Çilingir Sofrası: Dört parçaya bölünmüş, uzun bir gecenin hikayesi

Beyoğlu’nda bir meyhanedeyiz. Duymasak da burnumuza kadar gelen bir anason kokusu var, hissediyoruz. Mezeler önden geliyor, ara sıcaklara biraz sonra karar vereceğiz. Ali Kemal Güven’in yazıp yönettiği, Ahmet Rıfat Şungar ve Barış Gönenen’in başrolleri paylaştığı Çilingir Sofrası filmi aracılığıyla konuğuz bu masaya. İki eski “dost” Emir Can ve Yusuf Efe’nin hikayelerini demlene demlene izleyeceğiz.

Birbirlerini çok iyi tanıyan bu iki arkadaş, yıllar içinde farklı yollara savrulsa da sosyal medyanın da gücüyle bir çilingir sofrasında buluşuyorlar tekrar. Her zamanki gibi özlemin esas duygu olduğu bu masada da sıklıkla geçmişe dönülüyor. Geçmişin “güzel” hatırlanmak zorunda olduğu, şimdinin esas alındığı, geleceğin ise belirsizliğiyle ürküttüğü bir sohbet. Aslında kocaman bir geçmişin; dört parçaya bölünmüş, uzun bir geceye sığan hikayesini izliyoruz.

Çilingir Sofrası etiketlerin,”başkaları ne der” baskısının, kendimizi bile inkar etmenin ne denli büyük bir yük olduğunu hatırlatıyor bize. Filmi izledikten sonra aklımızda sorular da beliriyor elbette. Zaten Çilingir Sofrası da “Özgür ve toksik maskülenliğin olmadığı bir yerde, bambaşka hikayeler nasıl olurdu?” sorusuna sırtını yaslayan bir film. Bu yönüyle bir yandan da hayaller kurdurmayı başarıyor.

İlk gösterimini 41. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirecek Çilingir Sofrası İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma bölümünde yarışacak. Biz de gösterim öncesinde yönetmen Ali Kemal Güven ve başrol oyuncuları Barış Gönenen ve Ahmet Rıfat Şungar’la anason kokusu eşliğinde bir sohbete daldık.

*Çilingir Sofrası’nı 16 Nisan Cumartesi akşamı 21.30’da Atlas Sineması’nda izleyebileceğiz. Gösterim sonrasında film ekibi ile soru-cevap seansı olacağını da ekleyelim.

Ali Kemal Güven – ”Ne önemi var ki zaten, özlediğin biriyle aynı masada otururken onu ne kadar özlediğinden bahsetmezsin. Sürekli geçmişi konuşursun. Ya da çok alakasız bir şekilde, yemek tarifi de verebilirsin.”

İki eski “dostun” çilingir sofrasına konuk oluyoruz Çilingir Sofrası ile. Emir Can ve Yusuf Efe’nin hikayesi nasıl düştü aklına, Çilingir Sofrası’nın ilk ilhamlarını nerelerden, ne şekilde toparladın?

Uzun zamandır sadece kendim için, gönlümden geçtiği gibi, İstanbullu bir kuir hikaye yazmak istiyordum. Önce çok aydınlık, komik ve eğlenceli bir senaryo taslağı çıktı. Sonra ne oldu bilmiyorum, ya sek rakı ya da Zeki Müren’in “Kahır Mektubu” plağı yüzünden daha karanlık bir tarafa evrildi hikaye. Kaybettiklerimizi düşündüm… Fiş şeklinde elimize tutuşturulan “sinema biletleri”nden önce nasıl bir hayatımız vardı, o hayatı kimlerle paylaştık, hangi hikayelerimiz yarıda kaldı derken…Çilingir Sofrası çıktı ortaya.

Hazırlık sürecinde en çok neler döndü zihninde? O dönemi bir müzik, kitap ya da filmle özdeşleştirecek olsan bu ne olurdu?

Yeniden Wong Kar Wai filmlerine döndüm. Carol filminde Todd Haynes ve görüntü yönetmeni Edward Lachman’ın yarattıkları görsel dünyayı inceledim. Edward Hopper tablolarındaki renk paletinin yarattığı yalnızlık hissi üzerine kafa patlattım. Bol bol Nazan Öncel dinledim. Böyle geçti aslında… Bir de o sırada Vefa Zat’ın “Biz Rakı İçeriz” kitabını okuyordum. Elimde hep o kitap vardı.

