
“Kafamda fotoğraflar uçuşuyordu”: Inner Feelings sergisini Üzüm Derin Solak anlatıyor
Geçtiğimiz pazar 30. İstanbul Onur Haftası kapsamındaki etkinlikler yasaklanmış, yürüyüş engellenmeye çalışılmıştı. Her şeye rağmen lubunyalar sokakta, alanlarda, dijital mecralarda etkinliklerine, eylemlerine devam etmişlerdi. Şimdi ise elimizde o günlere dair fotoğraflar var; direnişin, mücadelenin, kutlamanın fotoğrafları bir yandan LGBTİ+ bireylerin varoluşuna karşı her türlü yok saymanın, faşizmin, şiddettin belgeleri niteliğinde…
Görmezden gelenlere ve görüneni yasaklarla, şiddetle saklamaya çalışanlara inat lubunyalar her zamanki gibi yine oradalardı: Hayatın tam ortasında, Taksim’in, Cihangir’in ara sokaklarında, alandalardı. LGBTİ+’lar hep varlardı, varlar ve var olacaklar. Bu varoluşları, kuir fem gözle fotoğraflayan, kuir trans feminist aktivist Üzüm Derin Solak ile ilk kişisel sergisini Inner Feelings- İçerideki Duygular hakkında konuşmak için bir araya geldik biz de.
Üzüm’ü tanıyanlarınız vardır. Yıllarca Taksim’in sokaklarında mücadelesini sürdürürken, çeşitli mekanlarda gece hayatı emekçisi olarak çalıştı ve kadın+’lar ve LGBTİ+’lar için güvenli eğlence mekanlarının işletmeciliğini yaptı. Aynı zamanda aktivist bir kadın olarak da Taksim onun için LGBTİ+ hareketiyle buluştuğu bir yer. Bizim de Üzüm’le İstanbul kuir gece hayatındaki karşılaşmalarımızla gelişen arkadaşlığımız, son yıllarda çektiği fotoğraflara hayranlık duymakla ilerledi zaman içerisinde. Üzüm şu an tarihimizi, dostlarımızı, sokaklarımızı, direnişimizi, gullumümüzü arşivliyor.
Tanımadığı, ilişki kuramadığım şeyin fotoğrafını istediği nitelikte çekemediğini söylüyor Üzüm. Inner Feelings- İçerideki Duygular ise Onur Haftası’na özel, kendi deyimiyle bir ‘‘tanışma’’ sergisi. Siyah-beyaz fotoğrafların zamansızlığını seven Üzüm, bu sergiye özel seçtiği 20 fotoğrafıyla seyirci karşısına çıkıyor. 18 Haziran Translarla Eşitlik Günü’nde seyirciyle buluşan sergiyi 8 Temmuz’a kadar Vacilando İstanbul’da ziyaret edebilir; Üzüm’ün kamerasıyla anlattığı hikayelere ortak olabilirsiniz.
Üzüm, queer trans feminist aktivist bir kadın olarak, kadınlar ve queer komunite için güvenli eğlence mekanlarının işletmeciliğini yaptın uzun süre. Fotoğraf serüvenin ne zaman ve nasıl başladı?
Fotoğraf ergenlik yıllarımdan beri benim için bir tutkuydu fakat uzun yıllar hayat koşullarımın çeşitli imkansızlıklarından dolayı birçok şeyi ertelediğim gibi fotoğrafa da aktif bir şekilde çalışmaya çok geç başladım. Bunun içinde birçok ekonomik ve sosyo-psikolojik neden de var, bazı şeylere erişmek ve kendinizi ifade edebilmek kimi kimlikler için o kadar kolay değil, trans deneyime sahip bir kadın olarak sıkıştırıldığınız yerler var, bu çoğu kez yapmak istediğiniz şeyler konusunda bir özgüven eksikliği yarattığı gibi hayat pratiğinizin ve sorumluluklarınızın sizi uzaklaştırdığı birçok şey var. Sadece yaşamak zorunda olduğunuz için herhangi bir mevzuda geliştirebileceğiniz yeteneklerinizden bile mahrum kalabiliyorsunuz. Yıllarca uzaktan takip ettim, okudum, inceledim fotoğraf üzerine; hem hayatımdaki düzensizlikler, çalışma hayatımın zor koşulları derken hiç vakit ayıramadım aktif bir şekilde fotoğrafa ama artık tüm tükenen şeylerin ardından kendim için bir özel alan yaratma isteği beni zorluyordu, kafamda fotoğraflar uçuşuyordu.
