuma günü, 29. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası kapsamında özel bir etkinliğe imza atacak ve “Beyoğlu Sokaklarında Lubunyaların Peşinde” başlığı ile canlı podcast kaydı yapacak. Etkinliğin kayıtları buradaki link üzerinden devam ediyor. Ama öncesinde yapımcılarından Duygu Dalyanoğlu ve Nihal Albayrak ile Kırık Bir Jilet Parçası oyuncularından Jilet Sebahat’le yollarımızı kesiştiriyor; bu sefer de bir röportajla K’nın Sesi’ne kulak veriyoruz.

Duygu ve Nihal

Tiyatroyu özlediğimizde, kendimiz dışında bir ses duymak istediğimizde; bir kulaklık yardımıyla, gözümüzü kapatıp K’nın sesine kulak veriyoruz. Bir çatı altında bir araya getirdiğiniz bu sesler kimin sesi?

Nihal: K’nın Sesi jeneriğimize referans vererek kimilerinin, kadınların, kuirlerin, kız kardeşlerin, kavganın, kahkahanın, keşfin sesi diyebiliriz. Kamusal alanda görmezden gelinen toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği bağlamında ve yaş, sınıf gibi farklılıkları kapsayıcı şekilde, hikayeleri çoğunlukla göz ardı edilmiş olanları anlatmak için “K” harfinin imkan verdiği ölçüde bir tanımlama yapmaya çalıştık. Kadınların ve kuirlerin hikayelerinin merkeze alındığı üç boyutlu ses tasarımı ile hazırlanmış tiyatro oyunları ve oyun temasından hareketle yaptığımız söyleşiler ile kadınların, ikili cinsiyet sistemine ait olmayan non-binary’lerin ve LGBTİ+’ların sesine yer veren bir kanalız.

Pandeminin ilk döneminde tiyatrocuların dijitalleşme reflekslerine dair neler düşünmüştünüz? Bu ‘yeni’ dünya düzeninde mesleğinize, üretim alanınıza dair sizin düşünceleriniz nelerdi?

Duygu: Ben K’nın Sesi’nin oyunlarına dönüşecek hikayeleri yazmaya ilk başladığımda aklımda bir form, bir podcast kanalı vs. hiçbiri yoktu. Bir tiyatro sanatçısı olarak sadece hikaye anlatma itkim vardı. Bu pandemi sürecinde kadınların, kuirlerin görünmeyen hikayelerini anlatma itkisi… Zaten Antik Yunan’dan beri tiyatronun kalbinde öykü yatmıyor mu? Bence temelde hikaye anlatma sanatı olan tiyatro kendine bulduğu her “boş alanda” yaşamaya devam edebilir. Bu defa bu boş alan dijitaldeydi diyebiliriz. Bu dediğime inanan pek çok tiyatro farklı yöntemlerle bunu yolunu aradılar, aramaya devam ediyorlar. Bunun değerli olduğunu düşünüyorum. Öte yandan teknik altyapı, tiyatronun başka dijital sanatlarla olan ilişkisi gibi konularda hazırlıksız ve ilgisiz olduğumuzu da görmüş olduk tiyatrocular olarak. Bir refleks ve belki de zorunluluk ile girilen dijital süreci bundan sonra daha zengin ve hibrid yollara geliştirmek tiyatro alanı için faydalı olacak bence.

Tiyatronun dijitalleşmesi de ses tiyatrosu da aslında yeni değil. Pandeminin yarattığı sarsıntında ayakta kalmak için, dijitalin nimetlerine sıkı sıkı sarıldık. Kimi içerik yığının altında kaldı, kimi çoktan tüketilip ortandan kalktı. Neyse ki dijital dünya herkesin üretmesine bir şekilde imkan veriyor. Bu anlamda podcast yayıncılığın açtığı alanı sizler nasıl okuyorsunuz? Tiyatronun dijitaldeki varlığı ne kadar kalıcı olacak sizce?

