Sherlock, Budizm ve The Power of the Dog: Her yerden Benedict Cumberbatch’e dadanıyoruz

Kimilerinin hâlâ bir umut Sherlock rolüne döneceği günü beklediği, kimilerinin de bu seneki Oscar favorisi Benedict Cumberbatch. Marvel tutkunları için ise çoklu evrenlerin kapılarını aralayan yüce büyücü… Oyunculuk kariyerine tiyatroyla başlayan ve şimdilerde adım adım inşa ettiği sinema kariyeriyle göz dolduran İngiliz aktörün adını bu seneki ödül adaylıklarında bol bol duyduk. Usta yönetmen Jane Champion’ın uzun yıllar sonra sahalara dönüş yaptığı vahşi batı draması The Power of the Dog’daki performansıyla bir kez daha gösterdi bize her rolü ne kadar iyi kotarabileceğini. Evet, ”Sherlock” deyip duruyoruz kendisinden bahsederken ama her ne kadar bu dedektif rolüyle zihnimize kazınmış olsa da kendisini beyaz perdede ya da ekranda izlediğimiz her seferde o anki karakterine kapılıveriyoruz; Benedict’i de, Sherlock’u da unutup karşımızdaki karakterin derinliklerine doğru çekiliveriyoruz. Her daim güven veren duruşu, toplumsal olaylara karşı duyarlı oluşu, muzip şakalarıyla da kalbimizde çoktan ayrı bir yere ulaştı bile.

Happy Benedict Cumberbatch GIF - Find & Share on GIPHY

Bu sene her yerde adını duyduğumuz, sıkça izlediğimiz ve de yine yeteneğine hayran kaldığımız bir isim Cumberbatch. O, çoğu kişinin aklına Sherlock rolüyle kazınsa da bu durum onun kariyerinde yeni yollar keşfetmesine hiçbir zaman engel olmadı; nasıl bir rolde yer alırsa alsın tüm rollerini benimsetti bir şekilde seyircisine. Şu sıralar hem The Power of the Dog’daki sevimsiz ve de hırçın Phil karakteriyle hem de Marvel evrenini birbirine katan Doctor Strange rolüyle epey yoğun bir yıl geçiriyor. Ve aday olduğu Oscar kategorisinde heykelciği eve götürüp götürmeyeceği de merakla bekleniyor. En iyisi ödüllerden bahsetmeden önce biraz başa saralım…

Benedict Timothy Carlton Cumberbatch 12 yaşında Shakespeare’in A Midsummer Night’s Dream oyunuyla beraber ilk kez sahne tozu yutmuş. Liseden sonra, üniversiteye başlamadan önce ise eğitimine bir yıl ara vermiş ve Hindistan’ın yolunu tutmuş. Evet, muhtemelen siz de aradaki bağlantıyı kuramadınız. Hemen anlatalım; bizim koca yürekli Doktor Strange’imiz pardon Benedict’imiz Cumberbatch’imiz bu ara yılında Hindistan’ın Darjeeling yakınlarında bulunan bir Budist manastırında Tibetli rahiplere İngilizce öğretmiş. Ve bu deneyimini yıllar sonra şöyle anlatıyor: “Meditasyon fikrinden ve ne anlama geldiğinden her zaman büyülenmiştim. Hindistan’da bir düzine insanla birlikte zihnimi dinlendirmek amacıyla büyülü bir inzivaya çekildim. İnanılmaz bir deneyimdi. Bu inzivadan resmen uçarak çıktım. Bu kadar hareketsiz ve dalgın olduğunuzda duygusal farkındalığınız yükseliyor ve odaklanmanız keskinleşiyor.” Benedict’in bu deneyimi her ne kadar ilham verici olsa da bir Doctor Strange şakası yapmamak için kendimizi zor tutuyor ve devam ediyoruz…

Benedict bu Budist eğitiminin daha sonraları, Sherlock gibi kariyerinde mihenk taşı olan bir rolün getirdiği sorumlulukla başa çıkmasında büyük faydası olduğunu söylüyor: “Durgunluk, oyunculuğun önemli bir parçasıdır. Bu yüzden önceden buna belli bir miktar odaklanmıştım. Hareketsiz bir nokta, bulunması çok ama çok zor bir yerdir. Özellikle de modern teknolojinin yanıp sönen dünyası tarafından itilip kakılan alışılmış türdeki insanları arasında.” Ve Benedict bu ruhani eğitiminin ardından Manchester Üniversitesi’nde drama bölümüne giriyor ve artık ciddi anlamda mesleki eğitimine başlıyor. Londra Müzik ve Dramatik Sanat Akademisi’nde klasik oyunculuk alanında yaptığı yüksek lisansın ardından tekrar tiyatro sahnelerine dönüyor ve bir yandan da ufaktan televizyonda da görünmeye başlıyor.

