
Olumsuzu olumlayan bir Matthew McConaughey güzellemesi
Benim gibi hayatı görmeye 2000’li yıllarda başlayanlar için Matthew McConaughey, pek olumlu hisler yaratmadığı gibi, bas bas bağıran kasları ve üzeri floresanlı kalemle çizilmişçesine parlayan gülüşü yüzünden negatif çağrışımlara koşan bir isim olmuştu. (-di’li geçmiş zamana dikkat!)
Yani ilk karşılaşmalarımız şöyleydi çünkü:
Ay bir True Detective’te izlediğimiz adamı düşünüyorum bir de şu aşağıdaki itici suratlı herifi ya…
Bir kez daha True Detective’te izlediğimiz adamı düşündüm ve şu aşağıdaki framganı gördükten sonra cidden üzüldüm.
Bu arada 2000’ler demişken, McConaughey’nin True Detective’in Marty’si Woody Harrelson’la yollarının daha önce de kesişmiş olduğunu biliyor muydunuz? (Ya da Ed TV’yi hatırlıyor musunuz?)
2000’lerde sıfırın altına inen romantik komedilerle karşımıza çıkan Matthew McConaughey (soyadını yazarken her seferinde kopyala yapıştır yapıyorum) aslında 90’larda Amistad, A Time to Kill ve Contact gibi “karizmatik” filmleri ve yüzü solaryum görmemiş pek çok karakteri kariyerine geçirmişti.
Bu arada, solaryum demişken, Sex and the City ile yakın ilişki kurmuş olanların da bileceği üzere:
Tüm travmaların tekrar üzerinden geçmemizin, adamcağızın geçmişini yerden yere vurmamızın sebebini merak edenler için açıklayalım:
Matthew McConaughey çoktan kendini sinema alemine kanıtlamış bir oyuncu olsaydı, True Detective’te karşımıza çıktığı o ilk hali bize “şaşkınlıktan küçük dilini yutma” durumunun garipçi zevkini veremeyecekti muhtemelen. McConaughey, Christian Bale gibi bir adam olsaydı hep (yani canlandıracağı karakter için psikolojisini ve fiziğini zorlamasıyla bilinen ‘sayko’ bir oyuncu), diziyi izlerken sadece “vay, über adam, iyi çalışmış” der geçerdik ama McConaughey’nin insafsızca bronz olduğu rollerini hatırlayarak bu kareleri izleyince insan gerçekten de BÜYÜLENİYOR!
Ya da Jean Marc Vallée, Dallas Buyers Club’taki Woodroof karakteri için her daim oyunculuğuna şapka çıkarılmış bir ismi seçseydi, film yine aynı heyecanı verir miydi? Dallas Buyers Club, gerçekten de harika bir film (evet, daha zekice ve daha detaylı bir yorum beklerdiniz biliyorum ama şimdilik konu film değil McConaughey!) ama onu bu kadar eşsiz ve heyecan verici kılan özelliklerin en başında, oyuncuların uğruna methiyeler düzülesi performansları olduğuna kimse karşı çıkmaz herhalde. (Jared Leto’nun içimizi titrettiğini de buradan kendisine iletelim. Neyse ki ikisi de Oscar’larda “yüzümüzü güldürdü”.) Matthew McConaughey’nin olduğu her sahnede aslında onun için seviniyor, canlandırdığı rol ve hikaye bir tarafa, kariyerindeki bu 180 derecelik değişim karşısında ister istemez heyecanlanıyor insan. Kısacası “bu zamana kadar nerelerdeydin sen” şarkısının hissiyatını, adamın bu zamana kadar nerelerde olduğunu bildiğimizden, kat be kat yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Adam ne oldum değil, ne olacağım demeli sözünün tersten evrimi gibi adeta…
McConaughey’nin 2012-2013 patlaması bunlardan ibaret değil, malumunuz. Leonardo DiCaprio’yu En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ına neredeyse uzansa dokunacak kadar yaklaştıran The Wolf of Wall Street’te de arz-ı endam eden McConaughey, DiCaprio’nun karşısında döktürerek o ödülü ona koklatmayacağını kanıtlıyordu adeta.
Adeta hayat dersi gibisin Matthew Mekkanagi, sayende önyargılı olmanın ne kadar pis bir şey olduğunu bir kez daha anladık.
Bu arada, McConaughey’nin ruh hastası gibi davrandığı Oscar konuşmasını seksizm ve ırkçılık üzerinden irdeleyen son derece ilginç bir yazı okumak isterseniz sizleri buraya alabiliriz.
Ve bu daaa, o konuşmasıyla ilgili kendi açıklaması: