
Haftanın yedi günü, yedi farklı İstanbul: Monday to Sunday Istanbul
Çok seviyoruz, çok kızıyoruz. Ne kavgamız bitiyor ne de sevdamız… Güncel bir ifadeyle, “aşamıyoruz biz bu İstanbul’u.” Haksız da sayılmayız, binlerce yıllık tarihi, ev sahipliği yaptığı imparatorluklar, gördükleri, gösterdikleri, eşsiz konumu ve kendine has ruhuyla çok özel bir şehir İstanbul. Hâlâ keşfedilmeyi bekleyen gizli kuytuları da, yeni yeni ortaya çıkan güncel rotaları da bitmiyor bu şehrin. Hal böyleyken “İstanbul’dayız, şehrin ‘en ünlü’ noktalarını biliyoruz ama “İstanbul’u gerçekten tanıyor muyuz?” sorusu düşüyor bizim de aklımıza sık sık.
Uzun yıllardır gazetecilik, iletişim, pazarlama ve iş geliştirme alanlarında çalışan Seda Domaniç ve son 15 yıldır İstanbul üzerine uzmanlaşan, profesyonel turist rehberi ve Istanbul Tour Studio adlı butik seyahat acentasının kurucusu Sinan Sökmen tam da bu soruya yanıt olabilecek Monday to Sunday Istanbul isimli bir kitap hazırladı.
Onlara göre seyahat etmek klasik “mutlaka görmelisiniz” listelerinden, tarihi anıt ve bina gezmenin çok daha ötesinde bir deneyimler bütünü. Bu nedenle hazırladıkları Monday to Sunday Istanbul da alıştığımız bir seyahat kitabından çok daha farklı bir formatta. Domaniç ve Sökmen, yurt dışından gelen ziyaretçilere yönelik, İstanbul’da güncel seyahat deneyimi konulu bir kaynak ihtiyacından yola çıkarak yaratmışlar bu kitabı.
Monday to Sunday Istanbul, tezatlarla dolu ve aslında bu özelliğiyle bayıldığımız İstanbul’un yedi farklı günü ve o günlerin farklı zaman dilimleri için seçilmiş deneyimleri anlatıyor. İngilizce kitapta, İstanbul’un arka sokaklarına dalıyor, yükselen gastronomi noktalarını keşfediyor, güncel sanatı takip ediyor, klasikten vazgeçmeyip rakı-balık keyfine uzanıyor ya da bu şehirde aslında her şeyin mümkün olduğunu gösteren onlarca etkinlikle tanışıyoruz. Kitapta ayrıca şehrin önde gelen şefleri, sanatçıları, editörleri, akademisyenleri, mimarları, tasarımcıları ve girişimcileri ile yapılan 29 farklı röportaj da yer alıyor. Sayfalarında yer verdiği fotoğrafları ve özel tasarım dilinin yanı sıra kitabın en sevdiğimiz yönlerinden biri de bu oldu. Zira bu isimlerden kişisel rotalarını ve önerilerini öğreniyor, aslında “içeriden” bilgi alıyoruz.
Küratörlüğünü ve editörlüğünü Seda Domaniç ile Sinan Sökmen’in üstlendiği kitabın tasarımı Ulaş Eryavuz’a, fotoğraf direktörlüğü ise Ekin Özbiçer’e ait. Bu ekibe kitapta uluslarası seyahat yazarları ve tanınmış fotoğrafçılar da eşlik ediyor. Böylece ortaya İstanbul’u bambaşka gözlerle keşfetmemize olanak veren, nostaljiye ve klasiğe çok kapılmadan bizi bu anın ve geleceğin İstanbul’una davet eden Monday to Sunday Istanbul çıkıyor. Kitabın hikayesini bir de Seda Domaniç ve Sinan Sökmen’den dinledik.
Alıştığımız seyahat kitaplarından çok daha farklı formatta bir çalışma var karşımızda. Peki Monday to Sunday Istanbul nasıl bir fikir ve motivasyonla ortaya çıktı?
