
Rakı muhabbetine eşlik edecek sağlam bir hikaye anlatıcısı: ‘Hayat Dudaklarda Mey’
Rakı, müzik ve muhabbet… Bu muhteşem üçlüyü bir araya getirerek kusursuz bir formül sunuyor ”Hayat Dudaklarda Mey”. Arkasında ise yazdığıyla, çaldığıyla yakın dönem müzik tarihine dair ufkumuzu genişleten Murat Meriç’in güçlü kalemi ve hikaye anlatıcılığı var
Alaturkadan rock’n roll’a, arabeskten Anadolu pop’a farklı türlerden 213 şarkıyı iki ciltte bir araya getiren ”Hayat Dudaklarda Mey”, madde madde her şarkının dünyasına giren, bu şarkıların hikayelerini veya bünyeye yaşattıklarını anlatan bir kitap. Hatta Murat Meriç’in de dediği gibi kişisel bir ansiklopedi. QR kodlar eşliğinde okuyucuyu Spotify’a yönlendiren ve okurken şarkıları dinleme fırsatı da sunan kitap rakı masasına eşlik eden sıkı bir dost gibi. Hatta biraz daha içinde kaybolunca Murat Meriç’in de kadehiyle masanıza oturduğunu, tüm bu şarkıları çalarken size muhabbetiyle katıldığını hissedebilirsiniz. Ki dolu dolu müzik muhabbetine dalmayı sevenler için bu her türlü büyük bir şans…
Yazılarına ve radyo programlarına sıkça dadandığımız Murat Meriç’le bir araya geldik ve kitaba (ve şarkılara) dair bir muhabbete koyulduk.
(Kapak illüstrasyonu: Suzan Elif Selçuk, Hayat Dudaklarda Mey kitabı için…)
Hayat Dudaklarda Mey sadece bir kitap değil, bir tür ansiklopedi gibi aslında. 213 şarkı ve türkünün hikayesini anlatan iki ciltlik bir ansiklopedi… Arkasında nasıl bir çalışma süreci var?
Ben de öyle diyorum, kişisel ansiklopedim o benim. Ansiklopedilerde normalde bir yayın kurulu vardır, o yayın kurulu yazarlara görevler verir ve sonunda yazılar geldiğinde yayın kurulu bir değerlendirme yapar ve yazıların uygun olduğuna karar verildikten sonra basım süreci başlar. Burada her şeyin karar mercii bendim; bütün şarkıları ben seçtim, yazdım, nasıl okunduklarına karar verdim… Dolayısıyla fazlasıyla kişisel bir ansiklopedi. Tamamen öznel…
Peki hangi şarkıların kitapta yer alacağına nasıl karar verdin? Öncelikli kriterin neydi şarkıları seçerken?
Aslında kabaca beş yıllık bir proje bu. Beş yıl önce başka bir şekilde başlamıştı, zaman içerisinde dönüştü ve bugünkü haline evrildi. Niyetimiz rakı ve müzik ilişkisini yazmaktı, yani rakı içilen mekanlarda, meyhanelerde müziğin nereden nereye geldiğini anlatma niyetimiz vardı. ”İncesaz’dan fasıla nasıl geldik”; konu başlığımız buydu.
Şimdi ise yeni nesil meyhanelerde pop şarkıları çalıyor. Fasıldan da öteye geçti… Dolayısıyla bu dönüşümün nasıl olduğunu yazmak istedim ben de ve bunun üzerinde çalışmaya başladım. Bir noktadan sonra aslında bunun akademik bir çalışma halini aldığını fark ettim. Bir tarih anlatıyordum ama okuyucuyu içine alacak bir tarih değildi bu. Bunun üzerine birtakım mekanların hikayelerini de ekleyerek o tarihe küçük katkılar yapmak istedim ve bu mekanları araştırırken oralarla ilişkili isimlere denk geldim: Çiçek Pasajı’ndan konu açılmışken Madam Anahit’ten bahsetmemek olmaz ya da Despina’nın Meyhanesi’nden bahsederken Sezen Aksu’nun ”Yine mi Çiçek” şarkısını da anlatmak gerekir mutlaka. Aynı şekilde Todori’den bahsederken orada rakı içerken kalp krizi geçirip ölen Selahattin Pınar’ı anmamak olmaz.