Rakı sofrası deyince hemen bize eşlik edecek şarkılar beliriyor aklımıza. Film de açılış sahnesinden itibaren müziklerle el ele yürüyor. Seçtiğiniz bu şarkıların hikaye üzerinde nasıl bir etkisi oldu sence?

Bence olağanüstü önemli bir etkisi var. Ben müzikle hayal kuran birisiyim. O yüzden tamamen kendi zevkime göre, hayran olduğum müzisyen ve şarkıcıların bende anlamlı ve özel yeri olan şarkılarını seçtim. Senaryoyu yazarken dinlediğim şarkıları filmde de kullanabilmek beni gerçekten mutlu etti. Bize şarkılarını kullanma izni veren tüm müzik insanlarının önünde saygıyla eğiliyorum, iyi ki varlar.


Filmin genel akışı karakterler arasındaki diyalog üzerinden şekilleniyor. Tam da bir çilingir sofrasına yaraşır şekilde 🙂 Diyalog yazımının en kilit noktaları nedir sence? Ve Emir Can ile Yusuf Efe’yi nasıl konuşturdun kafanda da bu diyaloglar çıktı ortaya?

Gerçekçi olmak adına olabildiğine gündelik bir dille konuşsunlar, konudan konuya atlasınlar, bazen de “hiçbir şey” hakkında konuşsunlar istedim. Ne önemi var ki zaten, özlediğin biriyle aynı masada otururken onu ne kadar özlediğinden bahsetmezsin. Sürekli geçmişi konuşursun. Ya da çok alakasız bir şekilde, yemek tarifi de verebilirsin. Mühim olan ne konuştuğun değil, tam olarak o cümlelerin altında neleri gizlemeye çalıştığın.

Çekimler nerede gerçekleşti, gitsek biz de kurabilir miyiz o çilingir sofrasını? 🙂

Asmalımescit’deki Sofyalı 9’da gerçekleşti. Hazırlık sürecinde İstanbul’daki tüm meyhaneleri gezdik diyebilirim. Ben daha önce Sofyalı’ya gitmemiştim. İçeri adım attığım an, “Burasıdır,” dedim. Sofyalı 9 harika bir Beyoğlu meyhanesi. Mutlaka gidin ve Emir Can’la Yusuf Efe’nin penceresinin önündeki masaya kurulun.

Kraliçe Fabrikada’dan aşina olduğumuz üzere queer bir anlatının kapılarını aralıyorsun Çilingir Sofrası’nda da. 2008 tarihli Kraliçe Fabrikada’dan; bu yıl izleyeceğimiz Çilingir Sofrası’na… Memleket ve dünya halleri bir yana, senin anlatında neler değişti sence?

Kraliçe Fabrika’da 20’li yaşlarımızın başında, bir hayli amatörken, bir avuç sinema öğrencisi olarak hayata geçirdiğimiz bir okul projesiydi. Hepimiz çok yolun başındaydık o zamanlar… Hâlâ hatırlanıyor olması hem hoşuma gidiyor hem de gülüyorum! O kadar genç ve tecrübesizken de, şimdi de, bir kuir hikaye yazıp yönetmek benim için çok olağan ve normal. Çünkü böyle olmalı. Benim anlatımda neler değişti bilmiyorum ama hayatımın her döneminde elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. O zamanlar o tecrübeyle elimden o kadarı geldi, bugün böyle bir film çıktı. Filmcilik, Orson Welles gibi doğuştan bir dahi değilseniz ancak yaparak öğrenebilinen bir iş.


Çilingir Sofrası, seyircilerle ilk kez 41. İstanbul Film Festivali kapsamında buluşacak. Ayrıca Ulusal Yarışma bölümündesiniz, tebrik ederiz! Nasıl bir deneyim olacak sence? Bir yönetmen olarak festivallerle kurduğun ilişki nasıl ilerledi zaman içerisinde?

