Çoğu zaman elemli, nadiren neşeli: Deerhunter

Deerhunter, Why Hasn’t Everything Already Disappeared? adlı yeni albümünü Ocak 2019’da yayınlamaya hazırlanıyor. Belli ki bu kış da bizim için çok karanlık geçecek… Eyvah…

2000’ler müziğinin alternatif kanadında, her daim arıza seslerin peşinde ilerleyen bir grup var: Deerhunter. Bu arızalığından dolayı, hep kendisi gibileri kitlesine dahil etti, onun dışına çıkmak için pek çaba göstermedi. Güzel olan da bu zaten. Evet, Pitchfork çevresinde belirli bir üne kavuşmuş olabilir ama yarışmadı, yenilmedi, açık seçik, sizle oynamadı (!). İyice gaza gelip “Ah neşesi yeter” diye devam etmek isterdik fakat malum, Deerhunter cephesinde neşeden ziyade, melankoli, karamsarlık ve anksiyete var. (Bu arada Deerhunter ve Duman, normal koşullarda pek yan yana gelmeyecek gruplar; biz nasıl getirdik hiç fikrimiz yok…)

İlk albümü Turn it up Faggot’ı 2005 yılında çıkarmıştı Deerhunter. Shoegaze’in sert seslerinden iyice nasibini almış; çiğ gitarlar ve yüksek perdeden bağıran vokallerle donatılmış bir albümdü. O zamandan bu yana grubun müziğinde çok şey değişti; yine de o “çiğ gitarlar ve yüksek perdeden bağıran vokaller”, grubun bir tür imzasına dönüştü. Bir şekilde, albümlerin bir yerine dahil ediveriyorlar bu imzalarını.

Arada Crytpograms’ı yayınladılar ki alternatif müzik dünyası aslında bu albümle kabul etti onları. İlerleyen yıllarda müziklerinin hangi yolda ilerleyeceğini dünya aleme gösteren albüm de bu oldu zaten. Grubun esas adamlarından Bradford Cox’ın hastalığı ve onun etrafında şekillenen psikolojik durumu, gitarlar ve synth’lerin ürkütücü sesleri eşliğinde şarkılara da yansıyor, bizi onun iç dünyasına doğru çekiveriyordu.

Esas patlama ise Microcastles albümüyle oldu. Tam on sene önce yayınlanmış… İnsan hayret ediyor, zaman amma hızlı geçiyor diye.

İlk iki albümü ince ince harmanlıyordu Microcastles. Ara ara onları andırsa da onların çok üstünde bir yerdeydi. Her şeyin yerli yerine oturduğu; arada feci şekilde Dark Side’a geçse de bir şekilde oradan çıkıp Güneş’i görmeyi de becerebilen bir albümdü. Her şarkısı ayrı bir hikayeydi gerçekten. Her biri farklı bir hisse açılıyordu. Hem müzikleri hem de sözleriyle… Ben şahsen haftalarca, aylarca döndüre döndüre dinledim. Lockett Pundt’un hayatı boşvermiş gibi tınlayan vokalleriyle dinginlikle söylediği Agoraphobia, bence grubun en iyi şarkılarından biri.


Microcastles sonrası yayınladığı albümlerden bir tek 2010 tarihli Halcyon Digest heyecanlandırdı beni. Hatta hayatımda en çok dinlediğim şarkı da burada. (Bunu da Lockett Pundt yazıp söylemiş, tesadüfe bak!)


Halcyon Digest’in ardından 2013’te Monomania, 2015’te de Fading Frontier’ı yayınladılar ki onlar daha aklı selim oldukları dönemlere denk geldiği için mi yoksa esas zehri solo çalışmalarına ayırdıkları için mi bilmiyorum (Bradford Cox’un Atlas Sound, ekürisi Lockett Pundt’ın da Lotus Plaza adlı solo projeleri var, ki bazen ikisi de Deerhunter’dan daha iyi olabiliyor), hep yüzeysel bir dokunuşla esti geçti.

Esti geçti ama (bence) hâlâ 2000’lerin ilk yıllarının çıkardığı en sağlam gruplardan biridir Deerhunter. Her zaman eski gruplardan beslenseler de (Bradford Cox sıkı bir My Bloody Valentine hayranı), bunları kendilerine has şekillerde yeniden yorumladılar. Farklı sesleri bir araya getirip bundan uyumsuz ama sürükleyici şarkılar yarattılar.

Aslında tam da bu yüzden hiçbir zaman çok meşhur olmadılar. Çünkü kolay formüllerden ziyade arıza ve deneysel olanın peşinde gittiler.

deerhunter

Şimdilerde yeni bir albüm haberiyle karşımızda Deerhunter: Why Hasn’t Everything Already Disappeared? (Neden her şey çoktan yok olmadı?) Gördüğünüz gibi yine çok iyimserler… Albümün ikinci şarkısı No One’s Sleeping ise, 2016’da bir Neo-Nazi tarafından sokağın ortasında öldürülen İngiliz milletvekili Jo Cox için yazılmış.

Why Hasn’t Everything Already Disappeared? Ocak 2019’da yayınlanacak ama albümden ilk şarkı ve video paylaşıldı bile. Adı Death in Midsummer… (Yaz ortasında ölüm!)

Anlaşılan bu kış da yoğun acılar içerisinde geçecek bizim için…

Yaşlanıp duruldular tabii…