Dolayısıyla, bir konudan diğerine doğru ilerlerken proje de bambaşka bir boyut daha kazandı; o küçük hikayeleri de kitaba katmaya karar verdim. Projeyi yayınlayacak olan Overteam ekibiyle birlikte planladık tüm bu süreci. Sonra bir de bunlara şarkı listeleri mi eklesek diye düşündük; okuyucuya dinleme önerileri verecek listeler. Böylece daha da dolu dolu olacaktı içerik. Listelere katacağımız her şarkı için küçük küçük hikayeler anlatacaktım.
Baktım maddeler uzuyor, şarkılar ekleniyor, şarkı şarkıyı çağırıyor… Yazarken bazı şarkılar düştü, bazen içimden gelen metne ulaşamadım. Tarkan, Yıldız Tilbe, Yeni Türkü, Adamlar, Gripin, Kalben… Çok istesem de listeden çıkan isimler oldu. Belki biraz demlenmesi gerekiyor onlar hakkında yazdığım yazıların. Belki ileride, başka bir şekilde değerlendirilebilir.
Rakıya eşlik eden şarkılar son yıllarda hakikaten değişti. Az önce de dediğimiz gibi ”yeni nesil meyhane” diye bir konsept var artık. Bundan böyle her şey çalınabiliyor meyhanelerde. En dımtıs pop şarkıları bile. Zeki Müren’den buraya nasıl geldik diye soruyor insan sahiden?
Gençleri bir şekilde eğlence hayatıyla buluşturmak gerekiyor ve bu gibi ortamlarda onların dinleyeceği şarkıları çalmak bunu gerçekleştirmek için harika bir formül. Çünkü rakı, bugüne kadar hep alaturkanın yanına iliştirilen, zaman zaman halk müziği dinlenen mekanlarda içilen ama asla rock barlarda tüketilmeyen, pop dinlenen mekanlarda yanına bile yaklaşılmayan bir içki olarak benimsendi. Benim istediğim, hayalim ve bu kitabı yazarken de çıkış noktam şuydu: Rakı içerken her türlü müziği dinleyebilirsin.
Ben 20’li yaşlarımızda, ‘Hayat Dudaklarda Mey’in yayıncılığını da yapan Metin Solmaz’la evde rakı içerken Frank Zappa, AC/DC ve Bob Dylan dinlerdik. Ama bunların içine mutlaka bir Tanju Okan şarkısı da eklerdik belli bir noktada. Beraber bağıra bağıra söylüyorduk, sonra Bob Dylan’la devam ediyorduk. Ardından da Neşet Ertaş türküleri dinleyerek bitiriyorduk. O dönemler Neşet Ertaş bu kadar popüler değildi güncel müzik aleminde; Almanya’da yaşıyordu. Metin de, ben de deli gibi seviyorduk, kasetlerini alıyorduk. Henüz CD’nin bile olmadığı dönemlerden bahsediyorum, 90’ların başlarından… Anlayacağınız üzere, ben rakı içerken her şeyi dinleyen, dinleten bir insanım. Sonuçta meyhanede çalması gereken müzik mutlaka alaturka olmak zorunda değil. Evet, alaturka hakimdir, yanına halk müziği iliştirilir ama rock ya da pop’un da bir sakıncası yoktur.
Eskiden plaklı meyhaneler varmış ve buralarda her türlü plak çalınabiliyormuş. Sonrasında gazinolar devreye girdi; Zeki Müren’in de assolist olduğu kadrolarla birlikte. Gazinolardaki program pop’tan halk müziğine her türlü müziği barındırabiliyordu ve gelenler de içki eşliğinde bu müzikleri dinleyebiliyorlardı. Tabii bunlar ortadan kalkınca, belli bir konsepte yönelme ihtiyacı duyuldu ve böylece fasıl çıktı ortaya. Müzik bir şekilde her şeyin önüne geçti.
Aslında çilingir sofrası dediğin, muhabbetin bol olduğu, daha küçük mekanlarda az sayıda insanın buluştuğu, uzun uzun muhabbetlerin döndüğü sofralar. Dolayısıyla müzik, o sofralarda hiçbir şeyin önüne geçmemeli diye düşünüyorum ben. İşin içine bir de fasıllarla birlikte fiks menüler girdi. Evet, pek çokları için eğlenceli olabilir ama o masalardaki muhabbeti öldürdü diye düşünüyorum bu yeni düzenlemelerin.