Teşekkür ederim! O kadar büyük bir onur ki… Yıllarca sabah erkenden kalkıp bilet kuyruğuna girdiğim bir festivalde kendi filmimin gösterilecek olması muhteşem bir his! Ayrıca Atlas Sineması’nda izleyecek olmak da benim için ayrı bir heyecan! Ben festivallerde öncelikle her zaman seyirciyim. Hayatımın her döneminde, “Bakalım bu yıl Catherine Deneuve hangi yönetmenin filminde oynamış” diye katalog karıştıran bir sinema bağımlısı olarak kalmak isterim.

Spoiler’lı soru ama merak etmeden duramıyoruz: Sence o ‘engel’ kalkmış mıdır, bir başka çilingir sofrası daha görünür mü ufukta Emir Can ve Yusuf Efe için?

Bana sorarsanız bu iki karakterin hikayesi burada bitti. Ama büyük de konuşmamak lazım. Ya da bakarsınız başka çilingir hikayeleri gelir, belli mi olur…

Filmi izledikten sonra aklımıza gelen ilk şey keyifli olmasını umduğumuz bir çilingir sofrası kurmak oldu 🙂 Size de sormak istedik. Uçsuz bucaksız imkanlarla bir çilingir sofrası kuruyoruz, nerede, kimle, ne zaman; sofrada ne olsun; müziksiz olmaz, tüm gece tek bir şarkı çalacak olsa, ne olur?

İzmir Fuarı yıllarında Zeki Müren’i sahnede canlı dinlerken önümde bir çilingir sofrası olsun çok isterdim açıkçası. O yılları kaçırdığım için üzgünüm. Bir de masada Atıf Yılmaz olsun isterdim. Ona sormak, danışmak istediğim o kadar çok şey var ki! “Elveda” çalabilir tüm gece.

Barış Gönenen – ”Hepimizin hayatı kendimiz olmadığımız, insanların düşüncelerini fazla önemsediğimiz için ıskaladığımız hikayelerle dolu. Bunlar bazen küçük bazen de koca bir yaşama mal olan şeyler.” 

Sahne, televizyon ekranı, beyaz perde…. Seni farklı disiplinlerdeki performanslarınla izliyoruz. Her birinin farklı deneyimler ve hazırlık süreçleri getirdiğini tahmin ediyoruz. Çilingir Sofrası’na hazırlanırken referansların oldu mu, nelerden; kimlerden nasıl beslendin?

Ben kariyerini daha çok tiyatro üzerine kurmuş bir oyuncuyum. Bir oyun çalışırken role hazırlık için çok uzun bir zamanın oluyor. Haftalarca hatta aylarca rolle yatıp kalkıyorsun, çok daha incelikli bir süreçten geçiyorsun. Uzun yıllar bu stilde çalışınca kamera karşısında oynayacağım roller beni ürkütüyor. Daha az zamanın ve daha az prova yapma şansın oluyor. Çilingir Sofrası için sadece bir kez okuma yaptık. Ali Kemal, Rıfat’la beni bir daha yan yana getirmedi. Bunun sebebi, on beş sene sonra karşılaşan iki insanın birbirine olan hem tanıdık hem de yabancı olan enerjisini bulmaktı. Benim gibi provakolik bir oyuncu için çok korkutucuydu bu. Çekim boyunca sadece anda olmakla ilgilendim. Emir Can’nin duygusunu anlamak, hissetmek ve Ahmet Rıfat’la o anının içinden ilişki kurmaya çabaladım. Çok şanslıydım çünkü karşımda Rıfat gibi bir oyuncu ve yanımda ne istediğini bilen, her soruma cevabı olan bir yönetmenim vardı.

Bizce her koşulda kendi olduğu/olabildiği için mutludur ama senin Emir Can için bir hayalin var mı? Mutlu mudur sence yola devam edebilmiş midir, ne dersin?

Emir Can’nin gücü kendi olabilmekten geliyor, bu onun hayatla baş etme yolu. Çok genç bir yaşta travmatik bir ilişki yaşadığı ve yetişkin hayatına bir sıfır yenik başladığı için özel hayatını çok iyi yönetebilmiş biri değil. Bunun farkında ve hatalarının yüksek sesle söyleme gücü var. Hikayesi nasıl gelişir nereye evrilir bilemem ama nedense Emir Can’nin mutlu olmakla ilgilendiğini peki düşünmüyorum. Kafasının bir kısmı geçmişte kalmış biri dolayısıyla hep bir hüzünle takılıyor. Küçük anların içinde mutlu hatta eğlenceli biri ama bence mutlu olamayacak kadar akıllı.