Sadece bu kitabın yaratıcıları olarak değil, aynı zamanda birer gezgin olarak seyahat etmenin artık tarihi anıt ve bina görmenin çok ötesinde bir deneyimler bütünü olarak ele alınması gerektiğine inanıyoruz. Seyahat, aynı zamanda ruhani bir serüveni de içinde barındırmalı. O gezi boyunca kimlerle tanıştığınız, sohbet ettiğiniz; hangi yerde, hangi zamanda bulunduğunuz gerçekten önemli. Biz de bu kitapta biraz o özel olabilecek anlara, zamana ve insana odaklanmaya çalıştık.
Kitapta, bir gezi rehberi formatından uzaklaşıp, İstanbul’un bugününe dair önerilerde bulunmak istedik. Çokkültürlü zengin tarihine olduğu kadar; sokak yaşantısına, güncel sanatına, değişen gastronomi dünyasına, yaratıcı ruhuna da odaklandık. Heyecanımızı paylaşacak bir tasarım, yazar ve fotoğraf ekibiyle çalıştık. Bir karı-kocanın akşam yemeği hayali olarak başlayan proje, ekibe katılanların desteğiyle büyüyerek 360 sayfalık bir seyahat kitabı olarak karşınıza çıktı.
İstanbul tezatlarla dolu ve aslında bu özelliğiyle güzel bir şehir. Birbirinden şık fine dining restoranlarını da, en işlek caddelerin arka sokaklarında saklanan sürpriz sokak lezzetlerini de bir arada bulabiliyoruz. Örnekleri çoğaltmak da mümkün. Bu heyecanlandıran yönleriyle İstanbul sizin için nasıl bir ilham kaynağı oldu? Siz bu şehirle kurduğunuz bağı nasıl açıklarsınız?
İstanbul içinde sonsuz karşıtlık barındıran, sürekli değişen ilham verici bir megapol. İstanbul’un tezatları onu aynı zamanda ilginç kılıyor: Güzel olduğu kadar çirkin, ruhani olduğu kadar karanlık, bir balıkçı kasabasını andıran semtleri olduğu kadar insan ve bina seline maruz, tarihi olduğu kadar güncel… Ama hep heyecanlı, hep keşfetmeye değer! İstanbul’da ne sıkılmaya ne de her şeye yetişmeye vakit yok, o nedenle aldığımız şehir havasını idareli kullanmaya, dozunu doğru ayarlamaya çalışıyoruz 🙂
Monday to Sunday Istanbul’u özellikle “İstanbul’u deneyimleme kitabı” olarak tanımlıyorsunuz. Ne anlamalıyız bu deneyim vurgusundan, neler bekliyor okurları?
Sadece ‘görme’ ihtiyacınızı gideren değil, aynı zamanda farklı duyularınıza hitap eden, onları harekete geçiren ve sonucunda farklı hissetmenizi sağlayan deneyimleri öne çıkarmaya çalıştık Monday to Sunday Istanbul’da.
Kitabın içinde yüzü aşkın özenle seçilmiş gezi fikri bulunuyor. Kitap hem semtlere, hem de temalara göre gruplanan yedi farklı bölümden oluşuyor: 1. “Monday: The Imperial City,” dört farklı imparatorluğa başkentlik yapmış bu heybetli megapolisin tarihine odaklanıyor; 2. “Tuesday: Glamorous Bosphorus,” Boğaziçi’nin ışıltılı ve etkileyici dünyasına götürüyor; 3. “Wednesday: The ‘Other’ Side,” son dönemde İstanbul’un gastronomi, müzik ve gece hayatı açısından en haraketli sokak kültürünün yaşandığı Kadıköy ile tanıştırıyor; 4. “Thursday: So Close but Faraway,” 18 milyonluk bir metropolden sizi bir anda başka zamana, ritme ve mimari dile ışınlayan Adalar’da geçiyor. 5. “Friday: Art, Antiques and Activism,” İstanbul’da güncel sanatın merkezi olduğu kadar şehrin kültürel hafızasının da saklandığı Beyoğlu bölgesini ele alıyor. 6. “Saturday: Inside the City’s Creative Heart,” moda, tasarım ve çok kültürlü yaşamın odağındaki Nişantaşı, Kurtuluş ve Bomonti’yi keşfe davet ediyor. 7. “Sunday: Toward the Black Sea,” İstanbul’un Karadeniz’e doğru açılan eşsiz doğasını, metropollerde az rastlanan açık hava aktivitelerini ve Istanbulluların en sevdiği Pazar ritüellerini öne çıkarıyor.