Günümüzde de bu fasıllı meyhanelerin yerini pop çalan yeni nesil meyhaneler almaya başladı. Biran da insanlar, ellerinde rakı kadehiyle sahneye fırlayıp eğlenmeye başladılar. Ben tekno çalarken bile elinde rakıyla eğlenenler gördüm. Bu çağın gerekliliği; herkes istediği şekilde eğlenebilir ama beni aşan bir şey bir taraftan da. Zeki Müren bugün yaşasaydı ne olurdu bilmiyorum açıkçası… Aktif müzik hayatına devam ediyor olsaydı acaba o da bunu destekler miydi diye düşünüyorum bazen.
Aslında kitabın iki cildi müzik türleri açısından da belirgin bir şekilde ayrılıyor. İlk ciltteki şarkılar, masaya kederli otursanız bile sonunda moraliniz yükseltecek gibi. İnsanların birbirlerinin sırtını sıvazlayıp ”Bugünü de atlattık ya” diyeceği türden şarkılar… İkincisi ise arabesk ve rock derken, daha ağır dertlerle geliyor gibi. Bölümlendirmeleri ve bu ayrımları yaparken neleri göz ettin?
Türlere göre kategorize ettim şarkıları ama onları da kendi içlerinde orantılı dizmeye çalıştım. Çünkü hem sürekli eğlendirmek olmaz hem de sürekli ağlatmak olmaz. Dolayısıyla insanlara inişli çıkışlı bir liste vermek durumundaydım. Tamamen DJ’liğimden, radyo programcılığımdan gelen bir alışkanlık bu. Şarkıları arka arkaya dizmek için çok uğraştım ve kendimce en mükemmel listeye ulaştım sonunda.
Pop bölümü eski usül şarkılarla başlıyor, sonra yavaş yavaş yükseliyor, Çiğdem Talu-Melih Kibar şarkılarıyla tavana vuruyor, sonra yine düşüşe geçiyor ve sonunda da Sattas eşliğinde coşkuyla bitiyor. Ahmet Kaya da burada; Gaye Su Akyol da, Ceylan Ertem de, Can Bonomo da… Bunlar klasik anlamda pop mu? Değil. Ama o listeye uydu o şarkılar ve ben de öyle yer verdim. Bunu önsözde de söylemiştim: Aslında aldığım her şarkı ”pop”, çünkü ”popüler” kelimesinin kısaltmasıyla pop; haliyle her şey bunun içine girebilir. Bu yüzden inişli çıkışlı bir liste tercih ettim, tekdüze gitsin istemedim.
Bir de içinde muhteşem illüstrasyonlar var; Ceren Oykut’tan Gaye Su Akyol’a kadar pek çok ismin imzasını taşıyan… Onlarla yollarınız nasıl kesişti bu süreçte?
Kitap için dediğim gibi çok uğraştık; bir taraftan da çok özel olmasını istedik. Şarkı hikayeleri ve listelerle birlikte daha nasıl güzelleştirebiliriz diye düşünürken bazı çizerlerin kapılarını çaldık ve onlardan kitapla ilgili özel çizimler istedik. Ulaştığımız isimlerden beşer tane şarkı seçip bunlar için çizimler hazırlamalarını rica ettik. Çizerlerin hepsi kendileri seçti resimleyecekleri şarkıları. Çizime başlamadan önce şarkıların hikayelerini okumak isteyip istemediklerini de sorduk. Bazıları istedi, bazıları ise bağımsız ilerledi, şarkıların kendilerinde bıraktığı hislere göre… İçlerinde “Olmasaymış daha iyi olurmuş” dediğim tek bir çizim bile yok. O kadar mutluyum ki bu anlamda. Kitap bu çizimlerle değerlendi bence.

”Kadınım” – Başak Karafaki
Şu an fark ettim ki aslında tüm bu süreci çok basitmiş gibi anlatıyorsun. Sanki tüm hazırlıklar ve çalışmalar çok kolaymış gibi geliyor dinleyince ama arkasında çok büyük bir arşiv taraması ve araştırma süreci var aslında. Özellikle hikayelendirmeler ve bilgilendirmeler kısmında nasıl bir hazırlık yaptın?
Tamamen kişisel çabalarımla ilerliyorum. Bazen müzisyen ya da şarkının sahibiyle daha önce yapılmış röportajları okuyarak ediniyorum bu bilgileri. Şanslıyım çünkü bu röportajların bir kısmını ben yapmıştım. Kitabı şekillendirirken de bunlara güvendim açıkçası. Hem zaten bu isimlerin çoğu arkadaşım. BabaZula örneğin, onlarla pek çok röportaj yaptım, turnelerine eşlik edip onlarla birlikte dünyanın her yerine gittim, aynı sahneyi paylaştım, albümlerinin kayıt aşamasında bulundum. Dolayısıyla amiyane tabirle grup olarak “ciğerlerini biliyorum” dediğim haller ortaya çıktı. Şarkıları seçerken de buradan ilerledim.