Duygu: Tiyatro alanında dijitalleşme pandemi ile hızlandı gerçekten. Podcast alanında kurmaca ve kurmaca-dışı formatlarda üretim yapmak farklı sanatsal denemeler yapmanıza, farklı seyirci kitlelerine ulaşmanıza imkan veriyor. Hatta sadece işitsel bir mecrada üretim yapmak bazı açılardan size avantaj da sağlıyor, kocaman bir sahne, gelişkin bir sahne tasarımı, büyük dekorlar, kalabalık bir oyuncu kadrosu olmadan da zengin bir oyun dünyası kurabiliyorsunuz. Mesela ikinci sezonumuzun son oyunu olan Geri Döneceğim Eve bir hapishanede geçiyor ve hapishanenin bir çok farklı mekanındaki kesitlerde tutuklu Güler’in hikayesini anlatıyor. Tüm bu ortamları sadece oyuncu yorumu ve ses efektleri sayesinde üretebilmek sahne üzerinde üretmekten daha kolay. Öte yandan tiyatro mekanlarında sahnelenen canlı oyunları ve seyirci ile iletişimi de çok özledik. Birinin diğerinin yerini alacağına inanmıyorum. Hibrid formlar, canlı üretimler ile dijitalin bir aradalığı her iki türü de besleyecek bana kalırsa.

Radyo tiyatrosu, ses tiyatrosu, kulak tiyatrosu … Podcast yayıncılık! Sizin tiyatronuzun yolculuğu buraya nasıl evrildi peki?

Nihal: İlk sezonumuzu ortaya çıkaran hikayeleri Duygu korona sürecinin başlarında kaleme almaya başlamıştı. Monolog formunda yazdığı bu hikayeleri nasıl kamusallaştırabiliriz diye kafa yormaya başladığımızda eski radyo tiyatrolarını hatırlarken, bir yandan da güncel olarak audio-drama diye adlandırılan 3 boyutlu ses tasarımı ile yapılmış BBC Radio’nın oyunlarını dinledik ve podcast alanında bir ses tiyatrosu kanalı açabileceğimizi düşündük. Daha önce oyunlarda da beraber çalıştığımız müzisyen Beril Sarıaltun da elektronik müzik ve ses teknolojileri alanlarında çalışıyordu ve bu üç boyutlu ses tasarımı dünyasına girme fikri onu da cezbetti ve bu işe başladık. Nasıl bir yayıncılık anlayışı oturdu derseniz, biz esasen uzun yıllardır feminist tiyatro yapan ve kadın hikayelerini sahneleyen bir ekibin parçasıyız. Yaptığımız işlerde her zaman işin araştırma boyutuna çok önem veririz. Dolayısıyla, pandemi günlerinde çeşitli “K”ların hikayelerinden kesitlere odaklanan oyunlarla birlikte o hikayelerdeki temayı daha derinlemesine ele alma itkisi ile de söyleşi formatını ekleyelim dedik. Böylece kurmaca ve kurmaca dışını birlikte içeren feminist bir podcast yayıncılığı çıktı ortaya.

Duygu Dalyanoğlu’nun Türkiye’de toplumsal cinsiyet odaklı yayın yapmaya dair araştırmasında kaleme aldığı “Podcast Mecrasına Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Bakmak ve K’nın Sesi Deneyimi” başlıklı yazısından çok şey öğrendim. (Hatta soruları tekrar hazırlamak zorunda kaldım 🙂 Öncelikle bu çalışma ve yazı için, bize sunduğun bu kaynak için teşekkürler. Senin için bu araştırmadaki en çarpıcı şey neydi?

Duygu: Ben teşekkür ederim. Öncelikle podcast alanı ve toplumsal cinsiyet ilişkisine dair araştırmanın, istatistiğin ve analizin çok az olduğunu gördüm. Yazıda da biraz bahsediyorum. Dinleme alışkanlıkları bağlamında ve daha bağımsız bir mecra olan podcast’in kadınların, LGBTİ+ların ve non-binary’lerin üretimlerinde alan açması bağlamında podcast mecrası tüm dünyada gelişiyor. Fakat bunu sosyolojik, ekonomik ya da sanatsal yönden inceleyen çok fazla araştırma henüz yapılmamış. Çarpıcı gelen bir başka konu da tiyatro ve sinema alanından aşina olduğum bazı sistematik cinsiyet eşitsizliklerinin bu alanda da tekrar ettiğini görmek. Mesela teknik alanın erkek egemen olması ya da erkeklerin sunduğu, ürettiği içeriklerin daha popüler ve ön planda olması gibi durumların podcast alanında da yaygın olduğunu görüyoruz. Öte yandan podcast üretiminin esnekliği ve bağımsızlığı bu eşitsizliği aşmanın önünde bir avantaj da sağlıyor.