Fotoğraf: Ekin Özbiçer
Şehrin önde gelen şefleri, sanatçıları, editörleri, akademisyenleri, mimarları, tasarımcıları ve girişimcileri ile yapılan 29 farklı röportaj da kitapta yer alıyor. Sizin de vurguladığınız gibi İstanbul ile ilgili “içeriden bilgi” alıyoruz aslında. Bu isimlerle yollarınız nasıl kesişti; kimlerin gözünden göreceğiz İstanbul’u?
Kitapta İstanbul’un yaşam kültürünü bilgiyle, özenle ve yaptıklarını mesleklerle savunan sevdiğimiz arkadaşlarımız var. Bu röportajlarda alanında uzman bu fikir önderleri İstanbul ve şehir kültürüne dair bilgilerini, kişisel rotalarını ve önerilerini paylaşıyor. Şehrin yaratıcı ruhu bu ‘içten gelen’ öngörüler ışığında daha da ortaya çıkıyor. Ele aldığımız konular arasında edebiyat, mizah, güncel sanat, müzik, gastronomi, kahve kültürü, güzellik ritüelleri, Bizans tarihi, eğlence hayatı, şehre dair belgeseller, şarap kültürü, moda, tasarım, sosyal girişimcilik, mimari gibi çok farklı alan yer alıyor.
Kitaba bu yönde katkı yapan isimler arasında Ahmet Uluğ, Alican Kutlay, Aslı Tapucu, Banu Tiryakioğlu, Begüm Kıroğlu, Burak Altıkulaç, Cem Mirap, Cemre Torun, Ceyda Torun, Edwina Sponza, Emirhan Paralı, Engin Ayaz, Erdil Yaşaroğlu, Hasan Çalışlar, Irmak Canevi, Maksut Aşkar, Melis Ağazat, Mehmet Gürs, Mehmet Y. Yılmaz, Nazlı Bozdağ, Nora Fisher-Onar, Sabiha Apaydın, Sitare Baras, Şansım Adalı, Valeri Dayan, Vedat Atasoy ve Zeynep Üner bulunuyor.
Ekin Özbiçer’den Ümit Savaş’a, çektikleri karelerin ve görsel hikaye anlatıcılıklarının her daim hayranı olduğumuz fotoğrafçıların gözünden görüyoruz bu kitapta İstanbul’u. Nasıl bir çalışmayla ortaya çıktı kitaptaki fotoğraflar? Her bir deneyim nasıl görselleştirildi?
Fotoğraf bu kitabın en ayrıştırıcı noktalarından biri. Gezi kitapları genellikle fotoşop yapılarak ve filtrelenerek mükemmelleştirilmiş bina ve anıtsal yapı fotoğraflarıyla öne çıkıyor. Biz bu kitapta daha çeşitli, doğal ve estetik bir fotoğraf dili benimsedik. Kitabın fotoğraf direktörlüğünü Ekin Özbiçer üstlendi; kreatif direktörlüğünü ve tasarımı ise Ulaş Eryavuz. Birlikte hem yeni çekimler gerçekleştirdik hem de beğendiğimiz fotoğrafçılarla iletişime geçerek arşivlerinden titiz bir seçki yaptık. Fotoğrafların üzerine en az metinlerin olduğu kadar dikkatle ve özenle çalıştık.

Fotoğraf: Sinan Sökmen
Her şehir özelinde bunu söyleyebiliriz ancak, İstanbul’da yaşamak ile İstanbul’da turist olmak birbirinden çok farklı iki deneyim. Birden çok İstanbul’umuz var, hatta herkesin İstanbul’u kendine diyebiliriz. Siz bu aşk-nefret ilişkisi diyeceğimiz yerden İstanbul’a nasıl bakıyorsunuz?
İstanbul’la uzun süredir bir aşk-nefret ilişkisi yaşadığımız doğru. Bu şehirde yaşayan herkes gibi trafikten, kalabalıktan yorulduğumuzda vazgeçecek gibi oluyoruz, fakat İstanbul bir şekilde hep yeniden kalbimizi çalıyor. Çünkü burası, ziyaret edenleri de, şehrin akışına kendini bırakanları da büyüleyen çok özel bir şehir. Birçok turist İstanbul’a gelip sadece tarihi yarımadanın belirli bölgelerini ve belki Beyoğlu’nu ziyaret edip ülkesine geri dönüyor. İstanbul’un binbir rengini barındıran farklı semtlerini ıskalamış olmaları ne büyük bir kayıp!