İki yılı aşkın bir süredir aktif olarak fotoğraf çekiyorum, karantinayla beraber ciddi bir zaman doğmuştu. Derken sokak fotoğrafları, derken eylem alanları ve queer komünitelerin etkinlik alanları… Birden tüm beklemişliğimle fotoğrafın içinde buldum kendimi.
https://www.instagram.com/p/CfgwNWJogAg/
İlk kişisel sergin Inner Feelings, 18 Haziran Translarla Eşitlik Günü’nde Vacilando İstanbul’da açılışını yaptı ve 8 Temmuz’a kadar da seyirciyle buluşmaya devam edecek. Biraz başa dönecek olursak; sergi hazırlık sürecinden bahsedebilir misin?
Uzun vadede planlarım vardı aslında, çok fazla hikayem var ve bunları bir şekilde sunmayı çok istiyordum, henüz sadece Instagram kullanıyorum. Fotoğraf paylaşımlarımı da hep ordan yaptım. Zamanla insanlardan çok güzel yorumlar almaya başladım, kendi kendime yaptığım bir şey dikkat çekmeye başladı ve birçok insan ne zaman bir sergi vs. yapacağımı da soruyordu esasında.
Alaylı olmak ve herhangi bir sanat kollektifinin içinde olmamak da birtakım uzaklıklar doğurduğu için biraz daha imkan yaratabilmek adına ve oluşturmak istediğim bir hikaye İstanbul dışı çekimlere ihtiyaç duyduğu için sergi hikayesini bekletiyordum. Derken Vacilando İstanbul’daki sevgili Özge’den ‘‘Üzüm fotoğraflarını çok beğeniyoruz Onur Ayı’na özgü bir sergi yapmaya ne dersin’’ teklifini aldım. Sürpriz oldu, çok da mutlu oldum tabii 🙂 Çok fazla zamanımız yoktu özel bir hikaye yaratmaksızın işe koyulduk ve arşivimden derlediğim portrelerden ve otoportrelerinden oluşan 20 siyah-beyaz fotoğrafı seçkileyerek sürece başlamış olduk.
Vacilando İstanbul Galata’da muazzam tatlı bir queer vegan antika dükkanı ve inanılmaz bir aurası var. Bu sergi benim için bir tanışma sergisi oldu diyebilirim. Hem takipçilerimle buluştuğum hem yeni insanlarla tanıştığım manevi olarak çok özel bir sergi oldu. Her şeyin başında biz bunu dayanışarak gerçekleştirdik, tüm bu karantina sonrası işsizlik sürecimde özellikle kadın arkadaşlarımın desteğiyle gerçekleşti, yine queer bir vegan içecek markası olan Maki Seltzer sponsor oldu ve baskılama işini de bu sayede halletmiş olduk. 18 Haziran’da çok güzel bir katılımla sergiyi açtık böylece.
Serginin açılışında, sanatın sınıfsal engelleri ve erişimi üzerine de bir söyleşi gerçekleşti. Dadanizm okurları için de bu engellerin senin için neler olduğunu ve sanata erişime dair düşüncelerini paylaşır mısın?
Hayat deneyimimde çok fazla şey var, dezavantajlı kimliklerden biri olarak kamusal yaşamın birçok alanında çok fazla hırpalandık, örselendik. Kabul edilmedik. Çok fazla meram varken yapmak istediğimiz her konuda önümüze bariyerler çıktığı gibi fotoğrafla beraber de yine deneyimlediğim birçok benzer engeli de yaşadım ve gözlemledim. Sergide de hem fotoğraf hem de deneyimlerim üzerine bir söyleşi yapmak istedik ve bu da tam da bu meramları anlatabileceğimiz bir konu seçmeliydik. Sevgili Asya Leman’ın moderatörlüğünde fotoğrafla beraber sanatın sınıfsallığı ve erişimi üzerine bu söyleşiyi gerçekleştirdik. Muazzam bir katılımla, çok verimli bir söyleşiydi.