Oyunlar üç boyutlu ses tasarımı sayesinde gözümüzde de canlanıyor. İnanılmaz gerçekten! Kulaklığımı takıp gözümü kapattığım anda ben neredeysem sahne orada. Oyunlara nasıl çalışıyorsunuz? Sonrasında bu süreç nasıl ilerliyor?

Duygu: Bu forma verilen bir isim de zihnin tiyatrosu (theatre of the mind). Biz nasıl yazsak da, ses tasarımını yapsak da, oynasak da oyunların son hali dinleyicinin imgeleminde bitiyor. Bu anlamda dinleyenler ve üretenler bir nevi işbirliği yapıyoruz. Her oyunu yazarken ve prova ederken hangi mekanda geçtiğini, işitsel olarak algılayabileceğimiz eylemleri ince ince düşünüyoruz. Provalarından ardından kayıtları aldıktan sonra oyunların ses tasarımını ve müziklerine yapan Beril Sarıaltun bu dünyayı kurmak için ince ince çalışıyor. Genelde ses tiyatrolarında yaygın kullanım hikayenin geçtiği atmosferi başta verdikten sonra akışı oyuncuların diyaloğuna bırakmak oluyor. Ama biz bunu yapmak yerine hikayenin geçtiği mekanın detayları, karakterlerin fiziksel eylemlerinin ritmi, birbirlerine olan uzaklıkları gibi bütün ince detayları tasarlıyoruz ve dinleyicinin duyabilmesi için uğraşıyoruz. Annemin Tarif Defteri oyunundaki karakterin helva kavurma sesinin ne kadar tok duyulduğundan ritmine, Kırık Bir Jilet Parçası oyunundaki gece kulübünün daracık tuvaletinde lavabonun nerede durduğuna kadar bütün detayları biliyoruz. Çünkü bu detayları biz üretenler tasarladığı zaman dinleyicide de bir mekan ve hareket algısı oluşuyor.

Oyunları takip eden tematik sohbetler gerçekleştiriyorsunuz. Böylece dert edindiğiniz meselelerde, öznelerin sesleri ve hikayelerinden öte o konu hakkında dinleyiciye düşünme, tartışma imkanı da sağlıyorsunuz. Böyle bir formatta yayın yapmaya nasıl karar verdiniz?

Nihal: İkinci sezonumuza başlarken bu sohbet formatı konusunda epey kafa yorduk. Genel olarak belli bir konuyu ele alırken o konunun uzmanını çağırma ve ona sorular sorarak bilgi edinme gibi yaygın bir format var. Tabii ki o konular üzerine yapılmış akademik çalışmalar çok önemli ve kamusallaştırılmaları çok değerli. Fakat biz bu sefer deneyime odaklanmak ve bizzat o konunun öznesi kişilerle buluşmak  istedik. Böylece sadece bilgi edinmekten ziyade belli bir hikayenin peşine düşmüş olacaktık. Bu sırada o konuya dair kendi deneyimlerimizi de gözden geçirmek, masaya yatırmak istedik ve söyleşiden ziyade sohbet dediğimiz bir format çıktı ortaya. Dolayısıyla hem konuğumuz hem bizim deneyimlerimizle oluşan bu anlatılarda dinleyicilerimiz de konunun bizzat parçası oluyor. Bizi dinlerken onlar da, dediğin gibi kendilerine dair düşünme ve tartışma fırsatı buluyor. Hatta sonrasında bizimle hikayelerini paylaşanlar da oluyor.

