Son yıllarımızın ‘aşırı’ bir özeti: Don’t Look Up film incelemesi (gibi bir şey)

Dünyanın sonuna gelmekten bahsedeceksek eğer, R.E.M.’in It’s the End of the World as We Know It (And I Feel Fine) parçasını da yazının bir yerlerine sıkıştırmadan olmaz. Biz abartıp en başa alalım. Hem sadece klişelere bayıldığımızdan değil; kıyamet gününün kapıya dayanması durumunda dünyada neler olabileceğine dair bazı senaryoları peş peşe sıralayan şarkı her ne kadar tüm canlıların (ve insanlığın) yeryüzünden silineceğini (yani herkes için oldukça ‘can sıkıcı’ bir şeyi) anlatıyor olsa da şurup şeker melodisi ve zihne takılan nakaratıyla garip bir ironiye bürünüyor. Çünkü zaten bakacak olursak şarkı bir felaket tellallığı yapmıyor; ‘‘bildiğimiz üzere dünyanın sonu geldiiii ve ben iyiiiii hissediyorum; sonunda artık yalnız kalabileceğim’’ diyerek artık günümüzde çok iyi anladığımız ve tırlattığımız bir yerden bakıyor olup bitene. 1987 tarihli bu şarkının Mart 2020’de, pandeminin patlamasıyla yeniden listelerde görülmeye başlaması ve ‘en çok dinlenenler’ arasına girmesi ise yine şanına yaraşır bir şekilde ironik. Peki absürt mü? Yani evet, hem de sonuna kadar… Ama şimdiye gördüklerimizin yanında en absürt olan bu değil elbette.

Adam McKay’in geçtiğimiz günlerde Netflix’e düşen yeni filmi Don’t Look Up da şimdiye kadar gördüklerimizin yanında hiç de absürt olmayan bir kıyamet senaryosu sunuyor bize. İçinde ‘gerçek’ dünyada olan her şey var. Pardon, daha doğrusu çoğu şey var çünkü hikaye ABD özelinde ilerliyor. Hikayeyi absürt kılan ise bunların hepsini birkaç adım daha aşırıya kaçacak şekilde vermesi. (Ve Leonardo DiCaprio’nun Behlül’ün Aşk-ı Memnu’nun sonundaki haline benzeyen kolpa sakalı tabii… Neyse ki sonra tıraşlıyorlar.) Ama en aşırıya kaçtığı noktalarda bile bunların hepsinin yaşanabileceğini hatta yaşandığını bilmek insanın yüreğini sıkıştırıyor. Son yıllarda gördüklerimizin bir özeti gibi. Ve dünyanın sonunun yaklaştığını gördükçe insanlık adına endişelenmek yerine, ‘‘ne olacaksa olsun artık, yeryüzü de şu dertten kurtulsun’’ diye isyan ettiren bir sabırsızlık sarıyor bünyeyi. Bu tabii film 2.5 saat sürdüğü için de olabilir. Ya da krizler çağının yarattığı bıkkınlığın bir sonucu. Of dünyanın sonu gelse de biraz iyi hissetsek sahiden. Yaşanacaksa yaşanacak… Belki birkaç saniyeliğine de olsa yalnız şöyle bir oh çekebiliriz R.E.M.’in de dediği gibi.

Dediğimiz gibi krizler çağının orta yerindeyiz ve ‘seç, beğen, al’ derecesinde bir çeşitlilik söz konusu. Neyse ki HENÜZ gündemimizde dünyaya doğru hızla yaklaşan bir göktaşı yok. Ama onun kadar hızlı bir şekilde dünyanın ömrünü tüketen bir iklim krizinin içerisindeyiz. İklim krizine karşı devletlerin takındığı durum ise reddediş, bir şey yapıyor gibi görünme ve gerçekten bir şeyler yapma arasında garip bir yerlerde geziyor. Belirleyici olan ise ekonomik ve politik çıkarlar… Oysa her ne kadar reddedilse de kriz gözle görülür bir noktada artık. Yıllardır medyada iklim krizine karşı geç kalmadan harekete geçilmesi gerektiği konusunda uyarılarda bulunan bilim insanlarının ve çevre aktivistlerinin ne kadar haklı olduğu anlaşıldı. Ah ah, vah vah sesleri eşliğinde onların söylediklerini anıyor, mevsimler iç içe geçmişken bizi başka nelerin beklediğini düşünerek endişeleniyoruz.