Çilingir Sofrası etiketlerin,”başkaları ne der” baskısının, kendimizi bile inkar etmenin ne denli büyük bir yük olduğunu hatırlatıyor bize. Sen filmi izledikten sonra aklımıza hangi sorular düşsün, ne hissedelim istersin?

Hepimizin hayatı kendimiz olmadığımız, insanların düşüncelerini fazla önemsediğimiz için ıskaladığımız hikayelerle dolu. Bunlar bazen küçük bazen de koca bir yaşama mal olan şeyler. Büyük bir mahalle baskı ile büyüyoruz; çoğunluk gibi düşünmek, çoğunluk gibi inanmak, çoğunluk gibi sevmek zorunda hissediyoruz. İnsanın kendine değil de bir topluluğa ait olması kadar büyük bir hapishane yok. Bizim oynadığımız karakterler de aslında bunu anlatıyor. Emir Can çok yara almış ama o hapishaneden çıkmanın bir yolunu bulmuş. Yusuf Efe ise hâlâ o hapishanenin içinde. İronik olansa toplumun normlarına göre ideal olan, makul olan Yusuf Efe; yani kendi olmayı değil, çoğunluk olmayı seçmiş olan. İnsanların da filmi izledikten sonra acaba hangi hikayemde Yusuf Efe hangi hikayemde Emir Can’dım diye düşünmesini isterim. Herkesin kırık bir aşk hikayesi vardır sonuçta.

Çilingir sofrası demişken bunu sormadan olmaz: Çilingir sofrası senin kafanda nelerle özdeşleşiyor? Neler senin için vazgeçilmez bu sofralarda? Hüzünle mi yoksa neşeyle mi kalkarsın sofradan?

Arkadaşlarımla rakı içmeyi çok seviyorum. Rakı sofrasında yeni insanlarla tanışmayı da çok severim. Aslında bu son yıllarda moda olan aşırı rakı güzellemelerinden pek hoşlanmıyorum ama yine de rakı sofrasının kendine ait bir cazibesi var. Rakı sakın bir içki, bu ritüel nasıl oluşmuş bilmiyorum ama seni bir masaya oturup dertleşmeye çağırıyor. Uzun bir seremoni olduğu için de derin sohbetler ve bir sürü duygu barındırıyor. Genelde neşeli olurum ama duruma göre, masada kimlerin olduğuna göre değişir.

Filmi izledikten sonra aklımıza gelen ilk şey keyifli olmasını umduğumuz bir çilingir sofrası kurmak oldu 🙂 Size de sormak istedik. Uçsuz bucaksız imkanlarla bir çilingir sofrası kuruyoruz, nerede, kimle, ne zaman; sofrada ne olsun; müziksiz olmaz, tüm gece tek bir şarkı çalacak olsa, ne olur?

 Bir yaz aksamı Kumkapı’da salaş bir meyhanede, herkesin herkesi sevdiği bir masada kuralım sofrayı, gece ilerledikçe bütün masalar, sonra sokak birleşsin, garsonlar da iki tek atsın, konular da duygular da sık sık değişsin, neşeli bir gece sabaha karışsın. Şarkı da Ferdi Özbeğen, “Aşkımız Eski Bir Roman” olsun.

Ahmet Rıfat Şungar – ”Ben de birçoğumuz gibi ‘‘elalem ne der’’lerle büyüdüm. Bu soru insana en çok hangi rengi sevdiğini söylerken bile baskı oluşturuyor.”

Çilingir Sofrası’na dahil oluş hikayeni merak ediyoruz, nasıl başladı bu macera senin için? 

Ali Kemal’in Çilingir Sofrası için benimle tanışmak istediği haberi ile başladı her şey. Onun bu hikayede beni hayal etmiş olması benim için çok değerliydi. Kısa süre içinde de tanışıp, hemen çalışmalara başladık. 