Dijitalin imkanları sayesinde bazı konular daha geniş kitleler tarafından da görülür, bilinir ve konuşulur oldu. Dijital aktivizm, sosyal medyanın kendisi kadar eski ama yıllar içerisinde daha da güçlendi. Dijitalde üreten ve söz söyleyen bir ekip olarak, dijital aktivizmin bu seyri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Duygu: K’nın Sesi deneyiminden doğru konuşursam bizim kanalımızın dijital aktivizm boyutunu görünür olmayan sesleri görünür kılma çabamızdan doğru açıklayabilirim. Toplumsal cinsiyet odaklı her türlü meseleyi sanatla ve gerçek hayat deneyimi ile anlatma ve bunu herkese ulaştırma şansımız var. Bir araya gelme ve söz söyleme alanlarının daraldığı bir dönemde bunu çok önemsiyoruz. Ayrıca içerik oluştururken biz de öğreniyoruz, tartışıyoruz, dönüşüyoruz ve bu süreci dinleyicilerimizle beraber ilerletiyoruz. Bazen bölümlerimizi dinleyenlerden gelen geri dönüşler ve deneyim paylaşımları böyle alanlara ihtiyaç olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor.

Hep dijitalden bahsettik ama K’nın Sesi oyunlarının gelecekte sahneye taşınması ihtimali var mı? Ya da şöyle soralım: üretimlerinizi hep dijital üzerinden mi kurguluyorsunuz yoksa yakında mekanlarda da kesişecek mi yollarımız? Nedir yakın gelecek için görülebilir olan planlarınız 🙂

Nihal: K’nın Sesi oyunları ilk olarak ses tiyatrosu formunda üretiliyor ve podcast olarak dinleyici ile buluşuyor. Fakat bu hikayeleri farklı mediumlarla seyircilerle/dinleyicilerle buluşturmak için pek çok fikir geliştiriyoruz. Örneğin ilk sezonumuzdan üç monoloğu (Ellerim Gözlerim Oldu, Ben Yaşamak İstiyorum, Bir Diyeceğim Var) Sakıp Sabancı Müzesi, “Müzede Sahne” etkinlikleri kapsamında canlı olarak sahneledik. Sahne üstüne göre metin, ses tasarımı ve oyunculuk olarak belli bir uyarlama çalışmasının ardından seyirci ile kısa oyun formunda buluşmak çok güzel oldu. Bu sezon için de aklımızda belli çalışmalar var. Festival alanlarında bir yerleştirme performansı ile katılımcılara görsel ve işitsel bir deneyim yaşatmak üzere bir kurgumuz var. Aynı zamanda ikinci sezondan bazı oyunları dijitale bir video projesi olarak uyarlama niyetimiz var. Yani K’nın Sesi her an her yerde karşınıza çıkabilir 🙂

Biz “K” hikayelerini görünür yapmak için her alanda farklı yöntemlere açığız. Yakın zamanda da bir canlı podcast kaydı etkinliği yapacağız. Buradan hem Onur Haftamızı kutlayıp hem de 29. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’na özel yapacağımız etkinliği duyurmuş olalım. 25 Haziran Cuma günü saat 18:00’da zoom platformu üzerinden “Beyoğlu Sokaklarında Lubunyaların Peşinde” başlığı ile canlı podcast kaydı yapacağız. Seyirciler de podcast yayınlanmadan kayıt sürecine dahil olmuş olacaklar bizimle birlikte. Çok sevgili konuklarımız Nuri Harun Ateş, M. Deniz Deniz, Eylem Çağdaş ve Yasemin Öz olacak. Etkinliğe katılmak isteyenler buradaki link üzerinden kayıt olabilirler.

Tarlabaşı ve Beyoğlu sokaklarından, sahnelerden, dergi ve çevrimiçi platformlardaki yazılarından tanıdığımız bir ses duyuyoruz “Kırık bir Jilet Parçası” adlı oyunda. Cis-hetero erkeklerin sesini keserek, dünyanın akordunu düzelttiğini söyleyen Jilet’in sesini… Jilet ile K’nın Sesi’nin yolları nasıl kesişti?

