
Gülme efekti: “İnsan zekasına en büyük hakaret” mi yoksa taşladığımız meyve veren ağaç mı?
Sitcom’larda kullanılan gülme efektine duyulan nefretin nispeten yeni bir şey olduğunu, internet dünyasında insanların birbirine verdiği gazla yayıldığını düşünebilirsiniz. Ama aslında yapay kahkahalara duyulan nefret, bu teknolojinin doğduğu günlere dayanıyor. 1955’te “İnsan zekasına yapılan en büyük hakaret” diye eleştirilmiş, 1999’da TIME’ın “Yüzyılın en kötü 100 fikri” listesinde adı Versaille Antlaşması’yla birlikte anılmış. Bu kadar nefret ediliyorsa neden yıllarca gülme efektine maruz kaldık? Yoksa bizi gerçekten güldürüyor muydu? İşe yarıyorsa artık neden gülme efektli dizi çekilmiyor? Tüm bunların cevabını bulmak için sitcom dünyasına dadanıyoruz.
“Gülme efektlerinin hepsi 1950’lerde kaydedildi. Dizilerde duyduğunuz tüm kahkahaların sahipleri artık ölü.” Ne kadar karanlık ve derin bir cümle… Ve tabii yeraltı edebiyatı kisvesi altındaki çoğu aforizma gibi bu da doğru değil. Chuck Palahniuk bu sözleri 2002 tarihli Ninni kitabında yazmıştı. Neden doğru olmadığını anlamak için tarihin sayfalarını şöyle bir aralayarak başlayalım…
Teknolojinin gelişmeye başladığı, komedi türünün radyodan televizyona kaydığı 40’lı yıllarda komedi dizileri gerçek izleyicilerin önünde canlandırılıyor ve canlı olarak televizyonda yayınlanıyordu. Bu da spontane ve doğal kahkahaların yayınlanan diziye dahil olması demekti. Bu kahkahalar türün önemli bir parçasıydı; hem yaratıcılar için anlık bir feedback etkisi vardı hem de seyircilerin daha çok gülmesi için itici bir güç oluşturduğu düşünülüyordu.
İlk sitcom’lardan I Love Lucy
Zaman ilerledikçe ve televizyon yayıncılığı geliştikçe bu doğal kahkahalara da bir ayar çekmek gerekti. Seyirciler bazen istenen tepkiyi vermiyordu ya da gereğinden uzun süren kahkahalar kurgu aşamasında pürüz yaratıyordu. 1950’lerde Charles Douglass isimli bir ses mühendisi, Laff Box -yani Kahkaha Kutusu ya da benim demek istediğim şekliyle Şakamatik- adını verdiği icadıyla yapay kahkaha konseptinin temelini attı. Bu alette ‘‘kadın’’, ‘‘erkek’’, ‘‘şakayı geç anlayan’’, ‘‘gülmesine engel olamayan’’, ‘‘anırarak gülen’’ gibi kahkahalarla çok çeşitli kombinasyonlar yaratabiliyordunuz. Ayrıca Şakamatik, kurgu geçişlerinde kahkahaların azalarak kaybolmasıyla yumuşak geçişler elde edilmesini de sağlıyordu.

Laff Box
ABD’li vatandaşlar, bu yapay kahkahalara vakit geçmeden “Bunlar bana neye güleceğimi mi söylemeye çalışıyor!” diyerek oldukça Amerikanvari bir tepki verdi. Aktör ve yapımcı David Niven, 1955’te verdiği bir röportajda “Gülme efekti seyircinin zekasına yapılan en büyük hakarettir” yorumunu yaptı. Ancak yapımcılar bu gülme efektini o kadar sevmişti ki 50’ler ve 60’lar yerli yersiz her yerde gülme efekti kullanılan yapımlarla doldu. Çakmaktaşlar çizgi filmine bile gülme efekti eklendi(!).
Bu dönemde endüstrinin gülme efektine çok fazla güvenmesinin bir sebebi de 1974’te yapılan bir sosyal psikoloji deneyi. Bu deneyde katılımcıların gülme efektiyle birlikte dinletilen esprilere daha fazla güldüğü görülmüş. Bilim insanları bunu “conformity pressure” kavramıyla açıklıyor, yani çoğunluğun verdiği tepkiye uyum sağlamaya çalışıyoruz. Eh, hem deneyler hem de fokus grup çalışmaları gülme efektinin etkili olduğunu gösterince yapımcıların bu oyuncağı bırakması için pek bir sebep kalmamış… Bu Şakamatik’in çok pahalıya patlaması dışında.
Laff Box yani Şakamatik’i Charles Douglass’ın icat ettiğini söylemiştik. Douglass, bu aletin patentini almış ve nasıl çalıştığını sır gibi saklamış. Alet bir arıza çıkardığında tuvalete gidip sorunu herkesten gizli çözüp geliyormuş. Yanından ayrılması gerektiği zamanlarda da bu aleti kilitli bir kasaya saklıyormuş. Hikayeler, hikayeler… Bu aletten sadece bir tane olunca Douglass da ücretini gitgide artırmış.
70’ler aynı zamanda insanların dizilerde aynı yapay kahkahaları duymaktan çok şikayetçi olduğu bir dönem. Hangi şakadan sonra hangi kahkahanın geleceği bile tahmin edilebilir olmuş. Bu itici güçlerin gazıyla ses mühendisleri güçlerini birleştirmiş ve çok geniş bir gülme efekti kütüphanesi oluşturmuşlar. Bu kütüphane sürekli geliştirildiği için, yazının başında söylediğimiz gibi, her zaman 50’lerde kaydedilen bir kahkahayı duymuyorsunuz. Yani, sayın Chuck Palahniuk, TEYİTLENDİNİZ.