ABD ise Trump’lı yıllarını iklim krizi yoktur diyerek geçirdi. Komple reddediş. Zaten biliyorsunuz, ABD dünya düzdür diyenlerin de memleketi. Bilim ağlıyor. Bilim üzgün… Bunun en somut cefasını ise pandemi sürecinde çekti ABD, politik bir sembol haline gelen maske ülkeyi gerçek anlamda ikiye böldü: Pandemi önlemlerinin insanların özgürlüğüne bir müdahale olduğunu savunanlar için maske de bir tür kontrol aracıydı. Önlemler derhal durdurulmalı, maske zorunluluğu kaldırılmalıydı. Seçim öncesi artan gerilimle birlikte ABD de en basit şekilde maske üzerinden ikiye bölünmüş oldu böylece. Alt-sağ sen ne korkunç bir şeysin.

Adam McKay de tüm bunları alıp satire dönüştürerek Don’t Look Up’a taşıyor. Hali hazırda kara mizahın içerisindeyiz zaten, bu bol malzeme içerisinden kendine anlatacak konu ve komedi çıkarmakta çok zorlanmamış olsa gerek ama bunun bir taraftan da bir analiz olduğunu düşünecek olursak, her şeyi ince görmüş olduğu ve detaylı bir olay örgüsü yarattığı için de takdir etmek gerekir belki de.

Film Jennifer Lawrence’ın canlandırdığı Kate Dibiasky adlı genç bir astronomun daha önce hiç görülmemiş bir kuyruklu yıldızın uzayda afili afili salındığını fark etmesiyle başlıyor. Çok heyecanlanıyor ve hemen hocası Dr. Randall Mindy’e haber veriyor. Evet, Leonardo DiCaprio ile sakalı Dr. Randall Mindy rolüyle karşımızdalar. Hemen başlıyorlar kuyruklu yıldızın hızını ve rotasını hesaplamaya ama bir şeyler ters gidiyor. Dünyanın çevresinden geçip gideceğini düşündükleri bu yıldızın (adı artık Dibiasky çünkü Kate tarafından keşfedildi) yeryüzüne doğru fulfors geldiğini görüyorlar ve etkisinin dinozorları yok eden o meteordan daha büyük bir etki yaratacağını anlıyorlar. Derhal NASA bünyesindeki Gezegen Savunma Koordinasyon Ofisi ile iletişime geçiyorlar durumu anlatıyorlar. (Evet, filmde de dalga geçildiği üzere GERÇEKTEN böyle bir ofis ve GERÇEKTEN de amblemleri çok komik.) NASA tabii bilim yuvası olduğu için durumun ciddiyetini ve vehametini anlayıp Beyaz Saray’da başkanla bir görüşme ayarlıyor. Bundan sonrası ise gerçekten insanın karnına ağrılar sokuyor. Gülmekten değil sadece, anlatılanlar gerçeğe çok yakın hatta yer yer gerçek olduğu için.

Ariana Grande Facepalm GIF by NETFLIX - Find & Share on GIPHY

Kate ve Rendall epey uzun bir yolculuğun ve bekleyişin ardından Meryl Streep’in canlandırdığı Janie Orlean ile aynı zamanda Beyaz Saray Genel Sekreteri olan oğlu Jason Orlean’a (Jonah Hill) neler bulduklarını ve olacakları anlatmaya koyuluyorlar ama nafile. Janie Orlean ne insanlığı ne de dünyayı dert edinen bir başkan. Yaklaşmakta olan ara seçimler, kuyruklu yıldıza göre daha büyük bir dert onun için. Seçim öncesi böyle bir kriz patlatıp yerini kaybetmekten korkuyor. Bir bilim insanı olduğu için her daim ihtimallere yer bırakıp ‘yüzde 100’ demekten çekinen Rendall’ın yıldızın yüzde 99.7 ihtimalle çarpacağını söylemesini fırsat biliyor; ‘‘Aman biz bunu yüzde 70’e yuvarlayalım geçelim çok da mühim değilmiş işte’’ diyerek sallıyor konuyu.

Meryl Streep Finger Guns GIF by NETFLIX - Find & Share on GIPHY

Ama ikilinin elindeki veriler sağlam olduğu için NASA’nın da desteğiyle medyada seslerini duyurma fırsatı elde ediyorlar. Rip adlı bir gündüz kuşağı talk show’una davet ediliyorlar. Konuklarını dinlemeyen, her şeyi yüzeyselleştiren, talhisiz bir program işte. Brie Evantee ve Jack Bremmer sunucuları. Televizyon dünyasının flaş ve itici isimleri… Cate Blanchett ve Tyler Perry de olabilecek en itici şekilde canlandırıyorlar bu karakterleri. Hatta Cate Blanchett’ın Cate Blanchett olduğunu anlamak biraz zaman bile alıyor. Neyse… Kate ve Rendall elbette bu programda da ciddiye alınmıyorlar. Hatta işler makaraya sarıyor ve Kate tam o an deliriyor. Dünyanın sonu geldi, hepimiz öleceğiz diye bağırıyor. Ve bu hiç ‘‘profesyonel olmayan’’ çıkışı yüzünden eleştiriliyor, meme’leri yapılıyor, internetin o dönemki en büyük şakasına dönüşüyor.

