
Sistematik savaşlar ve erkeklerin dünyasında yaşamanın bedeli: Fair Play film incelemesi
Canınız mı sıkıldı? Darlık mı bastı? Boğuluyor gibi mi hissediyorsunuz? O zaman bu film size göre değil. Uyarmadı demeyin. Chloe Domont’un Sundance Film Festivali’nde izleyenleri hayran bırakan Fair Play’i Netflix’e geldi. Filmi tek oturuşta bitiremediğim için değerlendirmesinin de biraz geciktiğini söylemekte sakınca görmüyorum. Ne demek istediğimi yakında anlayacaksınız. Buyurun.
Amanın, ahali! Nerelere geldik, neler izledik! Maazallah böylesini ilk kez görüyorum. Ay deli misiniz? Tabii ki şaka yapıyorum. Sabah uyanıyorum. En güzel kıyafetlerimi giyiyorum ve erkeği yücelten sisteme karşı durmak için metrobüse biniyorum. Ama o da ne? Dikkatleri çekiyorum. Eteğim çok kısa, saçım ahenkle dans ediyor, gözlerimde kalın bir sürme var. Teyzeler ayıplarcasına ”cık, cık, cık” çekiyor, birilerinin davetkar bakışları eşliğinde Avrupa yakasından Anadolu’ya geçiyorum. Erkeklerin dünyasında yaşamanın bedelini, Fair Play’in korkusuz finans analisti Emily gibi ben de ödüyorum. Chloe Domont’un yönetmen koltuğunda oturduğu Fair Play; şiddet dolu, öyküsü keskin, anlatacakları bitmiyor. Erotik nüansları eksik etmiyor. Öyle ki filmin kapanış sahnesinin devamını kendi kafamda çektim. Emily ve Luke, New York’un kirli koridorlarındaki finans sektöründe çalışan bir ikili. Aynı şirkette çalıştıkları için şirket kuralları gereği ilişkilerini gizliyorlar. Üstelik nişanlılar. İkisi de hırslı, çalışkan ve istediğini almak için savaşmaktan çekinmiyor. Luke, filmin ilk sahnesinde Emily’nin regl kanı dudaklarından akarken evlenme teklifi ediyor. Mükemmel görünen ilişkileri, Luke’un beklediği terfiyi Emily’nin almasından sonra çirkin bir yola sapıyor. Luke egemenliği sarsıldığı için endişeli. Erkekliğinin zarar görmesi, ilişkilerinde apokaliptik bir etki yaratıyor.
Manipülasyon desen var!
Emily, Luke’un iş yerindeki patronu olunca dengeler değişiyor. Luke önce kendini, sonra Emily’i terfiyi hak etmediğine inandırmaya çalışıyor. Çünkü patriyarkal sistem, erkeği yönetici; kadını çalışan yapmaya kararlı. Kadın yönetici ise bir tehditten öteye geçemiyor. Dahası erkekliğin temsilcisine karşı suç işlemiş sayılıyor. Chloe Domont, ilişkideki güç dengesinin ansızın bozulmasını, manipülasyonun kirletici yansıması üzerinden işliyor. Luke, Emily’nin aklına çomak sokmakta başarılı. Emily’i yarınlar yokmuşçasına manipüle ederken iş yerinde kuyusunu kazmaya, ayağını kaydırmaya çalışıyor. Luke, Emily’nin terfi karşılığında büyük patronla ilişki yaşadığına emin. Bir kadın başka türlü nasıl yönetici olsun? Eteğini kaldırması, hoş görünmesi, iyi kokması lazım değil mi?
Luke’un radikal düşünceleri şiddetlendikçe şifon gömlekler yerini siyah boğazlı kazaklara bırakıyor. Kızın kıyafetlerine kadar karışıyor, zira biliyor iş yerinde Emily’e söz geçiremeyecek. Canlı ve açık renkler giymeye devam ederse, şirketteki diğer erkeklerin ona başka bir gözle bakacağını savunuyor. Emily, artık manipülasyonun son noktasında boğazına kadar kazak çekiyor. Of, yeter be! Bir insan bu kadar mı utanmaz olur diyeceğim, ama aklıma Kızılcık Şerbeti’nin arsız Fatih’i geliyor. Fatih demişken çabuk koşun şu siteye bakın, elleriniz dert görmesin.