Bu dönemde yapılan bilimsel deneyler odak grubu çalışmaları gülme efektinin olumlu etkisi olduğunu gösteriyor gibi. Ancak artık 70’lerde değiliz, gülme reflekslerimiz değişti, bu gülme efektini sevmediğimiz ortada. Yapay olduğu bu kadar bariz olan kahkahalar da ortama uymak için gülmemizi tetikliyor mu? Bu soru ilk kez 2002’de sorulmuş. Yapılan deneyin sonucuna göre, gerçekten de bir şakaya gülenler “bizden” değilse uyum sağlamak için gülme eğilimi göstermiyoruz. Bu da aslında gülme efektinin oradaki kahkahaya dahil olmak için bizi de güldürmeye yaramadığını gösteriyor.
Zaman geçtikçe insanlar gülme efekti konusunda çizgisini net olarak belirliyor: Sevmiyoruz arkadaşım bu illeti. Gülme efektinin olmadığı başarılı örnekler de gördükçe yapay kahkahalar git gide stigmalanıyor. Ama ne hikmetse gülme efektli diziler 2000’lerde de ağırlığını korumayı sürdürüyor. Hollywood yazarlarından Michael Jamin’in anlattıkları gülme efekti konusunda farkında olmadığımız iki yüzlülüğümüzü açığa çıkarıyor: Jamin ve ekibi bir diziyi önce gülme efektsiz çekmişler. Yapımcının ısrarı üstüne bir de gülme efekti eklemişler ve iki versiyonu da fokus gruplara izletmişler. Gülme efektli versiyonu izleyenler ellerindeki metriği son seviyeye kadar çıkarıp kahkahalarla gülmüşler ancak tek bir olumsuz yorumları olmuş: “Keşke gülme efekti kullanmasaydınız, öyle daha çok gülerdik.” Bunu duyan Jamin derin bir “Oh!” çekmiş çünkü dizide yapay kahkahaların olmasını istemiyormuş. Ancak gülme efekti olmadan izleyen grubun derecelendirmesinde diziyi ilk grup kadar komik bulmadıkları görülmüş… Yani gülme efektinden nefret ettiğimizi sanıyoruz ama o olduğunda farkında olmadan esprilere çok daha fazla gülüyoruz.
2019’da yapılan bir psikoloji deneyi de Jamin’in gözlemlerini doğrular nitelikte. Bu çalışmada katılımcılara “dad joke” diye bilinen, Türkçede de ‘‘baba esprisi’’ diye kodladığımız ‘‘kötü’’ espriler dinletilmiş. Bu şakaları gülme efekti eşliğinde dinleyen katılımcılar bu soğuk esprileri bile komik bulma eğilimi göstermiş. Yapay kahkahaları fark ediyor ve bundan o kadar da etkilenmiyor gibi görünsek de bu gülme efektlerinin bizi gıdıklayıcı bir etkisi var belli ki.
Tek kamera formatıyla çekilen, gülme efekti kullanılmayan dizilerin başarısını kanıtladığı günümüzde gülme efektli dizilerden konuşulduğunda “O diziler gerçekten komik olsaydı gülme efektine ihtiyaç duymazlardı” cümlesini duyuyoruz sıklıkla. Oysa bu yorumu yaparken Brooklyn 99, Modern Family ve The Office gibi diziler ile Seinfeld, Friends ve How I Met Your Mother’daki komedi unsurlarının farklı olduğunu atlıyoruz. Yeni nesil sitcom’larda gülme efektinin yerini uzun sessizlikler, yıkılan dördüncü duvarlar ve zoom-in/zoom-out’lar alıyor. Gülme efektli The Office kulağa çok rahatsız edici geldiği gibi gülme efektsiz bir Friends düşünmek de mümkün değil. Merak edenler için dizilerin gülme efekti çıkarılarak editlenmiş, oldukça rahatsız edici hallerini YouTube’dan izlemek mümkün. Örneğin Friends’ten bir sahneyi ele alalım: Diziyi izleyenler müzedeki iş arkadaşı sandviçini yediği için sinir krizi geçiren Ross’u hatırlayacaktır… Dizinin ikonik anlarından olan ve izlerken çok güldüğümüz bu sahnelerden gülme efektini çıkardığınızda Ross tam bir sosyopata dönüyor. Anlaşılan o ki doğru şekilde ve tadında kullanılan gülme efektleri bu yapımlardan maksimum verim almamızı sağlıyor…
Geleneksel sitcom anlayışından kopan gülme efektsiz ve tek kamera kullanılan dizilerin kendini kanıtlamasıyla gülme efektine ihtiyaç duyan eski nesil diziler yavaş yavaş rafa kalktı. 2007’de yayına başlayan ve türünün son büyük örneklerinden Big Bang Theory 2019’da yayın hayatına veda ettiğinde sitcom kültürü artık tamamen değişmişti. Gülme efektinin Man With A Plan ve How I Met Your Father gibi projelerde hâlâ kullanıldığı oluyor. Ancak bu dizilerin özelliği ya çok ünlü bir oyuncunun oynaması (Friends’in Joey’si Matt LeBlanc) ya da çok ünlü bir dizinin evreninde geçiyor olması (How I Met Your Mother). Bu dizilerin izleyici kitlesinin de yeniliğe çok açık olmayan, eski favori dizilerinden bir şeyler bulmak isteyenler olduğu düşünüldüğünde geleneksel formatı takip etmeleri mantıklı bir tercih. Bunun dışında, Türkiye’de bile gülme efektli dizilerin artık unutulduğu 2020’li yıllarda yapay kahkahalı dizi çekip Gen Z’nin ağzına sakız olmak alınacak risk değil gibi…