Nihal: Jilet’i uzun zamandır hem arkadaşım olarak hem de performanslarını canlı seyretmekten büyük keyif aldığım bir sanatçı ve hepimizin içinden geçenlere tercüman olan yazılarını takip ettiğim bir yazar olarak tanıyordum. Sonra Duygu, bir oyunumuzda Jilet Sebahat’in bir karakter olarak yer alması nasıl olur fikriyle gelince çok heyecanlandım ve hemen Jilet’le işe koyulmanın yoluna baktım.

Duygu: Bu oyun üzerine ünlü bir YouTuber’ın kilo aldığı haberleri üzerine bulimiya olduğunu açıkladığı bir vlog izlememle düşünmeye başladım. Tuvalette kustuktan sonra ağlayan ve kendini videoya çeken bir kadın bana çok çarpıcı gelmeye başlamıştı. Sonra yavaş yavaş oyun şekillenmeye başladı. Oyunda bulimiya yaşayan bir kadın karaktere kiminle karşılaşabileceğini tasarlarken Jilet Sebahat’i düşünürken buldum kendimi. Nihal’in de anlattığı gibi üçümüz bir araya geldik. O zaman aklımda sadece karakterler ve bir gece kulübü vardı. Jilet Sebahat karakterinin hikayesinden gece hayatı gözlemlerinden doğru sohbet ettikçe oyun şekillenmeye başladı.

Jilet: Ben Nihal’i uzun zamandır tanıyordum. Arkadaşımdı. Sonra beni Duygu ile bir araya getirdi. Baktım ki o da Nihal kadar deli, “Tamam” dedim, “Olur bu iş’’. Sonraki süreçlerde oyun hem fikir alışverişlerinde hem de provalarda daha da şekillendi. K’nın Sesi önemli bir iş yapıyor. Sesle dünyanın akordunu bozan sesleri kesiyor.

Jilet, kayıt sırasında…

Gece hayatı emekçisi Jilet ile garson İlknur’un hikayesinde yeme bozukluğu olarak değerlendirilen bulimiyanın arkasında yatan sebeplere bakılıyor. İlknur ile tanışman gibi çok karşılaşmalar yaşamış; çok şey konuşmuş, çok şey paylaşmışsındır. Peki ses tiyatrosu deneyimi senin için nasıldı? Senin için hikaye anlatıcılığında ses tiyatrosunun nasıl bir yeri var?

Jilet: Gece hayatında çalışan biriysen karşılaşmalar da hikayeler de bol oluyor. Doğrudur. Hayatımdaki insanların hemen hemen hepsi gece hayatımdan. Hikayeler çok. Onların bana benim onlara aktardığım tecrübeler ve dayanışmalar da. Ses tiyatrosu benim için yeni bir deneyimdi. Çocukken radyo tiyatrosu dinleme deneyimim de olmadı hiç. Ben daha görselciyimdir. Süslenip püslenip insanların gözünün içine baka baka oynamayı severim. Görerek dinlemeyi severim. Hayatımdaki bütün aktiviteler böyleydi. O yüzden ilk başta zorlandım biraz. Sonra biraz eskiye gittim. İşsiz ve parasız kaldığım bir dönem 900’lü hatlarda çalışmıştım. (Bunu Nihal ve Duygu da şimdi öğrenecek.) Arzu isminde bir kadını oynuyordum. O da sesle yapılan bir performanstı aslında. Günde en az 20 adama hayal ettikleri sesleri çıkarıyordum. Hayal ettikleri kadını sesle oynuyordum. Garip gelebilir belki ama beni gaza getiren geçmişte yaşadığım bu tecrübe oldu. “Bir yıldız doğuyor 900’lü hatlardan ses tiyatrosuna.” Havalı.

Pandemiyle birlikte, LGBTİQ+ların güvenli alanlarını, işlerini kaybettiği hem de sürekli hedef gösterildiği zamanlardan geçiyoruz. Sosyal medyada transfobik söylemler artarken, Boğaziçi Üniversitesi kararlılıkla direnişe devam ediyor! Bir yanda seslerini kesmek istediğimiz onca ses varken, bir yanımızda K’nın Sesi yükseliyor. Senin için K’nın Sesi podcasti başta olmak üzere, LGBTİ+ların gündemine dair içerik üreten, kuirlere alan açan, kuir hafıza oluşturan yayınlar yayınlar için ne dersin? Senin podcast dünyası ile ilişkin nasıl?