Saf yeteneğiniz şöyle dursun bunu somut olarak gerçekleştirebilmek için birtakım şeylere ihtiyacınız var. Bir fotoğraf makinesini alabilmek bile ciddi bir para. Herkes aynı imkana sahip değil. Mevzu fotoğrafsa eğer kabul etmek lazım ki cis heteroseksüel erkeklerin bu ve benzer materyallere ulaşması daha kolay. Kimleri için bu ihtiyaç hayati noktada önem taşırken kimileri için bir keyif. Alaylı olmanın, belli bir yaşta ve çeşitli kimlik deneyimlerinde olmanın da kollektife dahil olmakla ilgili sıkıntıları var. Kendi imkanlarımla yapmaya çalıştığım her şey bir özgürlük alanı doğurduğu gibi aynı zamanda bunu insanlarla buluşturma noktasında sınırlı tabii. Her şey çok pahalı. İşlerinizi sunmak için kollektiflere ihtiyacınız da var.
Türkiye fotoğraf tarihinde kadın fotoğrafçıların neden daha az olduğunu hep sormuşumdur kendi kendime, kaldı ki trans deneyime sahip bir kadın olarak tüm araştırmalarımda fotoğraf tarihinde ülkemizde acaba deneyimdaşlarımın çalışmaları olmuş mudur diye sorarken görünür bir veriye rastlamadım. Sanat dünyasında neden yine daha çok cis erkekler var? Neden trans deneyime sahip olan insanları göremiyoruz? Çünkü sadece yaşamaya çalışıyorlar, bu güruh için bir lüks. İnsanların bunu düşünecek, değerlendirebilecek ne gücü ne de zamanı var. Ben kendimce bir şeyler yapmaya çalışıyorum, kendi imkanlarımla nereye varır bilemem ama tek istediğim şey, hayatımın geri kalan kısmında yapacağım diğer işler şöyle dursun, fotoğraf çekebilmek. Bu aynı zamanda özneleşmek demek. Bir üretimin kendi dilinden özneleşmesi demek. Herkesin kendi duygusunu dilini ifade edebileceği ve bunu sunabileceği bir alan da olması bence genel olarak sanat dediğimiz şey. Ve bunun için öznelerin daha fazla imkana ve pozitif ayrıma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Kendilerini anlatmak isteyen erişim sıkıntısı yaşayan gurupların daha fazla dinlenilir ve görünür hale gelmesi gerektiğine inanıyorum. Türkiye’de mağdur edilmenin ezber bir dili var. Oysa bizde daha fazlası var.
Bakma bir seçme edimidir derler, sen nelere bakmayı seçiyorsun? Fotoğraf makinene ve gözüne neler takılıyor? Fotoğrafını çektiğin insanlarla ya da fotoğrafın öznesiyle nasıl bir ilişki kuruyorsun?
Fotoğraf sonsuz bir derya, her şeyi çekmek mümkün. Bana göre canlı-cansız her şey bir model. Her şeyden önce fotoğraf bir ilişki biçimi, sanat dediğimiz şey de bana kalırsa sanatçının ürettiği iş ile ilişkisidir. Zaman içinde fark ettim ki ilişki kuramadığım şeylerin fotoğrafını istediğim nitelikte çekemiyorum. Uzun vadede portre ve biyografi gibi konular çalışmak istiyorum. Fotoğrafın aynı zamanda bir seans olma hali hoşuma gidiyor. Paylaşarak gelişen her şeyin bir duygusu var. Dolayısıyla fotoğrafta makinemle kurduğum bir bağ, dış dünyayla kurduğum bir bağ ve bunları birleştirdiğim bir yer var; yani ilişkilerin tüm hali ve o ana yansıyışı. Birçok fotoğrafı aslında beynimde tasarlarken çekim anlarında olabildiği kadar doğal bir şekilde gerçekleşmesini istiyorum, çok poz isteyen biri değilim, akışında çekmeyi tercih ediyorum. Bu konularına göre değişir elbette ama bence doğal akış, en güzel akış 🙂
Peki o fotoğraflar senden çıkıp elden elde gezdikten sonra, sen çeken bir göz değil de fotoğrafa bakan göz olduğunu fark ettiğin anların oldu mu ve neler hissetin?