Offff…

Kimse pop yıldızlarını eski sevgilileriyle barıştıran, sunucuların Seda Sayan gibi ”gü-nay-dın” diye bağırıp tüm izleyiciyi göbek attırmaya çok yakın olduğu bir programda ”ciddi” ve ”endişe verici” bir şeyler izlemek istemiyor. Haliyle onların söylediklerini de görüp duymak istemiyor. Kate bas bas bağırsa da bir meme’e dönüşmesi bu yüzden. Erkek bir meslektaşının yanında histeri krizine girmiş bir kadın durumuna da düşüyor. Rendall da yılların ezikliğiyle övülmekten, sırtının sıvazlanmasından hoşlanmaya başlıyor hem, Kate açısından işler daha da zorlaşıyor.

Sonra bir noktada Janie Orlean’ın adı bir seks skandalına karışıyor ve o mühim ara seçimler öncesi imajı düzeltmek için kuyruklu yıldız üzerinden kendine yeni bir yol planı çiziyor. Yani kıyameti kendi lehine kullanıyor. Tam yıldıza müdahale edileceği noktada ise sermayesiyle ABD politikasında da sözünü geçiren (ve hatta bizzat yöneten, tipik) bilim ve teknoloji girişimcisi bir süper zengin olaya dahil oluyor. İşte Elon Musk, Jeff Bezos falan aklınıza hangisi gelirse onu düşünün. Kendisine girişimci falan denmesinden hiç hoşlanmıyor; bir bilim insanı gibi düşüncelerinin dinlenip sayılmasını istiyor. Kuyruklu yıldızın patlatılarak imha edilmesine de karşı çıkıyor çünkü çok değerli taşları üzerinde bulundurduğunu ve bunun büyük bir zenginlik anlamına geleceğini söylüyor. Zenginlerin daha zengin olacağı bu dünya düzeninde kim takar kıyameti. Müdahale durduruluyor ve taşın dünyaya düşmesi bekleniyor. Ama dediğimiz gibi çıkarlar sürekli değiştiği için işler bir noktada ‘‘yıldız mıldız yok, bunlar hep bize oynanan oyunlar’’ noktasına geliyor. Yani parıl parıl yaklaşan bir yıldız ve onun sebep olacağı yok oluş karşısında endişeli, çözüm için uğraşanlar ile yıldızı ve hatta komple yukarı bakmayı reddedenler… Macera dolu Amerika…

Tired Ariana Grande GIF by NETFLIX - Find & Share on GIPHY

Evet film, en klişe tabiriyle bir ‘yıldızlar geçidi’. Herkes burada. Leonardo’lar, J.Law’lar, Meryl Streep’ler, Cate Blanchett’lar, Jonah Hill’ler… Bu sene her yerde olduğu gibi Timothée bu filmde de var. Ama hepsi en iyi performansıyla mı bu filmde, orası tartışılır. (Timothée’nin performansı Dune’dakinden daha iyi.) Leonardo DiCaprio’nun sakalı çoğu şeyi bozuyor. Bir de sanki hikayeyi fazla ciddiye alıyor. (Fazla metot göz çıkarır.) Belli ki hiciv dediğimiz türün de kendine has incelikleri var performans açısından. Ve sanki bunu en iyi Meryl Streep ve Cate Blanchett yapıyor.

Ariana Grande Movie GIF by NETFLIX - Find & Share on GIPHY

Bazen film ve kitap yorumlarında ”modern dünyaya bir eleştiri” gibisinden yorumlar çıkar karşımıza. Don’t Look Up bir eleştiri mi? Pek öyle denemeyebilir. Bazı şeyleri anlamayanlara tane tane anlatmak için hem şematik hem de analitik açıdan iyi bir yöntem olabilir ama. Post-truth çağında ”gerçek” dediğimiz şeyin sorgulanabilirliği açısından özellikle çok şey söylüyor. (Ana akım medyanın bitmiş olduğunu Succession’da anlamadıysanız buradan da izleyebilirsiniz.) Ve geleceğin birkaç delinin kararına bağlı olduğunu gösteriyor bize film. Biz zaten bunları biliyorduk da ağlanacak halimize biraz güldük galiba izlerken. Bir de ben şahsen dünyanın sonunda Ariana Grande’nin canlandırdığı Riley Bina gibi bir müzisyenin değil de R.E.M.’in yeniden hit olmasını tercih ederim. Bir sebebi yok, tamamen kişisel.