Jilet: Pandemiyle birlikte alanlarımızı kaybettik, özellikle gece hayatındaki arkadaşlarımız, sahne sanatçıları ve emekçileri, kafe ve bar çalışanları çok etkilendi evet. Pandemi bizim için mücadele etmemiz gereken yeni bir virüstü. LGBTİ+ fobik virüse zaten alışkınız. Onunla nasıl mücadele edilir iyi biliriz. Bedenimizde de aklımızda da yer edemez. Daha bu virüse göstereceğimiz çok şey, söyleyecek çok sözümüz var. Nitekim aslında bu pandemi döneminde birçok oluşumlar, eylemler, yaratımlar meydana geldi. K’nın sesi, Alt-cut, Dramaqueer, Through The Window gibi şahane projeler var. Boysan’ın Evi sürekli etkinlikler yapıyor. Şahane Kuir performans sanatçıları var. Sürekli üretiyorlar. Boğaziçi’ndeki direniş muhteşem. Cesareti besliyor. Ayrıca pride ayı. Onur ayımız kutlu olsun! Her gün bir etkinlik var. Kuir hareketi dünyanın hiçbir virüsü durduramaz. Net. Ben henüz podcast dünyasında yeniyim. Önerilere açığım. Not aldığım podcast’ler var. İlk fırsatta dinleyeceğim.

Son soru: Siz en çok hangi podcast’lere dadanıyorsunuz? Oyun tiyatrolarından feminist podcast’lere, hepsine açığız 🙂

Jilet: K’nın Sesi Podcast’lerinin hepsini dinledim. Devamı da gelecektir.

Nihal: Tiyatro oyunu olarak yapılan kurmaca işleri mutlaka dinliyorum tabi işimiz gereği. Bu alanda Podbee ve Podacto’nun işleri oldu, onları takip ettim. Ben genelde ev işi yaparken bir yere giderken filan hep kulağımda podcast’le dolaşan biri oldum. Yeni bir eylere bakacaksam önceliğim kadınların ve kuirlerin yaptığı podcast’ler oluyor kesinlikle. Birkaç örnek verecek olursam; Mental Klitoris – Hazal Sipahi, Kamusal Alanda Tabusal Konular – Rayka Kumru, Nasıl Olunur – Nilay Örnek severek dinlediğim yayınlar.

İlk düzenli olarak podcast takip etmeye başladığım kanal olan, 90’ları feminist ve kuir bir yaklaşımla ele alan Yine Yeniden Doksanlar’ı anmadan geçemeyeceğim, bir 90’lar çocuğu olarak. Bugünlerde takip ettiğim diğer kanallar ise gündem takibi için Aposto ve Kısa Dalga, uyumadan evvel kafa dağıtmak için Şen Dullar, ilgimi çeken bir konuyu ele aldılarsa, iyi hazırlanmış akıcı bir yayın olan Özgür Mumcu ve Eray Özer’le Yeni Haller. Bir de sevgili arkadaşım Rüzgar’ın (Buşki) tavsiyesi ile Gimlet’in Resistance podcast’ine dadandım bu aralar.

Duygu: Ben bu sıralar daha çok yurt dışından örneklere dadandım. Ses tiyatrosu formunda BBC Drama’nın örneklerini sık sık dinliyorum. Özellikle bize esin veren üç boyutlu ses tasarımı ile hazırlanmış şu seriyi önerebilirim. Onun dışında yakın zamanda bitirdiğim bir seriyi önerebilirim. Appeareances adlı bir kadın hikayesi, yaratıcı Sharon Mashih’nin gerçek ile kurmacayı birbirine karıştırdığı çok güçlü bir hikaye. New York’ta yaşayan 30’larındaki bir İranlı-Amerikalı bir kadının var olma hikayesi…