
Westeros’a dönüş, Targaryen entrikalarına giriş: House of the Dragon ilk bölüm izlenimlerimiz
Evet, yıllar sonra bile Daenerys’i arıyorken olmaktan korktuğumuz yerdeyiz, Westeros’tayız. Sanki Game of Thrones’ın o yıkıcı finalinin üstünden üç sene geçmemiş, Buz ve Ateşin şarkısını hiç duymamış gibi yine engel olamadığımız bir heyecanla House of the Dragon’ın başındayız. Bu defa çılgın kral ve kraliçeleriyle ünlü bir hanedanlık olan Targaryenler’e odaklanan HBO dizisi pazar günü ekranlardaki yerini aldı ve neredeyse 10 milyona yakın izlenmeyle HBO’nın en çok izlenen ilk bölümü oldu. Henüz kendi jeneriğini duyamasak da fonda çoktan o epik GoT jeneriği çalmaya başladı ve bu prömiyerden duygu dolu ve bir o kadar da sevinçli hislerle ayrıldık biz de. Targaryenların cazibesine karşı koymanın ne kadar zor olduğunu hatırladığımız, çoğu anında dejavu yaşadığımız ve özlediğimiz Game of Thrones evrenine kavuşmamızın şerefine House of the Dragon’un ilk bölümüne dadanıyoruz.
O güzel Stark’lar o güzel atlara binip gittiler belki ama Targaryenler ejderhalarına binip ta uzak yollardan geldiler bizim için. Çünkü George R.R. Martin’in henüz sonuna karar veremediği epik serisi A Song of Ice and Fire ve evreni daha nice can alıcı hikayelerle dolup taşıyor, Targaryenler de bu hikayelerin vazgeçilmez bir hanesi oluyor. İlk bölümü bundan neredeyse 10 yıl önce yayınlanan, HBO’nun önderliğinde ekrana uyarlanan Game of Thrones da sekiz sezon boyunca fırtına gibi esmiş, fantastik dizilere capcanlı bir soluk getirmişti. Seriyi okuyanlar ya da okumayanlar olarak hanelerin sayfalarca dallanıp budaklanan soy ağaçlarını bile ezberlemiştik neredeyse.
Starklar’ın, Lannisterlar’ın ve Daenerys Targaryen’in başı çektiği taht yarışlarını hafta hafta takip etmek, arkadaş ortamında ve sosyal medyada “kritiğini” yapmak, sezon finallerinde şoklara girmek artık bir gelenek haline gelmişti bizim için. Ve GoT sekizinci sezonuyla final yaptığında da bu alışkanlıklarımıza veda etmek en az dizinin kendisine veda etmek kadar zor gelmişti. Son sezonlarda yaşadığımız hayal kırıklıklarına rağmen, House of the Dragon’ın başına yine büyük bir heyecanla oturmamızın en büyük sebeplerinden biri de buydu belki de; bize Targaryenler’in entrika, kan, ejderha ateşi dolu tarihlerinin yanı sıra neredeyse tüm dünyanın ortak olduğu bu tatlı aktivitelerimizi de geri verebilme ihtimali.
Aman dikkat, spoiler’lar başlıyor!
Öncelikle House of the Dragon, hali hazırda tahta oturan Kral Visery I. Targaryen’ın krallığa nasıl seçildiğini özetleyerek ve Westeros’un son Targaryenler’inden biri olan Daenerys’i anarak yaptığı açılışında bize olayların GoT dizisinden 172 yıl önce geçtiğini bildiriyor. Arkada ise bize tam olarak neler olduğunu, ne izlediğimizi deyim yerindeyse tercüme eden Prenses Rhaenyra Targaryen’in sesini duyuyoruz. Ve uzun bir aranın ardından yeniden kuşbakışı bir King’s Landing manzarası ve üzerinde kanat çırpan bir ejderha görüyoruz. Ah o eski, güzel GoT günlerine gitmemiz ve epik bölümleri anımsamamız kaçınılmaz oluyor tabi bu anlarda. Ardından Targaryenler platin sarısı saçları, soluk tenleriyle (ve olanca ukalalıklarıyla) bir bir görünmeye başlıyorlar. Bu defa dünyaya tamamen hakim olan, kendilerinden başka bir rakipleri olmayan, en güçlü ve kalabalık halleriyle karşımıza çıkıyor Fire & Blood hanedanlığı.