“1453’te fethettiler, hâlâ yerleşemediler” demiş İtalyan bir gazeteci. Doğru ama eksik bir söz bizce – İstanbul’a kimse tam anlamıyla yerleşemedi aslında. Bu topraklarda ilk bilenen yerleşim milattan önce 6000 yıllarına dayanıyor ve o gün bugündür şehir göçlere maruz kalıyor. O nedenle hiçbirimiz bu şehrin sahibi değiliz; çeşitliliği ve değişimi benimseyerek çokkültürlülüğün zenginliklerinin tadını çıkarmaya bakmalıyız. Nostalji insanı biraz depresifleştiren de bir his. Geçmişe değil bugün ve geleceğe bakmak bizim ruhumuza daha iyi geliyor.
Monday to Sunday Istanbul’da haftanın yedi günü, yedi farklı İstanbul’u görüyoruz. Sizin favori İstanbul gününüz hangisi?
Sinan: Benim favorim Beyoğlu’nda sanat, antikalar ve sivil aktivizm konularına odaklanan cuma günü. On yıldan fazladır Beyoğlu’nda yaşayan ve çalışan biri olarak her ne kadar bu bölgenin geçirdiği değişimlerden dönem dönem üzüntü duysam da, bu semtin çok katmanlı kültürel yapısı, gezginlere sunduğu çeşitlilik ve yıkılmayan direnci beni her daim etkiliyor. Bir de bu bölümün fotoğraflarını gerçekten çok seviyorum!
Seda: Ben de sanırım şehrin nispeten daha sakin yüzünü temsel eden pazar gününü seçiyorum. Şehrin keşmekeşinin içindeyken, 17 milyon insanın yaşadığı bir şehirde sörf yapılabildiğimizi, engin bir denize karşı motocross’la havalara uçabildiğimizi ya da Sarıyer kıyılarında balık tutabildiğimizi hatırlamak ve hatırlatmak insana iyi geliyor. Tabii bir de bu gün içinde İstanbul’da vazgeçemediğim iki ritüelden de bahsediyoruz: Uzun bir hamam sefası ve arkasından gelen dostlarla rakı-balık buluşması.
Sizce yeni gördüğümüz bir şehri en iyi nasıl tanıyabiliriz?
O şehre gelmeden önce kültürü hakkında araştırarak, okuyarak, müziklerini dinleyerek, üzerine çekilmiş filmleri izleyerek… Fakat en önemlisi o şehrin insanlarıyla tanışarak! Ve kendinizi şehrin akışına ve ritmine bırakarak, sokaklarında kaybolarak… Biz gidilen yer hakkında geçmişi ve bugünüyle ilgili fikir sahibi olmayı çok önemsiyoruz ancak her anı planlayan sıkı programlardan da bir o kadar uzak durmak gerektiğini düşünüyoruz. Zihinsel esneklik bir şehri tanımanın, anlamanın olmazsa olmazı.
Monday to Sunday konseptini İstanbul dışında farklı şehirlere taşımayı da düşünüyor musunuz? Yurt dışındaki okuyucuya bu kitabı nasıl ulaştırmayı planlıyorsunuz? Kısaca; gelecek planlarınızı neler şekillendiriyor?
Monday to Sunday Book’un İstanbul’dan çıkan bir seyahat kitap serisi olmasını gerçekten arzu ediyoruz. Çünkü bugüne kadar hep tam tersi oldu. Tanınmış ve çoğu Anglo-Sakson menşei gezi rehberleri İstanbul’u anlattı. Biz daha ‘içeriden’ bir anlatımla ilk kitabımızı çıkardık. Hayalimiz sonraki yıllarda yine olabildiğince ‘içeriden,’ o şehrin yazarları ve fotoğrafçılarının desteğiyle, ama kendi özel ve özenli bakış açımızı koruyarak orijinal ve özgün deneyimlerle dolu olduğuna inandığımız farklı şehirlerde veya bölgelerde bu seriyi devam ettirebilmek.