Emily’i tehdit olarak gören tek erkek Luke değil. İş yerindeki diğer erkekler de Emily’nin varlığını yadırgıyor. Onu bedeni üzerinden yargıladıkları yetmiyormuş gibi yanlış bir hamle yaptığı ilk anda ”sürtük” demekte de sakınca görmüyorlar. Emily, her köşeden kapana kısılınca deliriyor biraz. E, haklı! Bihter delirmedi mi? Behlül de Bihter’i her şeyin suçlusu ilan edip sevgili Nihal’ciğine kaçmamış mıydı? Bihter’i kimsenin onun sevmediğine, benimsemediğine inandırmamış mıydı? Dyson marka maşası olmadan bile muazzam maşa yapabilen Bihter, psikolojik şiddete karşı savaşacak takati kalmayınca canına kıydı. Emily, öte yandan, kendi gücünü geri almayı başaranlardan. Film, erkekliğin görünenin aksine ne kadar kırılgan bir sistem olduğunu açıklar nitelikte. Luke’un küçük düşmesini izlerken zevkten dört köşe oldum. Darısı Fatih’in başına inşallah, dualarımız bir, kalplerimiz bütün olsun sevgili okurlar.
Susturulma biçimleri
Öte yandan cinsiyetler arası ücret farkı açıldıkça, yetişme ve susturulma biçimleri de ortaya çıkıyor. Luke, kendisinden daha yüksek maaş alan bir kadınla aynı ortamda bulunmaya tahammül edemiyor. Yönetmenin Luke’u bir özneden ziyade, bir sistem temsili olarak konumlandırması da bu yüzden. Luke tek bir kişi değil, patriyarkal sistemin bir yansıması. Dar alanda kısa paslaşmalar yapan ikili arasındaki psikoseksüel gerilim o kadar yüksek ki ilişkileri bir noktadan sonra rahatsız edici bir cezalandırmaya dönüşüyor. Luke, iş yerinde patronu olan Emily’i evlerindeki yatakta yalnız bırakıyor. Fiziksel şiddet derseniz, Luke yine orada. Ancak Emily de az değil. İçten pazarlıklı ve kitabına göre yaşıyor finans dünyasını. Yeri gelince çirkinleşiyor, daha ne olsun? Erkek egemenliğinde nasıl davranması gerektiğini biliyor, sisteme uyum sağlıyor. Siyah ve gri tonlarda giyiniyor mesela. Çünkü renklere de cinsiyet atanıyor. Ciddi görünmenin koşulu, karşı cinsi ‘‘kışkırtmayacak’’ bir kıyafet giymekten geçiyor. Çünkü bize öğretilen mesaj hep bu yönde oldu. Saçını salarsa, tehlikeyi uyandırmış olur. Ah, vah! Ne yaparız sonra. Tam bu noktada filmde tetikleyici sahnelerin yer aldığını belirtmem gerekiyor. Bu kısmı atlayabilirsiniz.
Selamlar, saygılar
Chloe Domont, kariyerinin henüz ilk yıllarında iddialı bir çıkış yakalıyor. Filmin Sundance’te fırtına estirmesinden sonra Netflix tarafından satın alınması da tesadüf değil. Phoebe Dynevor, Bridgerton’daki sakinliğini bir kenara bırakabileceğini ortaya koyuyor. O günlerde de potansiyelini açık etmiş, ”Bakın bana, daha büyük rollere girebilirim” mesajını vermişti zaten. Aksini iddia etmek de bize düşmüyor. Dynevor, adımlarını stratejik atarsa kendini bir anda Yorgos Lanthimos filminde bulabilir. Fair Play, tahammülü olanlar için gerçek yaşamın kısmi bir kopyası. İtiraf etmem gerekir ki bir oturuşta bitiremedim. İzlerken daha önce birlikte çalıştığım erkek yöneticilerin bazılarını sık sık andım. Selam olsun!