Biraz da entrika
Tabii bunlar iyi hoş ama yine de Kral Visery’nin kavgasız gürültüsüz, entrikasız bir şekilde o demir tahtta oturacağını sanıyorsak elbette yanılıyoruz. Belki o şartlar altında ve ejderhaların kanatlarına sığınmış vaziyette onlara kafa tutacak başka bir hane olmasa da Rhaenyra’nın da dediği gibi Targaryenler’in en büyük düşmanı aslında hep kendileridir (Dany ve abisini hatırlayın). Targaryenler ejderha kanlarına, soylarına ne kadar düşkün olsalar ve hatta bu amaçla ensest evlilikler gerçekleştirseler de bu gücün aynı zamanda kendilerinin en zayıf noktası olduğunun da gayet farkındalar. Henüz bir erkek çocuk sahibi olmayan ve bu nedenle de bir varis belirlemeyen Visery’nin de yaklaşan tehlikeyi hissettiğini ve tüm umutlarını doğmamış çocuğunun erkek olmasına bağladığını görüyoruz bu nedenle. Diğer yandan Prens Daemon da adeta “taht oyunlarında ben de varım” diyerek dosta düşmana korku salan bir giriş yapıyor King’s Landing’e. Ve başta King’s Hand yani Otto Hightower olmak üzere bazı konsey üyeleri de Daemon’un şehrin sokaklarını kana buladığı, “iki arabadan fazla uzuv”la yaptığı gövde gösterisine çekiniyor doğal olarak. Bu arada Hightower’ın Daemon’a olan öfkesinin tek sebebinin onun bu hareketlerini onaylamaması değil kızını da alet ettiği çirkin oyunlarla tahta göz dikmesi olduğuna da daha ilk bölüm bitmeden sezebiliyoruz. Ah bu saray entrikaları, şaka maka özlemişiz yahu!
Bunun dışında GoT evrenine iyi kötü hakimiz, her an her yerde şiddet, travmalar, korkunç birtakım entrikalar göreceğimizin farkındayız. Ve bu evrende “tahta yakın bir kadın” kontenjanında hayatta kalabilmenin ne gibi fedakarlıklar gerektirdiğini de Daenerys’le, Sansa’yla, Cercei’yle tecrübe ettik daha önce. House of the Dragon’da da başta kraliçe Aemma Arryn olmak üzere bu acı deneyime gözlerimizle tanık olmaya devam ediyoruz. Viserys’in neredeyse on yıldır hayalini kurduğu “erkek evlat” hayali uğruna korkunç bir şekilde harcanıyor Arryn. Ayrıca bu kontenjana Prenseslik rütbeleriyle Rhaenyra ve Rhaenys’in yanı sıra ilerleyen zamanlarda Otto’nun kızı Alicent Hightower’ın da dahil olacağını biliyoruz. Prenses Rhaenyra bu yarışta başrolü üstleniyor, her ne kadar tahta ve tahtla ilgili her şeye ilgisiz dursa da içten içe o tahtta hakkı olduğunu biliyor. Babası Viserys de onca yılın ve acı kayıplarının ardından bu hakkı kendi eliyle (daha çok mecburiyetten) Rhaenyra’ya teslim ediyor. Ve görünen o ki daha ilk bölümde bile hızlı bir giriş yaptığımız taht savaşları daha yeni başlıyor, ateş ve kanla dolu iç savaşa, Ejderhaların Dansı’na doğru giderken heyecan dolu bölümler bizi bekliyor.
HBO kalitesine saygılarla
Dizinin beklemediğimiz kadar verimli geçtiğini düşündüğümüz ilk bölümünün bu kadar yüksek skorlar almasının en büyük sebeplerinden biri de HBO elbette. GoT’dan çıkardıkları derslerle beraber Ryan J. Condal’a emanet ettikleri bu yeni prequelle, adeta fantastik evrenleri ekrana uyarlama konusunda ne kadar yetenekli olduklarını yeniden kanıtlıyorlar. Viserys’in o dikenli tahtta oturduğunda duyduğu rahatsızlığı, şehrin sokaklarında Daemon’ın estirdiği terörün korkularını bu kadar iyi hissedebiliyorsak bunda HBO’nun ödün vermediği kalitesinin payı büyük. Ayrıca daha henüz kısa bir süre izleme fırsatı bulsak da bizi sanki senelerdir Westeros’ta yaşadıklarına inandıran geniş kadroyu da bir an önce kendi gözlerinizle görüp takdir etmenizi tavsiye ederiz. Nihayetinde, yine karşılaştırmadan geçemeyeceğiz, tıpkı GoT’un ilk bölümü gibi sağlam ve şaşırtıcı adımlar atan ve bir yandan da mütevazi çizgisinden şaşmayan bir ilk bölüm izledik diyebiliriz. Bu evrene yeniden dahil olmak her ne kadar mutluluk verici olsa da ilk bölümün heyecanını üzerimizden attıktan sonra kalan dokuz bölüm için de aynı hislerle dolup taşmayı diliyoruz; nefesimizi tuttuk ve Tanrıların Targaryenler için attığı o meşhur yazı turanın sonucunu bekliyoruz.