İzlemeye doyamadığımız prensesimiz Diana ve yarattığımız kültürel arketipler

Prenses Diana her zaman olduğu gibi yeniden ekranlarımızda olacak; Spencer’dan The Crown’a oradan da yakında Netflix semalarında yayınlanacak Diana: The Musical’a kadar… Kalplerin kraliçesinin klasikleşmiş ikonografisi bir kez daha kalplerimizi kıracak anlayacağınız. Elbette, siz de fark etmişsinizdir onunla ilgili olan her şey her zaman izlemek için yaratılmış gibi. Hakkında çekilmiş sayısız belgesel, film ve dizi hâlâ ilk günkü popülerliğini koruyor sonuçta. Hem de hikayenin sonunu bilmemize, hatta bizzat görmüş olmamıza rağmen… Kuşkusuz, bu durumun sosyolojik ve kültürel pek çok sebebi mevcut. Başta Diana’nın kendine özgü karakteri olsa da dünya ahalisi olarak hepimizin ona yüklediği sayısız sıfat var bir kere. Temsil ettiği arketipler kimilerimizin ona olan hayranlığını daha da artırırken haksızlık da ediyor aslında. Velhasıl, bizler de bir kere daha ona karşı asla tükenmeyecek olan merakımız ve hayranlığımız eşliğinde hem en güncel haberlere hem de popüler kültürün gölge tarafına dadanıyoruz.

Öncelikle o meşhur safir yüzüğü, kırmızı kazağı ve gösterişli saç kesimiyle Pablo Larraín’in Spencer’ında izleyeceğiz onu. Prömiyerini 78. Venedik Film Festivali’nde yapan film bugün itibariyle yeniden vizyonda.

Spencer, diğer yapımlara kıyasla daha kritik ve kısa bir zamanı ele alıyor diyebiliriz. Prens Charles ile çalkantılı evliliğinin artık yürümemesi gerektiğiyle yüzleştiği o meşhur hafta sonuna hatta. Norfolk’taki sarayda geçen o hafta sonunda geleceğin kraliçesi olma ihtimalinden vazgeçme sürecini ise Oscar’lı Steven Knight kaleme almış. Kristen Stewart’ın başrolünde olduğu filmde Jack Farthing, Timothy Spall, Sally Hawkins ve Sean Harris gibi isimler de yer alıyor. Hemen ardından da The Crown ve Diana: The Musical Netflix semalarında olacak.

Aslında tüm bu Diana hikayelerinin ve asla eksilmeyen popülaritesinin (evet, her şeyi defalarca kez görüp dinlemiş olmamıza rağmen) çeşitli nedenleri var. Birincisi ve en önemlisi ona yüklediğimiz temsiller; sevimli, utangaç, masum, cazibeli, başkaldıran, stil sahibi, iyilik sever, vesaire, vesaire… Şöhretinin en başından beri, yani daha Prens Charles’ın kız arkadaşıyken bile belirli bir kültürel imaja uyduğu için hayranlık nesnesi haline gelmişti. Bazı kesimlere göre masumiyetinde insanlara cazip gelen bir şeyler vardı; kraliyet ailesinin tüm o sertliği içerisinde karakterini son derece naif bir şekilde yansıtıyordu çünkü. Aynı şekilde popüler kültürün de en gözde kurbanlarından birine dönüşmüştü. Herkes yaratılan o haksız algının farkında olsa da ‘kusursuz masumiyet’ timsalinin zorlandığı anları görmek için can atan koskoca bir güruh da bulunmaktaydı… Marilyn Monroe ve Britney Spears gibi ünlü kadınlarda da olduğu gibi.

Medya tarafından izi sürülen, zayıf anları kollanan ve haksızlığa uğrayan ünlüler genellikle kadınlar arasından seçiliyor. (bkz: #FreeBritney) Ve her biri sistematik bir şekilde itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor, bir noktada psikolojik bir şiddete maruz kalıyorlar. Çoğumuzun bu duruma izleyici olduğunu ise çok yakında, çok flaş bir şekilde bir kez daha görmüş olduk (bkz. yine #FreeBritney) Haliyle bu kadınların hikayelerini yine yeniden farklı bakış açılarından izlemek onlara yapılan haksızlığı da daha açık kılıyor. Gerçeğe daha da yaklaşıyoruz. Bu hikayelerin bu kadar peşine düşmemizin muhtemelen başka sebepleri de olabilir: Sonunda bir şekilde adaleti bulduklarını mı görmek istiyoruz yoksa vaktiyle kayıtsızca izlediğimiz için hikayelerine dair tüm detaylara hakim olarak geçmişi telafi etmeye mi çalışıyoruz? Ya da belki de ”masumiyet” veya başka bir şey; onların bu karizmasında bizi çeken bir şeyler var. 