İki arkadaşın anıları arasında geçmişte bir yolculuktayız. Sen de Yusuf Efe karakteriyle karşılıyorsun bizi. Sıkışmış, toplumun doğruları ve etiketlerine uyum sağlamak için kendi sesine bile kulak tıkamış biri olarak çok tanıdık geliyor bize Yusuf Efe… Sen nasıl anlatırsın onu, karakterle kurduğun ilişki nasıl ilerledi? 

Ben de birçoğumuz gibi ‘‘elalem ne der’’lerle büyüdüm. Bu soru insana en çok hangi rengi sevdiğini söylerken bile baskı oluşturuyor. Toplum baskılarını geride bırakıp, kendime ve herkese dürüst olmak adına, tüm renkler ile tanışmamı sağlayan yollardan gelen biri olarak Yusuf Efe’nin içinde bulunduğu sıkışma ile nasıl yüzleştiğini, yüzleşeceğini göreceğimiz bu yolculukta onu anlayabilmek ve anlatabilmek benim için çok önemliydi. 

Daha önce bir röportajında mesleğini yaparken seni nelerin beslediğini genelleyemediğini, o an için ne iyi hissettiriyorsa o doğrultuda ilerlediğini söylemişsin. Çilingir Sofrası’na hazırlanırken seni besleyen ve iyi gelen şey ne oldu merak ettik… 

İnsanları anlamayı, onlarla empati kurmayı önemsiyorum. Yusuf Efe’nin kimseye belli etmemeye çalıştığı hassasiyetlerini anlamaya çalışmak bir şans. Değer yargılarının aslında hiç de değerli olmadığını tekrar anlamak için Yusuf Efe ile beraber, gözlemlediğim, düşündüğüm konuların sağlamasını yaptım aslında. İyi geldi. 

Film özetindeki “İki eski dost birbirlerinin hayatına girdikçe, özgür ve toksik maskülenliğin olmadığı bir yerde, bambaşka hikayelerinin olabileceğini fark eder” cümlesi çok etkiliyor bizi. “Özgür ve toksik maskülenliğin” hakim olduğu bu dünyayla sen nasıl mücadele ediyorsun? 

Oralarda durmayarak. Bunu hissettiren, anlamamakta direnç gösteren ortamlardan uzaklaşarak. Bu dilin hakim olmadığı yerler olduğunu görmek bana çok iyi geldi. Yeni taşındığım Berlin’den bahsediyorum 🙂 

Çilingir Sofrası ile izleyiciye neyi hatırlatmak/fark ettirmek önemli senin için?

Film izleyici ile buluştuğunda bunun karşılığını seyirci ile beraber daha iyi anlayacağım. 

Çilingir sofrası iki kadehin ardından tüm bariyerlerin indiği yer oluyor pek çoğumuz için. Senin rakı sofrasıyla kurduğun bağ nasıl? Hüzünlenip arabeske koşanlardan mısın yoksa burası dostlarla birbirinizi kucakladığınız neşeli bir yer mi? 

Rakı sofrası ile ilk tanıştığım zamanlarda daha çok dertler konuşulurdu. Bu sanki olması gerekendi. Dramalarımızın rakı sofrasına taşınmamasını tercih eder oldum. Uzun yıllardır 

rakı sofrası neşemi, mutluluğumu paylaşacağım bir hale evrildi ve şimdi sohbetlerin tadı daha güzel. 

Filmi izledikten sonra aklımıza gelen ilk şey keyifli olmasını umduğumuz bir çilingir sofrası kurmak oldu 🙂 Sana da sormak istedik. Uçsuz bucaksız imkanlarla bir çilingir sofrası kuruyoruz, nerede, kimle, ne zaman; sofrada ne olsun; müziksiz olmaz, tüm gece tek bir şarkı çalacak olsa, ne olur? 

İnsanların birbirini merak edip sorular sorduğu, yeni tanışmaların yaşandığı bir sofra olsun. Kimin ne düşündüğünün bir anlamının kalmadığı gün, herkesin sohbet için rakısı ile dahil olup, sil baştan tanıştığımız bir sofra olsun. Bülent Ortaçgil, Benimle Oynar mısın? çalsın.