Sırasıyla Amazing Grace, Atonement, The Other Boleyn Girl, Third Girl ve Tinker Tailor Soldier Spy gibi filmlerdeki yardımcı rolleriyle beyaz perdeye taşıyor kariyerini. Ama tüm bu işlerinin arasında kendisinin başına korkunç bir olay geliyor. 2005 yılında To the Ends of the Earth isimli BBC mini dizisinin çekimleri için gittiği Güney Afrika’da kendisi ve oyuncu kadrosundan birkaç kişi altı silahlı kişi tarafından kaçırılıyor; elleri bağlanıyor, bir arabanın bagajında ıssız Afrika çöllerine götürülüyorlar. Benedict o zamanları “neredeyse öleceklerinden emin olduğu anlar” olarak tanımlıyor ve silahlı adamlara onları vurmanın aptalca olduğunu anlattığını, ölü bir İngiliz aktörünün başlarına büyük belalar saracağından bahsettiğini söylüyor. Neyse ki bu filmlere konu olabilecek kaçırılma hikayesi oyuncuların paralarını ve kredi kartlarını teklif etmesiyle kazasız belasız son buluyor.

Benedict de haklı olarak bu olaydan sonra “birazcık delirdiğinden” bahsediyor ve şöyle diyor; “Namibya’ya, dünyanın bir ucuna gittim ve Swapismund’da adrenalin bağımlısı oldum.  Çünkü bu olay bana bu dünyaya geldiğimiz gibi ayrılacağımızı öğretti. Tamamen kendi başımıza ve bana daha az sıradan bir hayat yaşama isteği verdi” diyor. Bu ürkütücü olaydan da bir ders çıkaran Benedict 2010’da Sir Arthur Conan Doyle’un yıllara meydan okuyan Sherlock Holmes hikayelerinin modern zaman uyarlamasıyla adından söz ettiriyor. 2014 yılında Sherlock rolüyle ilk Emmy’sini de kazanıyor Cumberbatch. Yedi senede çekilen sadece 15 bölümle karakterini ikonikleştiren Benedict’in sinema kariyeri gözümüzün önünde yukarılara doğru hızla ivme almaya başlıyor. Sherlock hakkında da şöyle diyor kendisi; “Martin Freeman ile kimyamız çok iyi tuttu. Yine de hiçbirimiz dizinin bu kadar büyük bir başarı elde edeceğini tam olarak kestirememiştik.” 2014 yılına geldiğimizde Keira Knightley ile başrolü paylaştığı ve ilk bilgisayarın yaratıcısı, II. Dünya Savaşı’nda çeşitli Alman şifrelerini kırarak savaşın kaderini etkileyen Alan Tuning’e hayat verdiği The Imitation Game ile ilk Oscar adaylığını kazanıyor. 2018’de yayınlanan mini dizi Patrick Melrose’da ise geçmişini silmek için kendi kendini de yok eden karakteriyle bizi yine bambaşka bir yere götürüyordu. Onu sadece Sherlock’a indirenler için iyi birer cevaptı tüm bu roller.

2016 yılında ise kendisinin Marvel macerası başlıyor. Dr. Stephen Strange karakteriyle ve Doctor Strange solo filmiyle MCU’ya gayet sıcak bir şekilde karşılandığı girişini yapıyor Cumberbatch. Bir Avenger olarak devam ettiği yolculuğunun ilk perdesi Avengers: Endgame ile kapanırken MCU’nun dördüncü fazında en etkin rol alan karakterin başında geliyor şu sıralarda. İngiliz aktör, Spider-Man: No Way Home’ın ardından 6 Mayıs’da vizyona girecek olan Doctor Strange in the Multiverse of Madness ile kalp atışlarımızı hızlandırıyor. Ve tüm bu yoğun çalışma takvimine bir de Jane Champion imzalı The Power of the Dog filmini sığdırmayı başarıyor. Champion’ın aynı isimli Thomas Savage romanından uyarladığı ve Netflix’in dağıtımını üstlendiği bu filmle beraber bu seneki ödül sezonuna damga vuran isimlerden biri oldu Benedict. The Power of the Dog da Bafta, AACTA Ödülleri ve de Critics’ Choice Ödülleri’nden En İyi Film Ödülü’yle ayrılırken hem Benedict’in hem de filmin Pazar gecesi dağıtılacak Oscar’larda adaylığı bulunuyor.

Bu arada bu bahsettiğimiz ödül törenlerine Cumberbatch ya elinde Ukrayna bayrağıyla ya da rozetiyle katılıp Ukrayna halkına olan desteğini tüm dünyaya gösterdi. “Ukrayna’ya iki buçuk saatlik uçuş mesafesinde yaşayan bir Avrupalı olarak içinde yaşadığımız dönemin şok edici olduğunu düşünüyorum. Politikacılar acı çeken bu insanlara yardım için daha gerçek adımlar atmalılar. Herkes elinden geleni yapmalı. Bu insanlara kapılarını açmak isteyen birçok gönüllü var ve ben de bunlardan biri olmayı umuyorum” diyerek tüm bu gösterişli kırmızı halılarda yaşadığımız bu savaş dramına dikkat çekmeyi ihmal etmedi. Ve şimdi sırada Oscar’lar var, muhtemelen yine benzer şekilde Ukrayna’ya olan desteğini gösterecek bu törende de. Kendisi bu senenin En İyi Erkek Oyuncu kategorisinin güçlü adaylarından olarak öne çıkıyor. Heykelciği kucaklama ihtimali hiç de az olmasa da Benedict’e çoktan gönlümüzün Oscar’ını verdik biz. Kendisinin temiz kalpliliğine olan inancımız bir yana içinde bulunduğumuz dönemin en başarılı aktörlerinden biri olduğu da bir gerçek tabii ki.