Hiç röportaj yapmadığım müzisyenler söz konusu olduğunda da Roll dergisi imdadıma koştu. Yakın döneme dair aradığım ne varsa onların yapmış olduğu röportajlarda buldum. En zoru alaturka ve arabesk bölümüydü çünkü onlar benim olmadığım zamanlarda ortaya çıkmış, yapılmış şarkılardan oluşuyor ama onlarda bile yine kendi yaptığım röportajlardan faydalanabildim. Yıldırım Gürses’le yapılmış bir söyleşim var mesela, ondan beslenebildim. Emel Sayın’la da söyleşi yapmıştım; Teoman Alpay zaten, dizinin dibinde büyüdüğüm bir isim.
Bir taraftan da elimdeki gazete ve dergi arşivlerinden beslendim. Yan yollara da saptım elbette; gazete arşivlerine girdim. Kütüphaneye kapanarak çalıştım. Hangi şarkıcı için hangi döneme bakmam gerekiyor, hangi gazetede yer almış olması yüksek ihtimal… Bunları düşünerek ilerledim. Müzikle ilgili yazılmış söyleşi ve hatırat kitaplarının hepsini okudum neredeyse. Kütüphanemi zenginleştirdim, her şeyi topladım ve okuma faslına başladım. Sadece bu fasıl bir buçuk yıl sürdü.
Senin ve Roll’un röportajlarını düşünürken aklıma geldi şimdi: Sence müzik yazarlığı söz konusu olduğunda neden yeni isimlere denk gelmiyoruz artık? Sanki bu alana olan ilgi azalmış gibi, yeni isimler yetişmiyor…
Çünkü artık yazabilecekleri bir mecra yok ve yokluğunun karşılığı kimsenin yazmaması değil, kimsenin okumaması. Herkes her şeye çok kolay ulaşıyor ve herkes bulduğu en kolay bilgiyle yetiniyor. Üstelik bunu hafızana da yazmıyorsun, interneti açıp hemen bakıp tekrar kapatabiliyorsun. Bu yüzden müzik yazarlığı da geride kaldı çünkü biz yazsak da bunları okuyacak insan kalmadı.
Ama bir taraftan da ihtiyaç varmış gibi geliyor, çünkü her yer birbirinin aynı, içi boş yazılarla dolu.
Tabii canım olmaz mı? Bir müzik dergisi çıkmak durumunda. Ben Almanya’da Berlin’de bir yıl yaşadım, aklım uçuyordu. Sadece Almancada basılan dergiler bile 40’a yakın, onun yanına İngilizce ve beynelmilel dergileri de koy, daha da büyüyor iş. Çok acayip.
Memleketteki her türlü siyasi, sosyoekonomik değişikliğe rağmen, rakı kültürü ve çilingir sofraları yerli yerinde, her zamanki gücünde duruyor. Kimi zaman kese kağıdına sarılarak ya da plastik bardaklarda gizlenmek zorunda kalabiliyor ama o alışkanlık, hâlâ orada… Nedir bizi rakı masasına bu kadar bağlayan sence?
Aslında direnmiyor bence, hayatın akışı içinde devam ediyor. Benim kitapta anlatmak istediğim de biraz bu. Rakı masası bir kültürün uzantısı, geçmişten bugüne gelen ve bozulduğunu iddia etsek de aslında bozulmayan bir kültür. İnsanlar rakı masasında buluşuyorlar, içiyorlar, meze yiyorlar, muhabbet ediyorlar ve müzik dinliyorlar. İşte kitapta, Zeki Müren’den pop ortamlarına nasıl geldiğimizi anlatıyorum. Beyoğlu’nun değişimini de, Ankara’daki meyhanelerin Ulus’tan nasıl oldu da Tunus Caddesi’ne kaydığını da, gazinoların nasıl ortaya çıkıp kapandığını da, kadınlar matinesini de… Dolayısıyla sadece bir müzik ansiklopedisi değil, şarkılar etrafında bu kültürü de anlatan bir ansiklopedi. Ama yine altını çizerek söylüyorum, benim süzgecimden geçmiş bir ansiklopedi, başkası böyle yazmazdı belki.