Hatta bu konuyu derinden incelemek ve açıklık getirmek amacıyla 2018’de yayın hayatına başlayan harika bir podcast bulunmakta. You’re Wrong About, Anna Nicole Smith ve Monica Lewinsky gibi kadınlar hakkındaki kültürel mitleri çürütmek üzerine kurulmuş. Kurucularından Sarah Marshall Vox’a yaptığı bir açıklamada; “Çocukken yetişkinlerin ne kadar beceriksiz olduğunu gösteren hikayeleri takip etmek benim için bir tür geçit töreni izlemek gibi bir şeydi. Medyada kadınlar seri bir şekilde istismar ediliyordu; bunun nesiller boyu bakılması gereken önemli bir mesele olduğunu düşünüyorum. Siz çocukken medyada ve zihninizde neler vardı? O zamanlar kültürden sorumlu olan yetişkinler nasıldı, belki de şu anda denemek ve yapmak istediğiniz kadar iyi bir iş yapmıyorlardı?” diyerek yukarıdaki sorularımıza başka bir boyut daha ekliyor, bizi çocukluğumuza götürüyor.

Öte yandan, özellikle 2017 ve 2018’de #MeToo hareketinin getirdiği sağlam çalkantılardan sonra, feminizm ve kadın temsilleri etrafındaki kültürel normların son birkaç yılda baya şiddetli bir şekilde değiştiğini de görüyoruz. En başta X, Y ve Z kuşakları arasında bir devir teslim töreni yaşanmakta. Aynı şekilde 90’larda ve 00’larda büyüyenlerin, çocukluklarının on yıllarına ve biraz daha gerilere dönüp baktıklarında görebilecekleri çokça kültürel sıkıntımız da mevcut. Haliyle öyle ya da böyle açgözlü magazin basını tarafından kelimenin tam anlamıyla ölümüne kovalanan Diana’dan bu yana bir değişim fırtınası da ateşlenmiş durumda. Hatta Diana’nın hikayesinin trajedisi, şu anki yeniden sorgulama anımız için çok önemli bir noktada duruyor. Keza Meghan Markle… Diana’nın mirasının yürüyen ve konuşan canlı bir hatırlatıcısı gibi.

Meghan Markle ve Prens Harry’nin 2020’de kraliyet ailesinden ayrıldıktan sonra Oprah ile yaptıkları sansasyonel röportajı hatırlayın. Meghan da Diana gibi kraliyet ailesine katılmasının ardından yoğun zihinsel sağlık sorunlarıyla uğraştığını belirtmişti. Bu durumda kraliyet ailesinin payı olduğu kadar, medyanın ve toplumun da payı çok büyük.

Prens Harry; “Gördüğüm, tarihin tekerrür etmesiydi” derken kesinlikle haksız değildi ve aslında Meghan ve Harry, Diana hikayesinin gücüne dair de sağlam bir hatırlatma sunuyordu. Medyanın bizzat kendi elleriyle bile isteye yarattığı, duygusuz bir kraliyet sistemi içinde hapsolmuş kadın imajını gene medyanın gücüyle alaşağı ediyorlardı çünkü. Haliyle o eski hikaye de yeni ve değerli bir yorum kazanıyordu.

Gene de her şeye rağmen biliyoruz ki popüler kültür mutlu sona ulaşamamış bu hikayeye, Diana’ya ne olduğuna ve neden olduğuna dair ayrıntıları sürekli olarak yeniden gözden geçirmeye kararlı ve istekli olmaya devam edecek. Bizlere düşen ise her yeni yapımdan sonra onu cesaretiyle anmak galiba. Diana, halkın prensesi olurken başarısızlığa, hayal ve kalp kırıklığına dair çok şey öğretti çünkü. Onun gibileri epey nadir olduğu için de bu kadar önemli ve her daim hatırlamaya değer.