İlginç bir soru bunu hiç düşünmemiştim 🙂 Açıkçası sadece ürettiğim anda kalıyorum, her ne kadar yorum vs. alsam da kendime hiç böyle bakmamıştım ama bu soru hoşuma gitti 🙂
Fotoğrafların sosyal medya paylaşıldığında, bu karşılaşmalarda neler oluyor? Fotoğraflarına bakan, paylaşan insanlar nasıl tüketiyor ve fotoğraflarınla neler üretiyorlar? Fotoğrafın komünite yaratma gücü var mı sence?
Özne olarak üretmenin özel bir dili olduğuna inanıyorum. Yıllar içerisinde hep başkalarının gözünden anlatıldık, fotoğrafsa eğer; cis erkekler tarafından çok da ilişki kurulmadan nesneleştirildik. Ben en temelde ilişkilerimi çekiyorum. Her fotoğraf aynı zamanda bir otografidir çünkü çekenin ilişkisi vardır orada. Keza benim de fotoğraflarım bu şekilde gelişiyor. Tam da burda özne olmamın özellikle queer alanlarla çok duygusal bir bağı var. Bence insanların estetiğinden ziyade etkilendikleri yer burası gibi düşünüyorum. Benim Üzüm olarak fotoğrafla kurduğum şey çok bağımsız elbette, çok bambaşka çalışmalarım da olacak, bir kadın olarak queer femme bir gözle ifade ettiğimi düşünüyorum, sınırlı sınırsız. Görünmeyeni ortaya çıkarmanın her zaman bir gücü var, fotoğraf çok güçlü bir alan ve tabii ki komüniteleri yaratma gücü var.
Sinema ve fotoğraf gibi bakanın ve bakılanın olduğu işlerde bakan gözün ‘erkeğe ait’ olduğunu görüyoruz ve bunun üzerine teorik tartışmalar da halice yapıldı. Fotoğrafçının kendi kimliğini, öznelliğini dönüştürerek (tekrar tekrar belki de bu ezberi yıkarak), bu ‘male gaze’ dediğimizin dışında bir anlatım, mizansen yakalaması ve görüntü çekmesi elbet mümkün. Bu senin tarafında nasıl ilerliyor? O male gaze’den çıkabilmek ne şekilde mümkün?
Otoriteleri kimin neyin nasıl belirlediği sorusu önemlidir. Daha fazla fem göze ihtiyacımız var daha fazla çeşitliliğe ihtiyacımız var. Özellikle cis erkeklerin daha fazla feminist ve queer okumaya da ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çünkü sınır ilişkisinden mahrumlar. Konulaştırmak yerine ilişki kurarak yargılardan sıyrılarak, anlamaya çalışarak üretmenin başka bir güzelliği ve gerçekliği olduğunu düşünüyorum. Ben tüm deneyimlerimden bağımsız içinde olduğum ama kimliksiz bir algı da yaratmaya çalışıyorum. Ama şunu ifade etmem gerekir ki; iyi ki de böyle gelişiyor. Çalıştığım herkesle aramızda bir güven ilişkisi var.
Sergiyi ne zamana kadar ziyaret edebilir ve fotoğraflarını nasıl satın alıp seninle dayanışabiliriz?
Sergi 8 Temmuz’a kadar Vacilando İstanbul’da her gün 10:00 ile 19:00 saatleri arasında ziyarete açık. Soranlar için; evet, fotoğrafları alabilmek için Vacilando İstanbul ile iletişime geçip detaylı bilgi alabilirsiniz.