Bir de muhabbet açıcı şarkılar olmasını istedim kitaptakilerin. Mesela Cem Karaca’nın şarkısını dinlerken “Ya eskiler de ne güzeldi” desin insanlar ya da Ceylan Ertem’i dinlerken ”Gezi’yi yaptık biz” diye düşünüp o dönemleri hatırlasın istedim. Her şarkının insanları bir yerlere götürmesini amaçladım aslında. Maddeleri de öyle kurdum. Bütün bilgileri vermiyorum; tattırıyorum ve insanların oradan yola çıkarak başka bir araştırmaya yönelmesini istiyorum; ‘bakınız’larla bir maddeden diğerine yönlendiren eski ansiklopedilerdeki gibi bir mantıkla. Her bilgiyi verirsin ama hiçbir bilgiyi tam vermezsin. Benim kitabım da bunu yapsın istedim, Türkiye özelinde.
Kesinlikle, zaten muhabbet eden bir tavrı var da anlatım dilinin, hikayelerinin. Radyo programında anlatıyormuşsun gibi.
Aslında önsözde de söyledim bunu, bir çilingir sofrasına plaklarımla konuk oluyorum ve onları çalarken o plakların hikayelerini anlatıyorum. Kimi zaman kendimi anlatıyorum, hatta bazen çok fazla kendimi katıyorum. Bazı maddelerde şarkıyı bile katmadan kendimi anlatıyorum. Dili de öyle kurdum, tamamen sofrada senin yanına oturmuş ve sana anlatıyormuşum gibi.
Ben mesela, rakı içerken Pixies de dinleyebilen bir insanım. Yurt dışından müziklere yer verecek olsaydınız, kimler olurdu bu listede?
Leonard Cohen’i ısrarla isterim rakı masasında. Bob Dylan’ı zaten söylemiştim yukarıda; AC/DC de vazgeçemediklerimden… Ne olursa olsun konu mutlaka geliyor AC/DC’ye.
Ayrıca Bruce Springsteen çalmasını da isterim rakı masamda ki çok çaldım, çok dinlettim insanlara. Jane Birkin’in Arabesque’i de ne güzel gider… Ki adı zaten albümdeki hisleri anlatıyor. Ayrıca Thom Yorke dinlediğim de çok oldu rakı masasında; neredeyse Hakkı Bulut etkisine sahip…
Aslında rakı masasında ne çalıp ne dinleyeceğim tamamen o günle alakalı. Bugün çok keyifli bir gün geçirdim mesela. Bugün rakı masasında Collectif Medz Bazar’a bağlayabilirdim doğrudan. Ama yarın da bu soruya Thom Yorke diye cevap verebilirim mesela, ruh halim eğer farklı olursa. Rakı masası da böyle kendi ruh haline göre ilerlemeli bence: birilerinin sana zorla bir müziği dinletmeye çalışmadığı masaları tercih etmişimdir her zaman. Gittiğim yerleri de öyle seçmişimdir.
Son soru, ki biliyorum çok soruldu: Bu kitapta en sevdiğin rakı şarkısı hangisi?
Evet, geçenlerde de bu soruldu, beş tane şarkı çıkarttım o anda. Ve muhtemelen onlarla hiç alakası olmayan şarkılar söyleyeceğim şimdi sana.
Bir tanesi Doğrul Koçum Doğrul, Tülay German’ın şarkısı. Benim şu dünyada en sevdiğim ve beni en çok etkileyen şarkılardan bir tanesi. Bütün dünya üzerinde o şarkıyı ilk dinleyen insanlardan biri olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Tülay German albümü yapmak üzere yola çıktığında, Paris’ten gelen kayıtlardan birisiydi ve kaydedildiği dönem dışında ilk kez dinlemiştik. Yılmaz Güney’e ithaf edilmiş bir şarkı, Tülay German Paris’e yerleşmeden önceki son gece Yılmaz Güney’le sabahlıyorlar ve ertesi gün Paris’e uçuyorlar.
Yıkılmamayı anlatır insana ve kendimi kötü hissettiğim zamanlarda hemen onu dinlerim. Dolayısıyla ilk şarkı o olur. İlla ki bir Zeki Müren şarkısı olmalı, Beklenen Şarkı en sevdiğim Zeki Müren şarkılarından biri; beni ilk tavlayan şarkılardan diyeyim. Üçüncüsü de Yürek, Duman’dan. Çok dinliyorum bu aralar…